Sason kazasında bulunan Andok dağından eski bir resim (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Sason – Bayramlar ve İnanışlar

Yazar: Sonya Taşcıyan, 21/08/2018 (son değişiklik: 21/08/2018), Çeviren: Arlet İncidüzen

Sasonlular son derece gelenekselcidir. Özsavunma bilinciyle daha çok yüksek sıradağlık bölgelere yerleşmiş, diğer yerleşim yerlerinden ayrık ve bağımsızdırlar. Bu nedenle yaşam biçimleri yüzyıllar boyunca kökleşmiş yerel ritüeller, gelenekler ve inanışlar üzerine kuruludur. Sason’un coğrafi konumunun ve doğal yapısının özellikleri, ritüellere olan yatkınlığı güçlendirmektedir.

Sasonlular, sülaleler halinde, özerk bir düzende yaşarlar ve sabırsızlıkla bekledikleri bayramları maaile birlikte kutlarlar. Eğlenme, şarkılar söyleyip dans etme ve karşılıklı ziyaretlerde bulunmak için fırsat yaratan bayram günlerine büyük bir sevgi ve sevinçle hazırlanırlar.

Dalvorig bölgesinden eski bir resim. (Kaynak: EDF arşivi, Watertown, Massachusetts)

Yeni Yıl (Gakhındoğig)

Yeni yıl kutlamaları “poşd poşd” denen geleneksel ziyaretle başlar; yılın son gününde insanlar sevinçle birbirlerini ziyaret eder ve ayrılırken “Dıre male, sıre sale, khode kurık bıka jı malkhoye male” (yani “Evin kapısı, yılın başı, Alla evsahibine bir evlat bahşetsin”) derler. Fakirlere bu ziyaret sırasında mutlaka bayram sofralarını şenlendirmek için çeşitli yiyecekler verilir, herkes evine hazırlık yapmaya gider.

Küçükler o gece ev ev dolaşıp, damlar çıkar, bacalardan çoraplarını sarkıtarak şöyle bağırırlar: “Yılbaşı titretir, evin damına çıkınca, rüzgâr şapkamızı uçurur.” Ev sahipleri, çoraplara evdeki yiyeceklerden doldurur ve çocukları gönderir.

Maratug dağı. Fotoğraf: Behçet Çiftçi, Sason, Batman, Türkiye.

Bu sırada, aile evin ocağının başında toplanmış olur, “Mayram kütüğü” adını verdikleri koca bir kütüğü ateşe atarlar ki sabaha kadar yansın ve ocağın ateş sönmesin. Buğday kazanını ateşin üzerinden indirip haşlanmış buğdayı yerler. Sonra evin hanımı, evin kandilini temiz yağ ile doldurur ve yeni bir fitille yakar. Sonra erzak dolabından en makbul yemişleri, meyve, kuru üzüm, kak, ceviz ve pestil çıkarıp bayram sofrasına dizerler. Evin küçükleri yere oturmuş oyunlar oynar, evin büyüğü masal anlatır ve kadınlar da bayram sofrası hazırlıklarını görürler. Ocaktaki kütüğün, kalanını sabah parçalara ayırır ve mesela ayın 5’nde pişirecekleri “Mayram aşı” için ocağa bu kütüğün bir parçasını atarlar, yine ilkbaharda ilk sütü kaynatacakları zaman da koyunların hasta olmaması için ocaktaki ateşe bu kütükten bir parça koyarlar. Bu küllerin üzerinde ertesi günü yılın ilk ekmeğini (darehats) pişirirler.

Yeni yılın en önemli yiyeceği, yılın ilk günü her evde hazırlanan ve “purnig” adı verilen bu ekmektir. Bayram ketesi olan “purnig” mutlaka buğday unuyla yoğrulur. Evin hanımı elenmiş undan bir kaba bir iki avuç koyar ve evin 8-10 yaşlarındaki kızlarından birini hamuru yoğurması için çağırır. Yoğurulan hamuru ekşimesi ve mayalanması için kendi haline bırakırlar. Bu yeni mayayla da darehats yoğrulur. Yılın bu ilk mayasının, ailenin bereketini kutsayıp, bolluk ve sıhhat getireceğine inanılır. Bu hamurdan küçük bir parçayı pişirerek, karın ağrısından koruduğuna inandıkları için bebeklere yedirirler. Bundan sonra yılın ilk hamurunu yoğurup, purnigi hazırlamak evin hanımının işidir. Hamur mayalanana kadar, iç harcı hazırlanır, ceviz, kavrulmuş haşhaş ve tatlı pestil bir kapta dövülür. Ocak iyice ısındıktan sonra evin hanımı hamuru açar, içine harç doldurur ve içinde biri şansı biri de bereketi (yöre diliyle dovlat ya da devlat) temsil eden iki ahşap parçası koyar. Ocağın dibini süpürdükten sonra, diğer kadınlarında da yardımıyla purnigi ocağın dibine yerleştirir, üzerini sıcak külle kapatıp birkaç saat pişmeye bırakır.

Muş kazasının Şenig köyünün sakinlerinin evlerinin önünde çekilmiş bir fotoğrafı. Bu fotoğrafın 1908 ile 1914 arasından bir tarihte çekildiği varsayılmaktadır. Fotoğrafın altındaki yazıdan bu ailenin bazı üyelerinin Ermeni Devrimci Federasyonu'nun (Taşnaktsutyun) üyesi olduklarını anlıyoruz. (Kaynak: EDF arşivi, Watertown, Massachusetts)

Gece yarısından önce purnig sofraya getirilir, üzerindeki kül sıyrılır, sonra evin hanımı bıçakla dilimlere ayırır ve ev ahalisi dışında, ailenin evcil hayvanlara, gökteki kuşlara, pınarlara vb. de purnigden pay ayrılır. Kimileri purnigin evin büyüğünün önüne koyar ki “Göklerdeki Babamız” duasını okuyup, birincisi erkek cinsine, ikincisi kadınlara, üçüncüsü hayvanlara ve sonuncusu da doğaya olmak üzere dört parçaya ayırır. Sonra ufalayarak yerler. Hamurun içine konmuş nişanlar kimin parçasından çıkarsa o kişi için şanslı bir yıl olacağına ve ailesinin sayısının artacağına inanılır. O gece, yazın sıcak günlerinde dayanıklı olabilmeleri için su içmezler.

Khıtum (Bayram arifesi)

Bu günün özel yemeği, bakliyat ve yeşilliklerle hazırlanan “Mayram aşı”dır. Kazanı alçak ateş üzerine koyup ailece kiliseye giderler. Akşam, ayin sonunda ellerine mumlarla eve dönerler. Bu yemekten fakirlere ve o yıl evinden cenaze çıkanlara pay ayırırlar. Hastaların evine, yedi ayrı evden bu yemek getirilir, hep beraber sağlıklarına kavuşmaları için dua edilir. Siğilleri olan çocuklar için, bu yemek içinden çocuktaki siğil sayısı kadar nohut tanesi ayrılır ve bunlar sobanın bir köşesinde saklanır, siğillerin kırk gün içinde yok olacağına inanılır.

Sason’dan bir panorama. Ftotoğraf: George Ağcayan.

Çırorhnek (suyun kutsanması)

Evin hanımı günbatımında evin günlük ketesini yoğurur ve o haneye özel motif kalıbıyla üzerine şekil verdiği ekmeği pişirir. Her ailenin kendisine özel bir motif kalıbı olur ve bu kimseye verilmez.

Geleneklere göre evin hanımı, ev ahalisinin yıkanması için su ısıtır. Bu bayramda mutlaka kurban kesilir, her hane bir keçi veya koyun keser ve mutlaka muhtaçlara da pay ayırır. Hayvanın arka butlarından biri ve derisi pederin hakkıdır.

Kilisedeki ayin sırasında haçı su içine bırakırlar ve suyun içinde kutsal yağ (müron) akıtılırken yağın suya dağılmasına dikkat ederler, yağın dağılmaması hayra alamet değildir. Yağın damlacıklara bölünmesi o yılın bereketli olacağına dalalet eder. Kadınlar, kutsanmış sudan evlerine götürüp çocukların yüzlerine sürer, hasta olmamaları çocuklara ve evin evcil hayvanlarına içirir, bir parça da evin ekmeğinin ve o ekmekten yiyenlerin de kutsanması için hamur teknesine dökerler.

Derındes (Dırındes-Hz. İsa’nın Tapınağa Sunulması)

Çocuklar, “Derndes, Şubat yarılandı, hasatımız ve harmanımın yarılandı” diye bağırarak etrafta koştururlar. Erkekler, geniş bir damın üzerine dal ve yaprakları yığın yapıp pederi beklerler. Ayinden sonra peder ve muganniler ilahiler okuyarak gelir, ardından “Antasdan” isimli, dünyanın dört yanının kutsanmasına dair bir ilahi okunur ve peder şöyle der: “Allah, halkımı kutsasın, kim bir kuzu adıyorsa, ilk ateş o yaksın.” Böylece kuzu adağında bulunan ateşi yakma önceliği tanınır.

Geligüzan’dan bir Ermeni aile. (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Bu sırada duvarın altında, ellerinde yağlı dal parçalarıyla dizilmiş olan kadınlar, ateşe yaklaşarak ellerindeki dalları evlerine ışık ve sıcaklık götürmek adına tutuştururlar. Evde, bu ateşin sabah sönmemesi gerekir. Erkekler ve çobanlar, yapraklı dalları iyice kararana kadar ateşe tutar ve ahıra götürerek isini hayvanlarına sürerler. Ateş hafifleyince, tam yanmamış odun parçalarını, topraklarının kutsanması ve bereketlenmesi için tarlalarına atarlar. Genç kızlar, yaptıkları işlemelerden bir parça ateşe atar ve daha güzel işlemeler yapabilmeyi dilerler. Yaşlılar, ateşin küllerini küçük bir kar parçasına serpip, adı verilen, soğuk havalarda yetişkinler görülen titremeli bir hastalık olan ve bu yörede “kami” (Erm. rüzgâr) denilen hastalığa iyi geleceğine inanırlar. Kadınlar, külleri tuzla karıştırıp hayvanlarına yedirir, kimileri de otları ateşin dumanına tutarak koyunlarını ertesi gün de kutsanmış yemle besler. Anneler, bebeklerini kucaklayıp yedi kere ateşin etrafını dolaşır. Geç konuşan veya yürüyen çocuk da vaftiz babasının kucağında, ateşin etrafında yedi tur dolaştırılır. Genç birbirlerini ateşe doğru iter kakar, sonra da ateşin üzerinden atlar. Ateşin başında oyunlar oynamak, yarışlar düzenlemek de adettendir.

Çobanlar, Derındes ateşini dağlardaki ağıllarının önünde yakar. Peder bulunmayan köylerde, ateş farklı yerlerde yakılır, o gece köyün çeşitli yerlerinden yükselen ateş çok etkileyici bir manzara yaratır.

Kıçkoni veya Kamadeğik

Vartanants yortusunun Perşembesi, kadınlar bu bayrama has bir yemek olan kuru ayran (çortan) yemeğini pişirir. Ocak önünde toplaşan aile hep beraber yemek yer. Sonra tavandan bir halat sarkıtarak sırayla sağa sola sallanan halatın altına oturur ve birbirlerine iyi dileklerde bulunup, “Kamadeğik (veya kamadeğig sağa sola sallanma hareketine verilen isimdir ve bu sırada hastalıkların iyileştiğine inanılır) anamın küpleri yağla dolsun, babamın cepleri parayla dolsun” derler. Evin büyükleri de fısıltıyla dua eder: “Allah’ım kızıma hayırlı bir kısmet ver, bana çocuğumun mürüvvetini görmeyi nasip et. Hayırlı bir ölüm nasip et, rahmetini esirgeme.”

Sason’dan bir panorama. Ftotoğraf: George Ağcayan.

Surp Sarkis (Aziz Sarkis)

Surp Sarkis yortusu öncesinde küçük çocuklardan yaşlılara tüm Sasonlular oruç tutar, günde sadece bir öğün, yani sadece akşamları yemek yerler. İçlerinde bu dört günlük orucu toplamda sadece tek bir öğün yiyerek tutanlar da olur.

Çocukları oruç tutmaya özendirmek için, onlara “ışık tutan” (lusik bahoğ) derler ve oruç tutmaları halinde Tanrı’nın onları koruyacağını ve uzun bir ömre sahip olacaklarını söylerler. Anneleri, Cuma sabahı onlara özel bir mayasız ekmek pişirir, ayrıca evlilik çağına gelmiş gençler için de “şurhats” (veya “şur gugu”) dedikleri tuzlu bir ekmek pişirirler; su içmeden uyuyan gençler rüyalarında kendilerine kimin su verdiğini görürlerse o kişiyle evleneceklerine inanırlar.

Bu günde herkes bayramlıklarını giyer, hep beraber toplanıp tüm günü sohbet ederek, şarkı söyleyerek ve oyunlar oynayarak geçirir, açlıklarını unuturlar. Ve Azize yakararak “Surp Sarkis, tut kuşağımdan, canım çıkmasın” derler.

Kadınlar, ertesi gün yenecek bayram yemeği olan “pokhınde aşı” (haşlama) için dövme buğday ve darı kavurur ve bırakırlar. Anneleri, çocukları aç yattığı için geceleri uyku tutmaz, sabah erkenden kalkıp çocuklarını uyandırır, onlara un helvası veya ekmek lokması hazırlayıp yedirirler.

Pokhınde aşı”nı büyük kazanlarla hazırlarlar, sofranın etrafında toplanıp birlikte yerler. Gençler, kendi paylarından bir parçayı gizlice evin damına atar ve yemek için gelen kuşun hangi tarafa uçacağını beklerler merakla. İnanışa göre kısmetleri o yönden gelecektir.

Muş Ovasındaki Arakelots Manastırına gerçekleştirilen ziyarete dair nadide bir resim. (Kaynak: EDF arşivi, Watertown, Massachusetts)

Şıvtahan (Şıvot kovma)

Kışın kötü ruhuna Şıvot/Şıvod adı verilir. Şubat ayının kötü ününe verilen isimdir bu. Şubat ayının son gününü 1 Marta bağlayan gece yarısı ev ahalisi ellerine birer odun alıp evin duvarlarına, köşe bucağa vurarak kışın kötü ruhunu korkutup kovarak ve baharı evlerine davet ederek şöyle derler: “Şıvot (Şubat) dışarı, Atar (Mart) içeri!”

Sasonlular, Şubat sonu ve Mart başındaki yedi gün süren ve havanın beklenmedik şekilde değiştiği “kocakarı soğukları”na “Zib” derler.

Küçük boy bakır bir haç, üzerinde Ermenide "Ermenilere özgürlük - Meşrutiyet 1908" yazıyor. Üzerinde aynı zamanda büyük olasılıkla ait olduğu kişinin adı da belirtilmiş: "Kıdemli Diyakoz Dikran Garabedyan" Bu haçın, uzun yıllar boyunca Muş Ovasındaki Arakelots Manastırı yakınlarında yaşayan Müslümanlaşmış Ermeniler tarafından muhafaza edildiği düşünülmektedir. 1975 civarında, bu bölgeyi ziyaret eden Fransız sanat tarihçisi Jean-Michel Thierry'e yaklaşan köylüler, yere br haç işareti çizerek gizlice gerçek kimliklerini tanıtmak isterler. Ardından yanlarında sakladıkları bu bakır haçı, korunabilmesi için Fransız bilim insanına teslim ederler. Thierry Paris'e döndüğünde bu haçı, Arakelots Manastırını daha önce ziyaret etmiş olan aslen Muşlu Armenuhi Kevonyan'a (evlenmeden önceki soyadı Der Garabedyan) hediye eder. Bu yadigâr, günümüzde Kevonyan ailesinin arşivi içinde, Paris'te bulunmaktadır.

Barkandan (Paregentan/Karnaval)

Tüm Ermeni yerleşim yerlerinde olduğu gibi Sason’da bayram havası yaşanır. Kadınlar çeşit çeşit yemekler hazırlar, erkekler damlarda yer-içer, şarkılar söylenir, dans edilir, oyunlar oynanır, insanlar birbirlerini ziyaret eder ve iyi dileklerde bulunur. Kadın erkek, büyük küçük herkes toplanır, soğuk havaya rağmen uzun saatler boyunca birlikte eğlenir.

Mıgan Pazartesi

Oruç başlangıcı olan ilk Pazartesi gününe bu isim verilir. Erkekler damlara çıkar, ellerine aldıkları iki taşı birbirine vurarak bağırırlar:

  • Yakarayım, yakarayım, ne yakarayım?
  • Farelere, akreplere, yılanlara yakar.
  • Yakarayım, yakarayım, ne yakarayım?
  • Kötü söze, kötü göze ve kötü ruha yakar.
  • Yakarayım, yakarayım, ne yakarayım?
  • Düşmanlarımıza, Kürtlere, Türklere yakar.
  • Yakarayım, yakarayım, ne yakarayım?

Geligüzan (Cevizlidere) köyünden görünen Antog Dağı (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

O gün böyle şeyler söyleyerek oruç günlerinde yemekten ve eğlenceden mahrum kaldıkları gibi, o günkü inanışlara göre saydıkları bu tehlikelerden de mahrum kalacaklardır.

O gün girişilen bulaşık işine “Ferah şoy” adı verilir. Kadınlar, yemeğe dair hatıralar silinsin diye tüm kapları güzelce yıkar, sonra yerleri, tavanı ve bacaları temizlerler. Çatının kirişlerini kireç tozuyla ovarlar. Ardından, mutlaka oruç haftalarını takip edebilmek için büyükçe bir soğana yedi tüy batırıp soğanı tavandan asarlar ve buna “frik” derler. Tavanda sallanan soğan çocuklara orucu hatırlatır ve kaçamak yapmaların engeller. Kadınlar her cumartesi tüylerden birini çıkarıp ocaktaki ateşe atar.

Pilg Pazarı (Aydınlık Pazarı)

Sason’da kışlar çok sert ve çetindir. Sonbahar sonunda ilk şimşekler duyulmaya başladığında, sırtlarını duvara yaslayarak sapasağlam durur ve bu şekilde çok daha güçlü olacaklarına inanırlar. Ananeye göre oruç döneminin ilk Pazar günü doğa güçlerine, özellikle de şimşek ve yıldırımlara seslenerek ilkbaharda kendilerine ve ekinlerine zarar gelmemesini dilerler.

Ağpi/Akhbi köyü, Sason kazası. Buğday tarlarını tırmığıyla düzleştiren bir köylü. (Kaynak: EDF arşivi, Watertown, Massachusetts)

Gadğaşan (kuduz köpek) veya Der Amenagal (Kadir-i Mutlak) Pazarı

Orucun ikinci pazarına bu isim verilmiştir zira Sason’da insanlar kamburlaşır veya kuduz köpek ısırması nedeniyle kudurur. Sason’a özgü bu törenin amacı insanları bu tehlikelerden korumaktır.

Holu Kil veya Korekil

Miçink adı verilen Oruç döneminin ortasına denk gelen Çarşamba günü, kadınlar pişirdikleri Miçink ekmeğinin içine bir işaret yerleştirir ve koydukları bu işaret kimin dilimine denk gelirse evin kısmetlisinin o olduğuna inanılır.

Potorgi Pazar (Fırtına Pazarı)

Oruç dönemi içindeki Pazar günlerinden biri kar ve tipiye ithaf edilmiştir. Adaklar adayarak ve dua ederek Tanrı’dan kendilerinin kar tehlikelerinden korumasını isterler. Sason’da her yıl çok sayıda insan tipilere kurban gider, şiddetli rüzgârdan göz gözü görmez olur, fırtına sırasında karlı dağlardan düşen çığlar yolları kapatır. Fırtınalı kış günlerinde, insanların ellerindeki büyük odun parçalarıyla kar altında kalanları kurtarmaya çalıştığı görülür.

Zarzartig (Dzağgazart-Palmiye Pazarı)

Geceyarısı çalan çan, insanları kiliseye çağırır. Herkes daha önceden hazırlamış olduğu mumlarla (“mompat”) kilisenin yolunu tutar. Hep birlikte mumlarını yakarak, kilisenin içini aydınlatırlar, birer mum da duvara tutturup ölülerinin anısına yakarlar. Mum bir parmak boyu kadar kaldığında mumu halka biçimine getirip boyunlarına asarlar ve yılanlardan korunacaklarına inanırlar.

Rahlenin önünde mumla birbirine tutturulmuş söğüt dallarından oluşan bir demet olur ve İncil okumayı bitiren peder bu demeti darma dağın yapar. İnanlar, söğütün iğnemsi yapraklarından bir tane alıp yüzüğe çevirerek parmağına takar ve “Kobnod” dedikleri parmak uçlarının çatlayarak kanamasına yol açan acılı hastalıktan korunmak için dua ederler.

Sabah, düz söğüt dallarını seçen çocuklar, kabuklarını soydukları dalları tekrar kabuklarla sararak, ateşin dumanı üzerinde tutarlar. Kabukları çıkardıktan sonra bu çubuklarda oluşmuş olan kısmi yanıklar bir nevi işleme görüntüsü yaratır. Bu çubuklara “kheğabırik” veya “khiğapıdig” derler. O gün çocuklar için ellerinde bu çubuklara sokak sokak, ev ev dolaşıp “Khiğapıdig, süslü...” diye bağırarak sevinçle dolaşma günüdür. Onların seslerini duyan kadınlar, evden dışarı çıkıp çocuklara kendi kümeslerinden topladıkları yumurtaları hediye ederler, böylece Garmir Zagid (Paskalya) için bir nevi hazırlıklar başlamış olur.

Garmir Zadig (Paskalya)

Cumartesi günü neredeyse herkes oruç tutar ve akşamüzeri yürüyerek Cırakaluyts ayini için kiliseye gidip komünyon alırlar ve yörede bunu “bardzrarik” olarak adlandırırlar. Sonra eve dönüp bayram sofrası etrafında toplanırlar. Oruçlarını ilk boyanan paskalya yumurtasıyla açar, sonra yağlı yemeklerden, yoğurt, peynir vs. yerler. Sasonlular, oruç sonunu belirten bu yemeğe “khıtil” der.

Kendilerine has bir yumurta oyunları vardır. Klasik yumurta tokuşturma oyunu sırasında çatlamış yumurtaları yerde yuvarlarlar ve kimin çatlak yumurtası bir diğerininkine değerse, o kişi iki yumurtanın da sahibi olur.

Ertesi gün toplaşıp kurban keserler ve kilisenin avlusunda bölüşürler.

7 Nisan – Basımbol

Kızlar, kadınlar ve genç kızlar bu günde damlarda toplanarak kırmızı ve yeşil tellerle “basımbol” denilen taçlar örer, sonra bu taçları renkli şeritler ve boncuklarla süslerler. Yetişkin ve yaşlı kadınlar ise “basımbol”dan şallar yaparlar. Ayin sırasında kutsanması için bunları kiliseye götürürler. Daha sonra bunları, kötülüklerde koruması için hayvanları boyunlarına veya boynuzlarına asarlar. Üzerinde mum çiçekler bulunan “basımbol”ları bebeklerin boyunlarına asar veya sevgililerine hediye olarak gönderirler.

Hampartzum (Hz. İsa’nın Göğe Yükselişi)

Hampartzum yortusunda, bütün aile yüksek bir ormanlık arazide bulunan Surp Atanakine (veya Surp Antania) manastırına ziyarete gitmek için hazırlık yapar. Her ailenin yanında kurbanlık bir koyun veya keçi götürmesi adettendir. Herkes bayramlık kıyafetlerini giyer, kadınlar ve kızlar en güzel süslerini takar, erkekler ise yanlarına hançerlerini ve silahlarını alır. Yola çıkmadan önce “Ey Surp Atania, işte elimizdekini sana vereceğiz, dileğimizi kabul et” diye dua ederler. Öbekler halinde yol koyulurlar, kafileye yol boyunca yeni aileler eklenir; kimi zaman erkekler tepeliklerde silahlarını ateşleyerek birbirlerine nerede olduklarını haber verirler. Kızlar şarkılar söyleyerek başlarını ve kemerlerini süslemek için çiçek çelenkleri hazırlar.

Ormanlık alana girdiklerinde hepsi de istavroz çıkarıp, içlerinden “Kutsal suretine inanıyor ve iman ediyorum” derler. Erkekler silahlarını ateşler, davul-zurna sesleri yükselir ve o sırada manastıra ulaşmış olanlar yerleşmeye başlar. Her aile, kurbanı pişirmek için bir ateş yakar. Gençler ve çocuklar, cesaretlerini ve çevikliklerini sergileyecekleri oyunları oynamaya dalar. Kızların ve erkeklerin burada birbirlerini görme ve sevdalanma ihtimali yüksektir ve inanışa göre o gün tanışan (veya nişanlanan) gençler kısmetli olur.

Sasonlu köylüler. (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Burada kutsal sayılan bir doğal havuz da mevcuttur. İnanışa göre bu su layık olmayan girmeye kalktığında çekilir. Bu suda yıkanan hastalar şifa bulur ve sağlıklı insanlar ise her türlü hastalık ve tehlikeden korunur.

Eğlence bütün gece sürer ve kurbanlar ateşler üzerine pişirilir, yer-yer kaval sesleri duyulur. Sabah ayininden sonra her aile kendi kurduğu sofra etrafında toplanır ve kurban etinden din adamlarına ve fakirlere pay ayırdıktan sonra yemeğe otururlar.

Rivayete göre, bu bayramdan önce gökyüzünde Leyla ve Mecnun âşık yıldızları buluşur ve bu sırada tüm evren muhteşem bir hal alır. Onların buluşma anına şahit olan kişi testisini suyla doldurursa su altına dönüşür.

Vartavar

Vartavar yortusunda her köyün ahalisi kendilerine en yakın ziyaret yerine gider. Mutluluk ve eğlenceyle dolu benzer bir ortamda yine kurban kesilir. Kilisenin duvarlarına taze çiçeklerden yapılmış haçlar yerleştirmek adettendir. İnsanlar çeşmelerin yakınlarında birbirlerine su fırlatır, suyun o yılki harmanlarına bereket getirmesini dilerler. Benzer bir inanış da kuraklık döneminde haçların suyla yıkanmasıdır.

Maratug dağına dört günlük bir ziyaret yolculuğu yapılır. İlk gün ahali Maratug dağının büyük zirvesine ulaşır, ikinci gün küçük zirveye geçerler. Burada iki gün boyunca bayram kutlamaları düzenler, kurban keser, şarkılar söyleyerek oyunlar oynar, yarışmalar düzenler, at yarışı vs. yaparlar.

Diğer Gelenekler ve İnanışlar

Gökyüzündeki ışık kaynakları ve doğal elementlere duyulan inanç Sason kültüründe özel bir yere sahiptir. Sason’daki Sim Dağı ay tanrısının ikametgâhı olarak bilinir. Sasonlular için kutsal bir ziyaret yeri olan Surp Antania manastırı bu dağda bulunmaktadır. Ay tutulması sırasında, erkekler tüfeklerini aya doğrultarak ateş açarlar ve böyle iyi tanrıyı kötü tanrılardan kurtardıklarına inanırlar.

Anneler, yeni doğan bebeklerini ay ışığı olan bir gece evin damına çıkarır ve çocuklarını ay ışığına tutarak bebeğin yüzüne ve ayaklarına, hasta olmaması için is sürerler. Daha büyük çocukların boyunlarına ay biçimli bakır kolyeler asarlar. Ay tutulması kötüye alamettir ve erkekler dama çıkıp silahlarını ateşler, kadınlar tutulmayı engellemek için dua ederek kurban adarlar.

Güneş tutulması için de aynısını yapar, güneş tutulmasını kan akacağının ve savaş çıkacağının işareti olarak sayarlar. Güneşe tapınma geleneği çok eskilere dayanır, ekmek veya kete pişirecekleri zaman hamurun üzerine güneş ışınlarını çizerler.

Onlara göre gökyüzündeki yıldızlar ile insanlar aynı sayıdadır, herkesin kendi yıldızı vardır ve her bir çocuk doğduğunda yeni bir yıldız oluşur, biri öldüğünde ise bir yıldız eksilir.

Gökkuşağı çıkınca kadınlar çeşmeye gidip su getirir ki evdeki yağ bereketlensin. Gökkuşağının bir ucu suyun içindeyse yağmur devam edecek demektir. Gökkuşağının altından geçen kişinin cinsiyeti değişir.

İnanışa göre şimşekler sessizse kar yağacak, güçlü ve gürültülüyse yağmur yağacaktır, şayet çok şiddetliyse dolunun habercisidir.

Yıldırım sadece kötülerin ve kötü niyetlilerin üzerine düşer, bu nedenler yıldırım düşerken kapı eşiğinde durmazlar çünkü kötüler buralarda saklanır. Durmadan Mesih’in ismini tekrarlayıp kötülerden ve yıldırımdan sakınmak için dua ederler.

Sasonlular için toprak kutsaldır. Toprağın adıyla yemin eder, “toprak şahidim olsun” derler. Secde etmek, toprağı öpmek ve yüzü toprağa sürmek toprağa tapınma yollarından bazılarıdır. Cenaze sırasında insanlar merhumun tabutunu bir avuç toprak bırakarak oradan ayrılır. Gurbete gidenler yanlarında bir avuç baba toprağı taşır. Manastırların ve ziyaret yerlerinin etrafındaki araziler kutsal topraklar olduklarından işlenmez, erkekler kutsal yerlere girerken silahlarını dışarıda bırakır.

Sasonlu Ermeniler. (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Ateşe tapınma Dırıntes’e bir örnektir. “Ocağın şahit ki...” ya da “Ocağın sönsün” gibi söylemler yaygındır. Evin ateşinin sürekli yanık olmasını sağlamak, geceleri de ateşi kontrol edip sabaha hazır tutmak kadınların görevidir.

“Sasonlu Tavit” efsanesi suya duyulan inancın güçlü bir simgesidir. Dzovinar, buradaki çeşmeden iki avuç su içer ve hamile kalır, Sanasar ve Bağdasar dünyaya gelir. Sanasar mucizevi pınarın suyundan içerek “Bu su yiğitlerin suyudur, her kim onun suyundan içerse onun gibi mert olsun” der. Kurgig Calal, Andok dağındaki fışkıran Baytoğ pınarından çıkmıştır. Kavgaya tutuşmadan önce Teğtzun Nene, Tavit’i “Mıher pınarı”ndan su içmeye gönderir, Tavit’in atı Kurgig Calal onu bu pınara götürüp suyun önünde diz çöker.

Dağlarda çok sayıda pınar, ırmak ve çay bulunmaktadır. Bunlara ışık pınarı, süt pınarı, yılan kaynağı gibi isimler verilir. Sasonlular, yöredeki suların şifalı ve iyileştirici güçleri olduğuna inanır.

Efsanevi bir varlık olan ve ölümsüzlüğü temsil eden Ejderha (Vişab) inanışı ile su inancı birbirine bağlıdır. Huşp (ejderha) yolu, dağlık bir geçittir ve Sasonlular buradan korkuyla geçer. Eski Vişab şehrinin kalıntıları Sason bölgesindedir. Sasonlular, yılanları evlerinin koruyucuları olarak görür ve evlerinde barınmalarına izin verir. Bebeklerin ve çocuklarının şapkalarına, büyüdüklerinde ejderha gibi olmaları için sıklıkla yılan motifleri işlerler. Erkekler, kıyafetlerinin içinde yılan derisi parçaları diker, kimileri gücüne inandıkları için göğüslerinin üzerinde yılan derisi taşır.

Sason’daki bir rivayete göre yaşlanan yılanlar Dzovasar ve Gepin dağlarındaki pınarlardan su içmeye gelir, pınarın yanında biten ölümsüzlük çiçeklerinden yedikten sonra suya girer, suda yüzerken deri değiştirir ve yeniden doğmuş olarak sudan çıkarlar.

Şenig [Alaniçi] ve Geligüzan’ın önde gelen Ermeni köylüleri. (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Surp Antania manastırının yakınlarında, Kürtlerin “Ganie maran” (yılan pınarı) dedikleri mucizevi bir pınar bulunmaktadır. Rivayete göre büyük yaralı bir yılan sürünerek bu suya girmiş, kısa bir süre sonra iyileşmiş olarak buradan çıkmış, eski derisinden sıyrılarak “şahmar”a dönüşmüş ve ormanda kaybolmuştur. Pınarın üzerinde pınarı suyunun toplandığı bir şapel vardır. Hastalar şifa bulmak için bu suya girer, mum yakar, günlük yakar ve dua ederler; eve dönerken yanlarına bu kutsal sudan alırlar.

Dzovasar’ın zirvesinde ay biçimli bir göl bulunur, burada Asdvadzadzna derler. Gepin yamacındaki yılan pınarına da Garmir Cagad adı verilmiştir.

Andok, Sason’un en yüksek dağıdır. Eteklerinde bulunan Merger bölgesinde Baytoğ (patlayan) pınarı vardır. Halk inanışına göre Andok dağının için denizdir ve içerisinde ateşten atlar güneşi ve dünyayı izlemek için dışarı çıkar, ancak insanların varlığını hissettikleri anda balık gibi suya dalıp Andok içinde kaybolurlar.

Maratug, Sasonluların en sevdikleri dağdır. En sevdikleri ziyaret yeri burada bulunur. Aslan Mıher ve Sasonlu Tavit, kavgaya tutuşmadan önce Marutavank’a (Marut manastırı) adağa gitmişlerdir. Bu alışkanlık nesilden nesle artarak aktarılmıştır. Halk söylencesine göre, dağlar kralı Andok’un, Maradug’a gösterilen hürmete bozulup, onu kıskanarak Maratug’a meydan okumuş. Andok, şimşek kılıcıyla Maratug’un kafasında bir yarık açararak bugün bile durmakta olan geçidi yaratır. Bu nedenle de halk ona “iki kafalı Maratug” demeye başlar. Andok’un hamlesine karşılık olarak Maratug koca bir kaya parçası koparır ve onun göğsüne doğru fırlatarak onu yaralar. Yaranın bıraktığı ize halk Maratug’un sillesinin izi demektedir. Bu iz Andok ve Gepin dağlarının birleşme noktasında bulunur.

Semal [Üçevler], bir Ermeni aile. (Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian, Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Maratug’un yamaçlarında Şarakar denilen kayalarında, taşlaşmış bir çoban ve sürüsü olduğu ileri sürülmektedir. Rivayete göre, sürüsüyle buraya gelen bir çoban, yaz sıcağından susadıklarından tepeye çıkarak kavalını hüzünlü hüzünlü çalar ve Maratug’dan kendilerine su bahşetmesini diler, karşılığında bir erkek keçi kurban etmeyi adar. Koca kayadan soğuk bir pınar fışkırarak çobanı ve sürüsünü ferahlatır. Çoban ve sürüsü susuzluklarını giderir ancak çoban sözünde durmaz. Maratug buna çok öfkelenerek çobanı, sürüyü ve pınarı taşlaştırır.

Maratug’un yamaçlarından birinde, bir kaya üzerine Tavit’in parmak izi bulunmaktadır. Rivayete göre çoban Tavit mutlulukla sürüsünü güderken, birden dağdan koca bir kaya parçası kopup üzerlerine doğru gelmeye başlar. Tavit zıplayarak kaya parçasını durdurur ve bu sırada kayanın üzerinde parmakizi kalır.

Sasonlular, “kem göz”e inanırlar, onlara göre güzel kızlara, yakışıklı erkeklere, kaliteli silaha veya güçlü atlara, iyi para kazanana, seçkin hayvanlara, kısaca göze çarpan her şeye göz değebilir. Dolayısıyla buna karşı hep tetikte olurlar. Anneler çocuklarının boyunlarına tılsım olarak boncuklar, renkli püsküller, paralar asar. Aynı amaçla, yeni doğum yapan kadına içinde iğneler attıkları bir bardak suyu içirir, yeni doğa bebeğin yastığına da iğne batırırlar. Ama çoktan “kötü göz değdiyse”, duacı kadınlara başvurur, kadınlar tuz, ekmek veya haşlanmış yumurtayı okur ve bunlar hastaya yedirilirdi. Bir de “kâğıt açan” kadınlar vardır ki bunlar çeşitli iksirler hazırlayıp “çarpılan”ı iyileştirirler.

Erkek bebeklerin, dişleri sağlam olsun diye saçlarını taramazlar, çocuk ilk dişini çıkarttıktan sonra saçını keserler. Eğer evde tak bir erkek çocuk varsa ve çok istenen ve zorluklar sonunda kavuşulmuş bir evlatsa, ebeveynleri yedi yıl saçını kesmemeyi adak adarlar. 7 yaşına geldiğinde kutsal bir mekâna ziyarete götürür ve saçlarını kestikten sonra fakirlere saçın ağırlığı kadar gümüş para dağıtırlar.

İlk dişini düşürdüğünde, bu dişi kapı menteşesinin altına koyar ve kapıyı açıp kapatarak “çocuğun dişleri kuzu dişi gibi küçük, katır dişi gibi sağlam olsun” derler.

Sason’daki Hazzo yerleşmesinden genel görünüm (Kaynak: Victor Pietschmann, Durch kurdische Berge und armenische Städte, Wien, 1940).

Yılın ilk yağını elde ettiklerinde, bunu kiliseye bağışlarlar. Bu vesileyle, Cırakaluyts ayininde dağların ruhlarına seslenir ve bol süt verimi dilerler. Yeni buğday hasatının ilk unuyla pişirdikleri ekmeğin tamamını hasat şükranı olarak dağıtırlar.

Belli hastalıkları için ziyarete gittikleri kutsal mekânlarda, özel ayinler düzenlerler. Üşütme ve titreme hallerinde, kutsal mekânlardan topladıkları taşları ısıtır ve vücutlarına sürerler; toprak alarak çamur yapar ve sırtına, ayaklara ve kollara sürerler. Kumaş parçasıyla birlikte ağrıların da orada kalması ve geçmesi için kıyafetlerinden kestikleri bir parçayı bu kutsal mekândaki ağaçların dallarına bağlarlar.

Yılan sokmasına karşı, “panzehir” olarak kırlardan topladıkları renkli taşları kullanırlar. Yaşlılara göre bunlar dolu sırasında gökyüzünden yeryüzüne düşmektedir. Yılan öldürürken “sahip olduklarını kaybetmeyesin” demek gerekir. “Amanat” (Emanet?) dedikleri siyah yılan safrasını göz ilacı olarak kullanırlar.

Akrep sokmasına karşı, sokulan kişiyi Maratug dağının zirvesini görebileceği bir tepeliğe götürür ve uzun süre gözlerini bu tapınılası dağın zirvesine dikerse zehrin yok olacağına inanırlar. Halk söylencesine göre zamanında bu dağın tepesinde Marut isminde bir münzevi yaşamaktaydı ve dünyanın en saf insanı olan bu zat akrep sokması nedeniyle hayatını kaybetmişti. Münzevinin mezarı dağın başındaydı ve üzerine bir manastır inşa edilmişti. Buraya Marutavank (Marut manastırı) dendiğinden daha sonra dağa da Maruta dağı denmiştir.

Maratug’un batısındaki derin vadiye “Dabanag” (kutsal sandık) denir ve Nuh’un gemisi buradan geçerken geminin kirişlerinden birini buraya düştüğü için vadinin böyle adlandırıldığı anlatılmaktadır.

Her yıl yaz aylarında Maratug dağından patlama sesleri duyulur ve yöre halkı “Maratug’un topu” derler buna. Bu sıra dışı görüntü, Maratug’un kötü kişilerin toprağına ayak basmasın diye topunu ateşlediği şeklinde açıklanır. Kadınlar, lanet okurken, “Maratug’un topu vursun seni” veya “Maratug’un topu evini yıksın” derler.

Bazı hayvanların dış görünüşleri ve doğaları da zaman içinde bazı inanışlara ve efsanelere yol açmıştır.

Eğer bir köpek bir eve bakarak hüzünlü ve uzun uzun ulursa, bu, o evde bir talihsizlik veya ölüm yaşanacaktır, şayet aya doğru ulursa o zaman genel bir felaket olacaktır. Yeni doğanları boğan ruhun köpekten korktuğuna inanılır, ailede bebek ölümü yaşanıyorsa aileler yeni doğan bebekleri köpek isimleriyle kutsar. Bazılar, köpeklerin yaraları yalayarak iyileştirebileceğine inanır.

Keğaşen [Gökçeli] köyü sakinlerinin toplu fotoğrafı. Ortadakiler, okul öğrencileri; çevrelerinde bir grup anne-baba. (Kaynak: Hayrenik [Vatan] gazetesi özel sayı, “Sasuni Hamar [Sason İçin]”, Boston, 1912).

Kedinin Mesih’in arındırıcısı olduğuna inanılır ve kedi öldürmek büyük günahtır ve kefareti kilisenin kapısı önünde kurban kesmeyi gerektirir. Geceleri kediyi takip etmekten korkarlar çünkü inanışa göre kedi insanları kandırarak mezarlığa götürür ve burada iskelete dönüşerek peşinden geleni boğar. Kedi patisi ıslatarak yüzünü temizlerse misafir gelecek demektir, vücudunu yalarsa yağmur yağacaktır. Ocağa yakın uyuklarsa kar yağacağı anlaşılır. Evden dışarı ot yemeye giderse kuraklık olacak, kıtlık ve pahalılık yaşanacaktır.

Evcil bir hayvan olan at Sasonlular için bir dost gibidir. Atlı, hayvanın bir yola girmeye direndiğini fark ederse, o yolun tehlikeli olduğuna karar verir ve geri döner. At nalını, nazarlık olarak tarlaya asarlar ve hasada göz değmesini engellerler. İnanışa göre dağlardaki yarıkların aralarında ateşten atlar yaşar ancak bunları ancak yiğit ve gözüpek kişiler görebilir.

Öküz, dayanaklı bir hayat arkadaşıdır. Haliyle ölen öküzlerin çanını nazarlık olarak ahıra koyarlar.

Karanlığı kaçırıp aydınlığı getiren, sabahı müjdeleyen horozun ötüşü günü müjdeler. Gökyüzünün horozunu duymadan asla ötmez. Yavaşça ve gururla ilerler zira ayakları birden yeryüzüne değerse dünya yıkılabilir. Dama çıkarak tek ayağının üzerinde durur ki kirişleri kırarak eve zarar vermesin. Şayet akşamüzeri, tünediği yerde zamansızca öterse, bunu bolluk ve sıhhat emaresi sayarlar. Ancak bir tavuk, horoz gibi öterse, evin eşiğinde tavuğun başını keserler çünkü bu durum bela ve ölüm habercisidir.

Sasonluların inanışlarından bir de dünya gezegeni hakkındaki ilginç görüşleridir; onlara göre dünya koca bir balığın ortasından durmaktadır ve depremlere balığın hareketleri sebep olmaktadır.

Kaynaklar

  • Vartan Bedoyan, Sasun, “Nakhapem” Yayıncılık, Erivan, 2016, s. 744.
  • Yeğyazar Garabedyan, Sasun, “Haybedhırad”, Erivan, 1962, s. 203.
  • “Asbarez”, 10. yıl derlemesi, Kaliforniya, 1918, s. 246-257.