Aziz Mesrop Dağı'nın yamaçlarında kurulu Palu şehri (Kaynak: Victor Pietschmann, Durch kurdische Berge und armenische Städte, Wien, 1940)

Palu – Yerel tarih

HAVAV

Dikran Papazyan, kitabının birçok sayfasında köyünün, Osmanlı’ya değgin kısmı 18. Yüzyılda başlayan tarihinden bahseder. Köyün kuşaktan kuşağa aktarılarak yazara kadar ulaşan sözlü tarihinin de katıldığı, efsaneyle karışık bir anlatımdır bu. Anlatılanlarda açıkça görülen, Kürt Beylerinin söz konusu çevredeki hâkim varlıklarıdır. Papazyan’ın genellikle ‘Kürt’ kelimesi yerine ‘Türk’ü kullanması ilginç; bu, ilk bakışta yanlış gelebilir ama sanırız daha çok bilerek yapılmış bir şey. Keza diğer hatıra kitaplarında dacig kelimesi Türk, Kürt ya da Arap ayırt etmeksizin bütün Müslüman topluluklar için kullanılmaktadır. Öyle ki Papazyan’ın ‘Türk’ünün genel bir anlamı olduğunu düşünüyoruz.

Havav bu çevrede aynı zamanda bölgedeki Kürt beyine tabi, Ermenilerle dolu bir köy olarak belirtiliyor. Köylülerin ekilebilir toprakları beye ait ve hükümete aşar vergisi ödüyorlar. Ama birkaç yüzyıla uzanan bu mahalli tarihte Havav’ın aynı Beyle ve onun halefleriyle mücadele ettiğini de görüyoruz. Köylüler beylerin artan baskılarına ve özellikle kendilerine sadık Kürtleri köye yerleştirme çabalarına karşı koymayı denerler.

Ermenilerin yerleşik bulunduğu bu köy o yıllarda Kürt beyleriyle mücadelede sık sık önderlik eden etkili Ermeni melikler tarafından idare edilmektedir. Havav aynı zamanda çevredeki diğer bölgelerden gelen Ermeniler için adeta bir sığınaktır. Köyün meliklerinden bazıları ise öz Havavlı olmayıp çevre topraklardaki köylerden gelmişlerdir.

Papazyan’ın tarihinde, yenik düşen beyin köyde konağında oturmaktan ve köye Kürtleri yerleştirme niyetinden vazgeçtiği başarılı isyanlar tasvir edilmektedir. Ancak o, Havav beyliğini elden bırakmaz ve köylülerin ekilebilir topraklarının sahibi olmayı sürdürür. Havav’ın isyanın başarıyla sonuçlandığı her seferde komşu Kürt köyleriyle ittifak kurmuş olması ise dikkate değer. Bu, beylerin kurduğu düzen içinde yaşanan ciddi ihtilaflar, çıkar çatışmaları ve rekabetten olsa gerekirdi. Bu şartlarda Havav gibi bir köy, Kürt çevrelerinde aynı beyden hoşnut olmayan kişiler bulup, beyin keyfi idaresine karşı koymak amacıyla onlarla güç birliği yapabilirdi. Mahalli yetkililerin bu çatışmalarda takındıkları tutum da ilginçtir. Onlar Havavlıların, beylerine başkaldırmalarına sık sık destek verirler. Bu, hükümetin beylerin söz konusu bölgelerdeki hâkimiyetine göz yummakla beraber onların fazla güç kazanmalarına engel olmak istemesiyle açıklansa gerekir. Böylece Havav gibi bir köy kimi zaman mahalli beyler ve hükümet yetkilileri arasındaki iktidar çatışmalarının aracına dönüşürdü. Aşağıda verilen isyan örneklerinin tasvirleri işin içindeki bu ilişkileri çok daha iyi bir biçimde gösterebilir.

Aslı Bey

Bu olayın yer aldığı zaman dilimi, anlatılanlarda belirtilmemiş. Yalnızca, 18. yüzyıldan önce vuku bulduğu aşikâr. O zamanlar Havav Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasını oluşturuyor ve Aslı Bey de köyün ekilebilir topraklarının hâkimi idi. Konağı köyün yakınında bulunan bey yalnızca Ermenilerin yaşadığı Havav’a Kürtleri de yerleştirmeye çalışmaktadır. Melik Nazar ile Papaz Simon, beye karşı başlatılan bir isyanın önderliğini yaparak onun çabalarını başarısızlığa uğratmaya çalışırlar. Kejıkan’daki [Sırmaçek] 20 Kürt köyünün ileri gelenleri de Havavlılarla güç birliği yaparlar. Bu Kürtlerin Ermenilerle dostluk ilişkilerini eskiden beridir muhafaza ettikleri biliniyor. Söz konusu çatışma Aslı Beyin Havav yakınındaki konağının ateşe verilmesiyle sona erer ve bunun sonucunda bey oturduğu yerden ayrılmak zorunda kalır. Mahallin Osmanlı yetkilileri bu kez beyin konağının Havav içinde yeniden inşa edilmesine izin vermezler; böylesi bir karar köy halkı tarafından bir zafer olarak görülür. [1]

Hacı Tıhad Bey

Bu ikinci olay 18. Yüzyılda vuku bulur. Bu kez Havav’a hükmeden beyin namı konağını köyün içine inşa etmeyi başaran Hacı Tıhad idi. O aynı zamanda köye kendisine sadık Kürtleri yerleştirmeyi dener. Beyin, bu planını gerçekleştirmek için, Osmanlı İmparatorluğunun dış cephelerde giriştiği savaşlar sırasında içine düştüğü istikrarsız durumdan istifade ettiği anlatılır. Ancak hangi savaşın ya da savaşların kastedildiği açık değildir. Eğer bu belirtilseydi söz konusu olayı yaklaşık da olsa elbette tarihlendirebilirdik. Tek bildiğimiz, Osmanlı’nın 18. Yüzyıldaki en ciddi mücadelesini 1768-1774 yılları arasında Ruslara karşı verdiğidir. Mahalli yetkililerin, Havav sakinlerinin beyi ve ona sadık Kürtleri köyden uzak tutma taleplerine arka çıktıklarını da varsayabiliriz.  O yıllarda Havav’da büyük bir deprem olur ve beyin konağı dâhil köyün yarıya yakını yıkılır. Havavlılar konağın yeniden inşasına karşı koyarlar. Melik Mardo hareketin başını çeker ve onlar iradelerini kabul ettirmeyi gerçekten başarırlar. Hacı Tıhad Bey Havav’dan dört saat uzaklıktaki Til köyüne yerleşmek zorunda kalır. Melik Mardo’nun günlerinde, köyün neredeyse bütün sakinlerinin evlerinde kılıç ve kalkanlarının bulunduğu anlatılır. Havav’da kılıç-kalkan oyunlarının başlaması da o zamanlara denk gelmektedir.  Bu nevi muharebe gösterileri ve becerileri Havavlıların en sevdikleri uğraşlardan olup 19. Yüzyılın sonlarına kadar köyün gençleri tarafından şenlikler ve özellikle düğünlerde gerçekleştirildi. O yıllarda Havav köyü beylerine karşı kendileriyle güç birliği yapan Kejıkan ve Dersim ile olan sıkı ilişkilerini sürdürmekteydi. Ermeni Havav’la Kürt Kejıkan arasında bir ittifakın varlığını nasıl izah etmeli? Beylerin zorbalığından o Kürt köyleri de mustarip ve bu derebeylik düzenine karşı mücadelede Havav ve Havavlıları doğal müttefikleri olarak görmekte mi idiler?  Ermeni kaynaklarında bu gibi ilişkiler genellikle söz konusu köylerin sakinlerinin önceleri Ermeniler oldukları varsayımıyla izah edilmektedir. Bu gibi varsayımlar Ermeni hatıratlarında bir toposa [edebi, geleneksel bir tema, ç.n.] dönüşmüştür.

Melik Mardo ile Havavlı hemşerileri o yıllarda Palu’nun beylik düzeninde hatırı sayılır bir güce dönüşürler. Örneğin, Havav’a komşu Sarucan köyü Kürtlerinin ve oranın eşrafından melik Lama’nın, köyleri Çapakçurlu Sılo Beyin saldırısına uğradığında Havavlıların yardımına başvurdukları söylenir. Melik Mardo Havavlı ve Kejıkanlı silahlı adamlarla birlikte onların yardımına koşmuş ve Sılo Beyi esir almayı başarmış; Bey ancak ceza niyetine para ödeyerek yakayı kurtarmıştı. Sılo Bey daha sonra Havav’a saldırır, bu kez köyün beyi Hacı Tıhad Bey de ona destek verir. Ama Havav bu kavgada yalnız değildir. Melik Lama’nın önderliğindeki Sarucanlılar, keza Dersimliler ile Kejıkanlılar yardıma koşarlar. Sonunda saldırganları bir kez daha yenilgiye uğratıp Sılo Beyi esir alırlar [2].

Şerif Bey

Üçüncü olay 19. Yüzyılın ikinci yarısında vuku bulur. Senaryo hemen hemen aynıdır: Osmanlı İmparatorluğu Çarlık Rusyası ile savaşmakta, mahalli idareler gevşek bir haldedir. Havav’ın Kürt beyi Şarif  [Şerif] Bey, konağını köyün içinde inşa eder. O da selefleri gibi, kendisine sadık Kürtleri köye yerleştirmeye çalışır. Köylüler arasında çekişme ve karışıklık yaratmak için Harput’tan bir Protestan Ermeni pastörün Havav’a yerleşip Protestanlık vaaz etmesine izin verdiği anlatılır. Köyde beyin varlığı ve attığı adımlara karşı Havavlı Melik Çapkun [Çapkın, ç.n.] (Simon Çapkunyan) ile Papaz Toros Solkılınc’ın başı çektiği bir direniş başlatılır. Bunlar Şarif Beyin Havav’ın ekilebilir topraklarını sahiplenmesini sorgulamazlar. Ama buna karşılık beyin atlarının köyün bahçelerinde otlamasını ve köylülerin her sonbaharda beye odun tedarik etmek zorunda bırakılmalarını reddederler. Bütün bunların sonucunda bey Havavlılara kendisi için dayak zoruyla odun toplatır. Bunun üzerine bütün köy ayağa kalkar; konağı kuşatırlar ve beyin bir daha dönmemek üzere gitmesini talep ederler. Bu arada Melik Çapkun, Havavlı köylülerden oluşan bir temsilciler heyetinin başına geçip Palu kazasını da idaresi altında tutan Diyarbakır valisinin huzuruna çıkar ve Şerif Beyin keyfi eylemlerini dile getiren bir dilekçe verir. Valinin, heyeti lütufkârlıkla karşıladığı, şikâyetlerini teyit eden Türk ya da Kürt önde gelenlerinden birini bulup kendisine getirmelerini Havavlılardan rica ettiği söylenir. Böyle bir tanık bulmak zor olmaz. Havavlılar bu kez beraberlerinde Diyarbakır’a Golarak köyünden Kejıkanlı bir aşiret reisi olan Hacı Bayraktar’ı götürürler. Hacı Bayraktar, valiye Şerif Beyin varlığının yalnızca Havav değil ama aynı zamanda bütün Kejıkan köyleri için bir bela olduğunu söyler [3].

Ermeni kaynakları bu itirazların bir sonucu olarak ve valinin girişimiyle, Havavlılar ile Şerif Bey arasındaki meselenin Osmanlı mahkemelerine kadar gittiğini kaydederler. Haddizatında bu, Osmanlı gerçekliği içinde az rastlanır bir şeydi. Anlaşılan Havavlılar Diyarbakır valisinin desteğine sahip ve meselenin Osmanlı adliyesine taşınmasında onunla hemfikir idiler. Bu olayın kesin tarihini bilmiyor ama 1860 ila 1870 yıllarında vuku bulduğunu tahmin ediyoruz. Her halükarda Havavlılar güçlerini harekete geçirip davalarını mahkeme huzurunda savunmaya hazırlanırlar. Adli masrafları karşılayabilmek için köyde para toplanır. İstanbul’da yerleşik Havavlılar da bu işe katkılarını esirgemezler. Davanın önce Diyarbakır, daha sonra Harput ve en son aşamada İstanbul’daki mahkemelerde bütün bir yıl sürdüğü söylenir. Onlarca Havavlı mahkemede tanıklık yaparlar [4].

Sonuç olarak İstanbul mahkemesi Şarif Beyin Tekirdağ’a (Rodosto) sürgün gönderilmesine hüküm ile Havav’ı terk etmesi için altı ay mühlet verir.  Sonradan bu ceza belli ölçüde yumuşatılır ve Şerif Beyin Tekirdağ yerine Havav’a beş kilometre uzaklıktaki Til köyüne yerleşmesi konusunda anlaşmaya varılır [5]. Çevre bölgelerin beyleri, ağalar ve aşiret reisleri beye destek vermeye, söz konusu mahkeme kararının hükümsüz sayılması için Osmanlı yetkilileri nezdinde müdahale etmeye çalışırlar. Ama hükmün infazından sorumlu olan Diyarbakır valisi bunlara aldırış etmez; besbelli Şerif Beyin yeniden güç kazanmasını istememekte ve onun mevkiini belli ölçüde etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Bu arada Kürt beyi de isyan emareleri göstermekte gecikmez, daha bir azgınlaşır ve Havavlılara uyguladığı baskılara hız verir. Ne var ki Havav yeniden Dersimlilerin yardımına başvurur. Şerif Beyin gözünü korkutmak için Dersim’den silahlı adamlar kiralarlar. Vali paşanın verdiği mühlet ise sona ermek üzeredir. Şerif Bey son gün köyde görünmez. Bütün Havavlı köylüler meşaleler, tüfekler, bıçaklar, balta ya da sopalarla beyin konağının önünde toplanırlar. Beyin ailesi ve hizmetkârları hâlâ oradadırlar. Havavlılar konağın bütün sakinlerini zor kullanarak köyden dışarı çıkarır ve o saray yavrusunu yerle yeksan ederler. Bu olay aynı akşam kutlanır; köylüler Kejikan ve Sarucan’ın önde gelenlerinin de hazır bulundukları büyük bir şölen tertiplerler [6].  
 
Ancak Şerif Bey daha son sözünü söylememişti. 1895 kırımları ve ardından Palu’nun tahrip edilmesi bu Kürt beyinin yeniden Havav’a yerleşmesine fırsat verir. Havavlılar yaşanan kanlı olaylardan sonra köylerini yeniden kalkındırıp hayatlarına can katmak amacıyla hemen işe koyulurlar. Bu zor koşullarda, Şerif Bey Havavlıları baskı altında tutan gulamları [Ar. paralı adam, uşak, asker] aracılığıyla hırsızlık ve talan eylemlerine devam eder.

Sonuçta olan-bitenler, bir kez daha konağını Havav’da inşa etmesine rıza göstermeleri için köylülere yapılan bir şantajdır. Hükümet, Havavlıların müracaatı üzerine, hırsızlıklara engel olması için köye bir jandarma tahsis eder. Bu devlet memurunun varlığı Havavlıları yüreklendirir; kendilerini hırsızlara karşı korumakta daha bir cesaret kazanırlar. Şerif Beye gelince, konağını köyde yeniden inşa etmeyi başaramadığı doğru ise de oğlu Tevfik Bey ile birlikte köye daha bir rahatlıkla girip çıkmaktadır [7].

Türk-Rus harbi ve Havav’da bir Devlet ambarı tesis etme planı

O sırada, Kafkas cephesinde Türk-Rus Harbi devam ederken, Ergani Maden mutasarrıfı 1878 Eylül ayında Palu kazasına gelir ve Havav’da Devlete ait bir tahıl ambarı tesisine karar verir. Bu adımın amacı Ermeni köyünün değirmenlerinden yararlanarak buğday depolamak ve böylece bundan böyle Dersim’de üslenen ordu kuvvetlerine tedarik sağlamaktır. Dönemin Palu piskoposu Boğos Natanyan Havav’da asker varlığının köylülere karşı çeşitli zorbalıklara fırsat verebileceğini ileri sürerek mutasarrıf paşayı bu fikrinden vazgeçirmeye çalışır. Önceki aylarda buralardan geçen Osmanlı ordularının Havavlılarda güzel anılar bırakmadığı aşikârdır. Paşa ikna olmaz ve gerekli düzenlemeleri yapmak için köye bizzat geldiğinde köylüler bu girişime yine itiraz ederler ve ambarın inşasını engellemeye çalışırlar. Yalnızca o zaman paşa geri adım atar ve ambarı başka bir yerde tesis eder [8].

Tevfik Bey

İmdi Tayfur, Tefil ya da Tefo diye de anılan Tevfik Bey Şerif Beyin yerini alır. O da babası gibi Til köyünde kalmaya devam eder ve bütün Amşad nahiyesi onun hükmü altındadır. Sürülebilir topraklar Tevfik Bey zamanında akrabası beş bey arasında bölüştürülmüştü. Daha sonra bu sayı dörde iner [9]. İmparatorlukta anayasa düzeninin zaten tesis edildiği 1908 yılında, bir yandan Tevfik Beyin adamları ve onun müttefiki kuvvetler ile diğer yandan Sakrat’tan İbrahim ve Rüştü Beyin adamları arasında silahlı bir çatışma vuku bulur. Anlaşmazlık nedeni Gülüşker köyünün aidiyeti meselesiydi. Tevfik Beyin çatışmadan önce Havavlılara çağrı yapmasına rağmen Ermeni köyünün sakinleri kavgada yer almayı reddederler. Üç bey söz konusu çatışma bittiğinde yerel mahkeme tarafından yargılanır ve Urfa hapishanesinde dört yıl yatarlar [10].

1895 katliamları

Bazı Havavlılar, katliamlar henüz başlamadan önce, bir şeylerin hazırlandığından zaten haberdardırlar. Nitekim dost Kürtler, aynı zamanda mahalli görevliler Havavlıları bilgilendirmişlerdir [11].

Havav, 22 Ekim 1895’te, çevre köylerden gelen silahlı Kürt aşiretler ve bir çete tarafından kuşatılır. Ermeni kaynakları Yüzbaşı Ali Efendinin Havav’a karşı gerçekleştirilen bu saldırının başarıya ulaşmasında önemli rol oynadığını belirtirler. Köydeki itibarını yeniden diriltmeye çalışan, Havav çevresinin etkili beyi Şerif Bey de faal iştirakçilerdendir. Köyün önde gelenleri Kürt İbrahim Beyin meskeni olan Sakrat köyüne hemen bir temsilci heyeti gönderir ve karşılığında para sözü vererek korunma ricasında bulunurlar. İbrahim Bey Havav namına yetkililer nezdinde aracılık yapmayı üstlenirse de çabalarının elle tutulur bir yararı olmaz. Havav Palu’nun en zengin köyüydü, dolayısıyla verilen büyük para hediyelerinin, namı diğer rüşvetlerin Kürt beylerinin iştahını pek de dizginleyemeyeceğini tahmin etmek zor değil. Bizzat mahalli yetkililerin teşvikiyle her türlü vahşete göz yumulduğu böyle bir zamanda talan ve hızla zenginleşme hayali kuşkusuz her şeyden ağır basıyordu [12].

Saldıran çetenin gerçek hedefinin talan olduğu aşikâr. Havavlı Ermeniler kendilerini savunmayı denerler. Ancak Ermeniler arasında genel bir panik havasının hüküm sürdüğü izlenimini ediniyoruz. Umutsuzluk ve savunmasızlık duyguları hepsinde ağır basmaktadır. Bu nedenle de Havavlılar kaçmaya ve dört bir yana dağılmaya başlarlar. Bunlardan bir kısmı yakındaki Kağtsırahayats [tatlı, engin bakışlı Meryem Ana] manastırına ulaşırlar; eli silah tutmayanlar manastır odalarına yerleşir, erkekler ise direnmeye buradan devam ederler. Diğerleri dostları olan Kürtlerin evlerine, özellikle Ermenilerin oturdukları, Kürt İbrahim beyin himayesindeki Sakrat köyüne sığınırlar. Sakrat’a kaçan Ermenilerin sayısı çok geçmeden 300-400’ü bulur. Aralarında Havavlılar ama aynı zamanda Tset, Şinaz, Abrank, Sığam ve diğer köylerden felaketzede Ermeniler bulunmaktadır. Birkaç gün sonra köye atlı polisler gelir ve buraya sığınanları yerlerinden kaldırıp Palu kazasının yakınında yer alan kışlaya, oradan da Ermeni mahallelerine yerleştirirler. İbrahim ve Rüştü Beyler, Sakrat’tan Palu’ya kadar bütün yol boyunca, silahlı adamlarıyla Ermenilerin kervanına eşlik ederek onların güvenliklerini sağlarlar. Böylece, Havav’daki kırımlardan kurtulan Ermeni köylüler henüz katliamların uç vermediği Palu’ya ulaşırlar. Birçokları ildeki Surp Krikor Lusavoriç kilisesine, diğerleri ise Protestanların ibadethanesine yerleşirler. Ermeni mahallelerine saldırılar işte o günlerde başlar ve yaşanan vahşet sırasında Havavlılar da hayatlarını kaybederler. Sonunda, hemen hemen 180 hanelik bu köy için şiddetin bedeli ağır olmuş, 100’e yakın Havavlı kurban gitmiş, evler yakılmış ve yağmalanmış idi [13]. 80 erkek ve 70 kız çocuğunun himaye edildiği bir yetimhaneyi hayata geçiren ‘Deutscher Hilfsbund für Armenien [Alman Ermeni Yardımlaşma Derneği]’ misyonerlik örgütünün Palu kazasında tesisi tam da bu yıllara rastlar. Örgütün faaliyeti 1894’ten 1899’a kadar devam eder [14].

PALU (Şehir)

1895 katliamı

Palu’daki kanlı olaylar üç gün kadar devam eder. Bunlar Ekim ayının sonlarında uç verir. Tanıklıklara göre, kışkırtan taraf, Ermenilere saldırmaları için ildeki Türklere üç gün mühlet veren mahallin hükümet yetkilileridir. Başlarda Ermeniler güçlerini toplayıp kendi mahallelerinde savunmaya geçerler. Bu kez yine mahalli yetkililerin girişimiyle çevre köylerden Zaza Kürtlerinden oluşan silahlı adamlar getirilir. Bunlar büyük bir hızla Palu’ya çullanırlar, bir katliam ve talandır gider [15]. Çıkan olaylarda 1000’den fazla Ermeni hayatını kaybeder ve neredeyse bütün evler yağmalanır. Keza kızlar tecavüze uğrayıp kaçırılırlar. Örneğin, Çortoyan ailesinden bir kızın kasabalı Türkler tarafından zorla kaçırıldığı anlatılmaktadır. Barışın yeniden tesis edilmesinden sonra kızı ailesine geri getirmek mümkün olmaz. Buna benzer 250 kadar kaçırma olayı kaydedilmektedir [16].

Ermenilerin birçoğu tanıdıkları Türklerin evlerine sığınırlar. Komşuluğun sağladığı bu korunma birçoklarını kurtarır, aksi takdirde saldırganların daha çok sayıda Ermeni’yi ortadan kaldırması işten bile değildir [17].

OKHU

Parunag Topalyan’ın yazdığı kitapta Okhu köyünün mahalli tarihi hakkında pek bir şey bulamıyoruz. Burada, var olan bölük-pörçük bilgileri sunuyoruz.

Türk-Rus Harbi (1877-1878)

O sıralar Erzurum cephesine giden Osmanlı ordusu kıtaları üç-dört gün Okhu’da mola verirler. Okhululardan birçoğu hemen köyden kaçar ve yakın yerleşmeleri mesken tutarlar. Osmanlı ordusu hepsini dehşete düşürmektedir. Köyde kalanlar örgütlenir, kadınları ve genç kızları zaman geçirmeden bir eve saklar ve kapısının önüne odun yığınları dizerler. Saklananlara yiyeceklerini ancak, gizlice evin damından vermektedirler. Köylülerin, Osmanlı askerlerinin kadın ve kızları kaçırma eylemlerinden korktukları bellidir. Bütün kadınları birkaç gün sonra, dikkatleri uyandırmadan köyden çıkarmak ve başka bir yere nakletmek mümkün olur. Osmanlı ordusu geçen birkaç ayın ardından büsbütün düzensiz bir halde yeniden Okhu’ya uğrar. Muharebeyi kaybetmişler; hepsi de yiyeceğe muhtaç ve bitkin, kaçak ve yaralı askerler köyün içinde peyda olmuştur [18].  

1895 kırımı

Birçok Ermeni bu düzensiz ordu Okhu’ya girdiği zaman dostları (kirve) olan Kürtlerin yanına zaten sığınmışlardı. Örneğin birtakım Ermeniler komşu Sarucan köyüne kaçar ve orada dost Kürtler tarafından korunurlar. Onlar burada üç kurban verirler. Yanı sıra birçok ev yakılır ve talan edilir. Köyün kilisesi ve okulu yıkılır. Keza Ermeni kızları kaçırılır ve köyün muhtarı Kürt Mıho da bu eylemlere katılmaktan geri kalmaz [19].

BAĞİN

1864 davası

Köyde tarihi bir fasıl özelliği kazandığı su götürmeyen bu olay Bağin köylülerinin kendilerine hükmeden Kürt beyine karşı açtıkları dava ile ilgilidir. Bu başına aynı köyden Hacı Avedig Çoloyan’ın geçtiği, daha önce emsali görülmemiş bir protesto hareketiydi. Hacı Avedig, mahalli beye karşı atılacak hukuki adımlar devam ettiği sürece Bağin’i yekvücut tutmayı başarır. Kaynaklarda beyin adı belirtilmemiş ama Bağinlilerin köyde para toplayıp 200 Osmanlı altınını bir araya getirdiklerini biliyoruz. Bu para mahkeme masraflarını karşılamada kullanılacaktı. Ardından, Avedig Çoloyan köyün toplu itiraz dilekçesini de beraberinde alarak İstanbul’a gider. Bağinliler ve köyün mülklerine hükmeden bey arasında Osmanlı mahkemesinde görülen dava Ermeni kaynaklarına göre Bağinlilerin zaferiyle sonuçlanır. Artık Bağinliler kendi ekilebilir topraklarının yasal sahipleridirler. Aynı kaynaklara göre, izleyen yıllarda Kürt beyler köyde despotluklarını giderek yeniden tesis etmeyi başarırlar [20].

1882 kıtlığı

Bu da köyün toplu belleğinde aynı şekilde derin izler bırakan bir olaydır. 1882 yılında,  sayısız çekirge köyün tarlalarına saldırıp ekinleri telef ettiğinde vuku bulur. Bağin’in tekmil kışlık erzakı beklenmedik bir şekilde mahvolur ve köy kıtlık tehdidiyle karşı karşıya kalır. Köyün zor bir kış geçirdiği ve bu doğal afetin üstesinden güçlükle geldiği belli [21].

1895 katliamı

Köy, bu toplu şiddet döneminde yalnızca üç kurban verir. Bağinlillerin büyük bir kısmı komşu Kürt köylerine sığınır. Ermenileri ağırlayan bu Kürt köylerinin sakinlerinin oluşturduğu çete sık sık Bağin’e saldırır, köyü yağmalar, bir dizi evi ateşe verip Surp Sarkis Kilisesini yıkar [22].

NERKHİ

1895 katliamı

Palu ilinin kuzeyinde ve az bir yakınlarında yer alan bu köydeki şiddet eylemleri 1895 sonbaharında ya da daha doğrusu Ekim ayında uç verir. Köylüler bir sabah Nerkhi’nin birçok Türk ve Kürt tarafından kuşatıldığını görürler. Bütün ahali, hemşerileri Boğos Efendi Bozyan’ın üç katlı, kâgir evine sığınır. Bozyan sandık sarraflığı yapan bir Devlet memuruydu ve bu mevkii nedeniyle birkaç jandarma saldıran çeteye karşı onu korumaya gelmişti. Ancak buradaki varlıkları uzun sürmez. Çetenin saldırıları Bozyan’ın hanesine yöneldiği sırada jandarmalar hemen atlarına atlar ve köy sakinlerini kaderleriyle baş başa bırakıp uzaklaşırlar. Saldırganlar konağın kapı ve pencerelerini kırar ve içeriye çullanırlar. Bir vahşettir yaşanır. Bu küçük köyde 74 Ermeni hayatını kaybeder.

Acımasız güruh bununla da yetinmeyip ne var ne yok yağmalamaya başlar ve uzaklaşmadan önce köyün büyük bir kısmını ateşe verir. Bu katliamdan sağ kurtulan Ermeniler yakındaki Sakrat köyüne sığınırlar. Köy aynı zamanda, etkili Kürt beyleri İbrahim ve Rüştü’nün meskenidir.
 
Bu kanlı olayların köydeki Ermeniler ve onlara komşu yerleşmelerle olan ilişkileri üzerinde derin izler bırakması anlaşılır bir şey. Nerkhi köyü hakkında bu tanıklıkları yazan Boğos Melikyan babasının da balta darbeleriyle öldürüldüğü bu olaylar vuku bulduğunda henüz bir yaşında olduğunu belirtir. Keza o, Ermeni köylülerin ağlayan çocuğu susturmak için kendi lehçeleriyle söyledikleri “sesini kes, Türk gelir [tsanıt gıyre, Turkı kuka]” sözünü bu kırımlara atfeder [23].

  • [1] Dikran S. Papazyan, Badmutyun Palu Havav kiuği [Palu’nun Havav köyünün tarihi (Պատմութիւն Բալու Հաւաւ գիւղի)] (Ermenice), Yay. Mışag, Beyrut, 1960, s. 14-16.
  • [2] a.e., s. 17-21.
  • [3] a.e., s 22-28. Harutyun Tsakhsuryan, Badmutyun Palahovidi hınuts minçev mer orerı [Kadim zamanlardan günümüze Palu vadisinin tarihi (Պատմութիւն Բալահովիտի հնուց մինչեւ մեր օրերը)] (Ermenice), Yay. Donigyan, 1974, Beyrut, s. 388-389.
  • [4] Papazyan, a.g.e., s. 141-143.
  • [5] a.e., s. 233.
  • [6] a.e., s. 22-28.
  • [7] a.e., s. 50-53.
  • [8] Kıdemli Rahip Boğos Natanyan, Ardosr Hayasdani gam değegakir Palua, Karpertu, Çarsancaki, Cabağ Çuri yev Yerzıngayu [Ermenistan’ın Gözyaşı ya da Palu, Harput, Çarsancak, Çapakçur ve Erzincan Hakkında Rapor (Արտօսր Հայաստանի կամ տեղեկագիր Բալուայ, Քարբերդու, Չարսանճագի, Ճապաղ Ջուրի, եւ Երզնկայու)], (Ermenice), 1883, İstanbul, s. 64-66.
  • [9] Tsakhsuryan, a.g.e., s. 411.
  • [10] a.e., s. 415.
  • [11] Papazyan, a.g.e., s. 41.
  • [12] Mesrob Grayan, Palu: Palui gyanken arnıvadz badgerner, huşer, çapadzo kertıvadzner yev artsag eçer [Palu: Palu hayatından alınmış resimler, anılar, şiir ve düzyazılar (Բալու. Բալուի կեանքէն առնուած պատկերներ, յուշեր, չափածոյ քերթուածներ եւ արձակ էջեր), ç.n.], (Ermenice), Kilikya Katolikosluğu, 1965, Antilyas, s.473-474.
  • [13] Papazyan, a.g.e., s. 45-49. Tsakhsuryan, a.g.e., s. 431. Grayan, a.g.e., s. 473-476.
  • [14] Tsakhsuryan, a.g.e., s. 405.
  • [15] Grayan, a.g.e., s. 469.
  • [16] a.e., s. 470. Tsakhsuryan, a.g.e., s. 268-269.
  • [17] Grayan, a.g.e., s. 470.
  • [18] Parunag Topalyan, Hayreni kiuğıs Okhu [Ata köyüm Okhu (Հայրենի գիւղս Օխու)], Yay. Hayrenik, Boston, 1943, s. 74-75.
  • [19] a.e., s. 76-78, 85.
  • [20] Bağin Köyünü Yeniden İnşa ve Eğitim Cemiyeti (Bağin Kyuği veraşinats yev usumnasirats Miutyun) tarafından yayınlanan Badmutyun Bağnadan [Bağin evinin tarihi (Պատմութիւն Պաղնատան)], ‘Hayrenik’ Matbaası, Boston, 1966, s. 125-128.
  • [21] a.e., s. 128-131.
  • [22] a.e., s. 131.
  • [23] Boğos Melikyan, Hayreni şunçov [Vatan ruhuyla (Հայրենի շունչով)] (Ermenice), Yay. Hamazkayin, Beyrut 1969, s. 257-258.