İnsan niçin fotoğraf çeker? Özellikle bir yazar ânı yazıyla ölümsüzleştirebilecekken niçin fotoğraf çeker?
İnsanın, iyiden daha çok kötü anları hatırlama eğiliminde olduğu söylenir. Bu sebeple hoş ve tatlı anları fotoğraflayarak saklamak ister; sanki hafızasına veya bakma yetisinin resimleri muhafaza kabiliyetine güvenmiyordur.
Fotoğraflar aynı zamanda bizim için, hayatımız esnasında değerli olanın hangisi olduğunu gösterir. Onlar, bıraktığımız mirasın bir parçası ve bize karmaşık bir dille kelimelerin çoklukla aktaramadığını anlatabilir.
Ermeni tarihi boyunca, Ermeniler her nerede yaşamış olsalar da, bireysel olarak, ailecek veya Yeni Culfa Ermenilerinin iskanında olduğu gibi, topluca sık sık yer değiştirmiştir.
Benzer yer değiştirmelerin en ağırı kuşkusuz 1915 yılında gerçekleşen göç ve Ermenilerin dağılması olmuştur.
Bu yer değiştirmeler sırasında insanlar sahip olduklarının asgarisini dahi beraberlerinde götürme imkan ve olanağına sahip değillerdir ve çoğu kez geride bıraktıkları mülk, toprak ve eşyaları acıyla yâd ederler.
Fakat garip, neredeyse anlaşılmaz bir şekilde bu eşyalar sahiplerinden bağımsız olarak seyahat edip, en nihayetinde sahiplerinin olmasa da, onlara yakın veya o eşyalara karşı özel bir ihtimamı olan kişilerin yanında yerlerini alıyorlardı.
Benzer eşyaları alan veya bunlara sahip olan kişi, muhakkak bir hikaye de “alır”, yani veren veya satan kişiden dinlerdi. Benzer hikayeleri insanlar akıl ve hafızalarına güvenme eğilimindeler. Aklın sıklıkla başımıza oyun oynadığını ve bir anının önemini ziyaret sayısına göre tahlil eden akıl için pek de önemli olmayan, fakat bizim için önemli olan şeyleri unuttuğunu düşünmez. Yani bir olay veya kişiyi ne kadar çok hatırlarsak, o olay veya kişi aklımıza o kadar fazla kazınır, oysa önemli bir olay, sıkça hatırlamadığımız takdirde, bizim için sahip olduğu öneme rağmen, unutabiliriz.
Tabii ki, kalemle kâğıt üzerine veya dijitalize eden bir araca kaydedebiliriz. Fakat yazıdan o kadar uzaklaştık ki, bilgisayar veya cep telefonuna yazmayı, kaydetmeyi dahi akıl edemiyoruz.
Bu sayfada sunulan albümde yer alan ve gözlerimizin önünde olan fotoğraf koleksiyonu da benzer bir yolculuk yaşamış. Burada gerçek ve çok eski fotoğrafların fotoğraflarını izliyor ve bir yerden bir yere ve elden ele yer değiştirmelerini ve nihai mekanlarına ulaşmadan önce yaşadıkları macerayı sanki yeniden yaşıyoruz.
Şimdi gözlerimin önünde, -bir on yıl evvel belki de ellerimde diyecektim, fakat şimdi dijitalize etme imkanlarından dolayı gözlerin önünde olmaları çok daha kolay-, çok eski ve maalesef korumasız kalmış, çoktan çekilmiş (veya alınmış) fotoğraflardan oluşan bir koleksiyon var.
Bu ifade de nereden geldiğimize bağlı olarak değişir bizim için. Mesela İstanbullu Ermeniler için “bir resim alalım” Kahire ve İskenderiye’ye gelmiş, oysa Suriye ve Lübnan Ermenileri “fotoğraflanalım” veya on yıllar önce “fotoğraf çekinelim” diyeceklerdi.
İster profesyonel, ister amatör olsun, fotoğrafçılar genelde fotoğraf ânını, konumunu, netliği resmi güzelleştirmek adına özenle seçer.
Fakat bu koleksiyonda benzer bir çaba yok; ânı veya mekanı kaçırmama ve hemen kaydetme endişesi, telaşı var.
Koleksiyonda iki portre göze çarpıyor; Dr. H. Boğosyan ve Philiph Arpiaryan. Neden sadece bu ikisi var. Acaba fotoğraflayanın arkadaşları mı, yoksa fotoğraflar tesadüfen mi çekildi?
Her birey aynı manzarayı veya olayı kendine has bir şekilde, muhakkak kendi mührünü resme aktararak fotoğraflar.
Bu albümdeki fotoğraflar kimin eseri ve fotoğrafçının resimler üzerinde bulunan mührü nerede?
Albümün İstanbul Ermenisi iki kardeşe, yani Stepan ve Dr. Henri Arslanyan’a ait olduğu söyleniyor. Albüm, kız kardeşleri Rejina Arslanyan-Torosyan’da kalmış. Bu kız kardeşin evladı olmadığı için, eltisinin kızı olan Şake Torosyan-Torosyan’a, ondan da Şake’nin kızı Azniv Torosyan-Torosyan’a, ve daha sonra da bu yorgun albüm nihayet Nani Torosyan-Tıncugyan’a ulaşmış.
Bu hikayede Vağinag Pürad’ın ismi bir kere anılmakta. Fotoğraflardan birinin altında kendi el yazısı ile, çok net olarak, “Ben kendim” yazılı. (El yazısının kendisine ait olduğu şu an ABD’de yaşayan Vağinag Pürad’ın oğlu Hayg Pürad tarafından doğrulandı. Fakat bu V. Pürad’ın bir şakası olmalı, çünkü bahsi geçen fotoğrafta sadece bir katır görünüyor).
Arslanyan kardeşlerin hali vakti yerinde ve çok seyahat eden kişiler oldukları söyleniyor, böylelikle fotoğrafların aidiyeti de kesinleşmiş oluyor sanki.
Otobiyografisine dayanarak, Vağinag Pürad’ın da epeyce yolculuk ettiğini, hatta Titanic kazasının kurtulan yolcularından biri olduğunu hesaba kattığımızda, kendisinin de çok seyahat ettiğini anlıyoruz.
Konu hakkında Vağinag Pürad’ın yayınlanmış anılarında okuyoruz. Kitabın önsözünü, Vağinag Pürad’ın oğlunun samimi arkadaşı olduğunu söyleyen Şahen Khaçadıryan kaleme almış.
Kitabı aşağıdaki linkten okumak mümkün: https://arar.sci.am/dlibra/publication/279330/edition/256230
Tüm bunlara rağmen, albümün kime ait olduğunu tespit etmekte zorlanıyoruz. Fakat bu, varlığından ve orada verilen bilgilerden daha mühim değil.
Her ne kadar albümde bulunan bazı fotoprafların açıklamaları olsa da, bunlar sadece fotoğrafın çekildiği yerin isimlerini belirtmekte, fakat fotoğrafçı, fotoğrafın niçin çekildiği veya tarihi hakkında herhangi bir şey söylemez.
Bir an albümün Vağinag Pürad’a ait olduğunu kabul edelim: Peki nasıl Arslanyan kardeşlerin yanında kaldı: İşte asıl gizem burada. Bu üçünün birbirleriyle bağı var mıydı? Veya hayatlarının belli bir döneminde aynı anda Halep’te bulunup, fotoğraf çekilmeye ve fotoğraflar çekmeye fırsatları oldu mu?
Altına, “Halep’teki kedilerim” kedi fotoğraflarının durumu da var. Bahsi geçen üç kişiden, Arslanyan kardeşler ve Vağinag Pürad’tan acaba hangisi Halep’te yaşamış? Çünkü kedi sahiplenmek için orada yaşamak gerekir?
Aidiyetten öte, bu 46 fotoğrafa baktığımızda öncelikle bunların dört grubta toplantığını görüyoruz:
- Portreler,
- Manzaralar,
- Köyler, kasabalar ve şehirler,
- Kediler, “Halep’teki kedilerim”.
Bu dört grup içinde, ilki hariç, bir çok başlıksız fotoğraf bulunuyor.
Bu albüm her kime ait olmuşsa olsun, orada bulunan fotoğraflar, özellikle şahıs fotoğrafları, Batı Ermenilerinin hayatında önemli veya belli bir yer edinmiş, ama daha sonra unutulmuş kişileri bir kere daha anmak için bir vesile. Bu albümün muhafaza edilmesi, kendilerini unutuluştan kurtarmanın bir şekli.
Vağinag Pürad
Vağinag Pürad Batı Ermenice edebiyatı romancılarından, Soykırım kurbanı olan Sımpat Pürad’ın ilk oğlu. İkinci oğlu Hayg Pürad’tı.
Vağinag Pürad 1886’ta Zeytun’da (Süleymanlı) doğdu. İlk öğrenimini doğduğu yerde tamamladıktan sonra, eğitimine ailesinin o dönem yaşadığı İskenderiye ve Kahire’de devam eder.
1903’te üst düzey bir Batı Ermenicesi, Latince, İtalyanca, Fransızca, aynı zamanda editörlük ve litografi de öğreneceği Venedik’teki Mkhitaryan Okulu’na kabul edilir.
Vağinag Pürad, İstanbul ve Diaspora’daki bazı topluluklarda yayıncılık alanında kendisini ispat etmiş önemli isimlerden biri. Roma, Paris ve Marsilya’da yaşamış ve çalışmış biri olarak, babası Sımpat Pürad’ın hemen hemen tüm kitaplarını, aynı zamanda farklı yerlerde yaşayan yazarların eserlerini yayınlama yönünde büyük çalışma yürütmüştür.
1907’de İstanbul’a dönmüş ve Modern Lithography yayınevini kurar. Çeviriler yapmış ve onları yayınlayıp, İstanbul dışına da, farklı ülkelere dağıtmıştır. Bu dönemde, Amerika yolunda, Titanic kazasından kurtulmayı başarmıştır.
Soykırım’dan kurtulabilmiş ve 1925-1946 yıllarında Suriye, Lübnan ve Mısır’da yaşamıştır.
1946’da Ermenistan’a gider ve 1972’de, babasının Çankırı’dan ulaşan son isteğini yapamamış olmanın acısı yüreğinde, vefat eder: “Zaten öldüm. Bedenimi unutun ve yazılarımı kurtarın”.
Mısır’da bulunan AGBU Yervant K. Ağaton kitaplığında Vağinag Pürad’a ait çok sayıda yayına rastlamak mümkün.
Dr. Khacig Boğosyan
Dr. Khacig Boğosyan aynı derecede ünlü bir simaydı. 1875’te Germir’de (Kayseri bölgesi) doğmuş ve ilk öğrenimini orada almıştı. Daha sonra İstanbul’a gidip tıp okuluna kabul edilmiş ve eğitimini yarım bırakıp Lozan’a gitmiştir. Orada tıp üniversitesini bitirmiş ve psikiyatri alanında uzmanlaşmıştır.
İstanbul’a dönmüş ve 1906’ta S. Pırgiç Hastanesi Psikiyatri bölüm şefi olmuştur.
Osmanlı ordusunda hizmet vermiştir.
1923’te Halep’e yerleşmiş ve toplumsal hayatta önemli çalışmalar yapmıştır. 1955’e, yani ölümüne kadar orada yaşamıştır.
İsviçre ve Paris’teki Psikiyatri Cemiyetleri üyesi idi.
1913’de İstanbul Ermenileri meclisine Anlara vekili olarak seçilmiş ve son ana kadar da bu görevini sürdürmüştür.
Demokrat-Liberal (Ramgavar-Azadagan) Parti üyesi olmuştur. Halep’te yayınlanan “Yeprat” günlük (başta üç günde bir yayınlanan) gazetesinin imtiyaz sahibi idi.
Halep’teki Verjin Gülbenkyan Anne Sağlığı Merkezi’nin başlıca kurucularından olmuştur.
Philiph Arpiaryan
Philiph Arpiaryan, ünlü yazar ve gazeteci Arpiar Arpiaryan’ın kardeşinin oğluydu.
Eğinli bşr ailenin oğlu olarak İstanbul’da doğmuş ve eğitimini de orada almıştır. Mühendislik diplomasına sahipti.
Karikatür alanında doğal bir yeteneğe sahipti.
Mısır’a yerleşmiştir.
Halep’in ünlü ve bugüne kadar ayakta olan ve işleyen Al Kelime Hastanesi’nin inşaat mühendisi idi.
* * *
Şehir ve köy fotoğraflarına gelecek olursak. Bu fotoğraflar Taftanaz, bir Çerkes köyü, İdlib ve Antep, Halep ve İstanbul gibi yerleşim yerlerinin o dönemki durumu hakkında bilgi vermektedir.