Diyarbakır, Surp Giragos mahallesinde kazanlarla pirinç hazırlığı (Dikran Mıgunt, Amidayi Artzakankneru Veragoçumın, II. Cilt, New Jersey, 1953). Siyah-beyaz bu resim DeOldify ile renklendirilmiş ve Huşamadyan tarafından temizlenmiştir. Fotoğrafın orijinal halini makalenin sonunda görebilirsiniz.

Diyarbakır – Ailevi ve Dini Gelenek ve Görenekler

Yazar: Sonya Taşcıyan, 23/07/20 (son değişiklik: 23/07/20), Çeviren: Sevan Değirmenciyan

Diyarbekirlilerin Gündelik Hayatı

Diyarbekir/Dikranagert Ermenileri, 1915 öncesinde, tüm vilayette 35-40 binlik bir nüfusa sahipti. Ermeniler milli veya dini bir çok grupla bir arada yaşıyordu. Şehrin Hristiyan toplulukları arasındaki egemen konuşma dili Diyarbekir Ermeni diyalekti idi [1]. Diyarbekir Ermenileri arasında meşhur tüccarlar ve usta zanaatkarlar vardı. Demircilik, kalaycılık, inşaatcılık, kunduracılık, marangpzluk, duvarcılık, kuyumculuk, terzilik, semercilik, dokumacılık vs. Ermenilerin faal oldukları zanaat alanlarıydı. Bir çok Ermeni aile bahçe ve bağlara sahipti.

Diyarbekir Ermenileri mutlu ve dolu bir hayat sürmeyi severdi. Doğa bu anlamda bonkör, iklim ise müsaait. Fakir veya zengin, az gelire sahip dahi olsalar, hayat sevgisi ve misafirperverlik karakterlerinin bir parçasıydı. Bu yüzden de eğlence ve ziyafet için daima fırsatlar hazırlarlardı. Nişan töreni kutlamaları, bir hafta süren düğünler, kayınpederin damadı yanına çağırdığı, damadın kayınpederini davet ettiği, kaynanaları için yapılan ziyafetler, çocuğun doğumu ve vaftiz töreni, isim günü kutlaması, milli ve dini bayramlar, adak ziyaretleri vs. bu fırsatlardan sadece bazıları. Şehrin surları dört kapıya sahip. Bunların yanında geniş ve güzel bağlar mevcut. Aileler, güzel kıyafetler ve süslerle, akşam saatlerinde buralara gezmeye gelirlerdi. Aynı şekilde Dicle kıyılarında açık hava ziyafetleri düzenler ve eğlenirlerdi [2].

Ziyafetler

Kabul gören genel kanaate göre kadın ve erkekler ayrı-ayrı ziyafetler düzenler ve mahalleliyi, dünürleri, tanışları, ahbapları, arkadaşları davet ederlerdi. Benzer davetler için öel vesilelere gerek görülmezdi, amaç sadece beraber olmak, sohbet etmek, ağırlamak ve eğlenmekti. Bu buluşmalar, özellikle, iklim nedeniyle insanların evde oturmak zorunda oldukları kış aylarında gerçekleşirdi.

Kadınların düzenlediği ziyafetin sazları def, santur ve maşa adı verilen ve uda benzeyen çalgılardı. Erkeklerin ziyafetinde ise kemani, kanun, dımbeke adı verilen bir darbuka ve flüte benzeyen çığartman adında bir sazdı [3].

Menekşelerin açtığı ve göçmen kuşların döndükleri Mart ayından itibaren halk ailecek surların dışında bulunan ovalara giderdi. Daha sonra Nisan’da çiçeklenmiş bademlik bahçelerine gidilirdi. Mayısta gül bahçelerine gidilirdi. Bunlar arasında en ünlüsü Götürmez bahçesiydi. Haziranda Alipınar ve Kıtırbıl bahçelerine gidilirdi. Ürünün olgunlaştığı yaz aylarında bir süre için kavun ve karpuz tarlalarına ve üzüm bağlarına, yani bostanlara taşınırlar. Bostanlar Dicle kıyısındaydı ve aileler hülle adı verilen küçük evlerini oraya inşa etmişlerdi. Tarlada geçen yorucu bir akşamüzeri, müzisyenleri buraya çağırır, karşılıklı hediyeler verirler, sofra açar ve ziyafet tertip ederler. Tarla mutfağının en saygın yemeği ise paça.

Tarladaki gündelik hayatta ilginç bir gelenek var. Geceleyin, dere kıyıslarında karşılıklı konumlanan aileler dere üstünden kandiller gönderir birbirlerine. Karpuzun içini boşaltıp, içine kül, hurç parçaları, talaş ve benzin koyarak, ateş yakar ve suda yüzdürürler. Böylece gece vakti eşsiz bir fener alayı gerçekleşir. Gülmeler ve alkışkar eksik olmaz [4].

1) Diyarbakır'da Ermeni pikniği, 1910. (Kaynak: PROJECT SAVE, Ermeni Fotoğraf Arşivi, MA, John Kazancıyan'ın izniyle)
2) Diyarbakır'da Ermeniler, 1912 civarı, fotoğrafçı bilinmiyor. Kanun, nargile, keman ve bir şişe arakla cümbüş hazırlığı. (Kaynak: Project SAVE Ermeni Fotoğraf Arşivi, Watertown, MA, mülkiyeti Antranig Tarzyan'a ait)

Siyah-beyaz bu resimler DeOldify ile renklendirilmiş ve Huşamadyan tarafından temizlenmiştir. Fotoğrafların orijinal hallerinin makalenin sonunda görebilirsiniz.

Kilise Sevgisi

Diyarbekir Ermeni cemaati kiliseleri çevreleyen mahallelerde yaşar. S. Giragos ve S. Sarkis Gregoryen cemaatine ait ibadethanelerdi. Protestan ve Katolik Ermeni cemaatlerine ait kiliseler de vardır. Her Pazar Kutsal Sunu ayini sonrasında kilise bünyesinde bulunan yemekhaneden kurban eti dağıtılırdı. Bu gelenek ta eski zamanlardan beri Diyarbekir’de vardı. Kurban eti için tahsis edilmiş bir kaç özel kazanda yemek hazırlanır, daha sonra kovalarla fakirlere dağıtır, hatta hasta ve muhtaç insanların evlerine götürürlerdi. Bayram ve özel günlerde zenginler kurbanı kendi bağışlarıyla hazırlatırlardı [5].

Şehirde tüm Ermenilerin bayram ve farklı vesilelerle bağışlarda bulundukları fakirhane de vardı. Bu farklı vesileler; bir hastalıktan iyileşme, vefat eden biri için yapılan ayini ruhani, bir felaketten kurtulma, yolculuktan dönmek vs. idi [6].

Adak ziyaretlerinin de Diyarbekirlilerin hayatında önemli bir yeri var. Tüm bayramlarda, kağnı üzerine yüklenmiş eşyalarla, ailecek bölge manastırlara ve kutsal yerlere ziyarete gidilirdi. Yaşça büyük olanlar ve küçük çocuklar kağnıya biner, kalanlar ise adak ziyaretine yürüyerek giderdi. Bu ziyaretler bir bayrama dönüşürdü. Kudüs’e adak ziyaretine gitmek de bir gelenekti. Hacı olabilmek için yıllar boyunca bu amaç için para toplanırdı. Kudüs dönüşü hacıyı büyük bir ziyafet ve törenle karşılar, ellerinden öperlerdi. Hacı ise Kudüs’ten getirdiği hediyeleri akraba ve yakınlara verirdi.

Aile Hayatı

Ermeni evleri genelde iki katlı. Dış görünüş olarak etkileyici olmayabilir, fakat avludan içeri rahat ve güzeller ve çoğu havuz ve büyük saksılarla süslüydü. Her evde aynı zamanda mutfak olarak da kullanılan bir tandır odası vardı. Aile zenginliğinin ölçütü kilerin boyutu, küplerin büyüklüğü ve bolluğu idi. Her aile kilerdeki küpleri doldurmaya çalışır ve bu vesile ile birbirlerine şu temennide bulunurlardı: “Baba İbrahim’in hayrı ve bereketi küplerden eksik olmasın”. Analar pazar günkü ayinden aldıkları kutsal ekmeği ürünün ve o üründen faydalananların kutsanması için bu küplerin içine koyarlardı [7].

Evlerin damı düz olurdu genelde. Yaz başında her aile buraya büyük tahta bir yatağa benzeyen bir taht koyardı. Kenarlarına çarşaf bir perde ile örtür ve geceler burada yatılırdı. Farklı bölgelerde bu taht çardak olarak da biliniyor. Tahtın bir köşesine su testisi asılır ve akşamları su serpilirdi. Meltem dağlardan indiğinde, ev ahalisi dama çıkardı ve şehirliler için yeni bir hayat başlardı gecenin ferahında. Burada yemek yer, tahttan tahta birbirlerine misafir giderlerdi; herkesin istirahat edeceği gecenin ilerleyen saatlerine kadar, büyükler masal anlatır, kızlar şarkı söyler, çocuklar oynar, kadınlar fısıldayarak günlük gelişmeleri birbirlerine aktarırdı [8].

İmece usulü, kapıdan kapıya, komşu yardımseverliği Diyarbekir’de yaygındı. Mıgırdiç Margosyan otobiyografik “Gavur Mahallesi” kitabında, kışlık stoğun hazırlanması için birbirlerine nöbetleşe nasıl yardım ettiklerini anlatır; şehriye hazırlamak, kömür temizlemek, buğday ayıklamak ve haşlamak, un ve buğday hazırlamak vs.

1) Diyarbakır, Asfar ailesi. Arka sıra: Sara Asfar ve kocası Kirkor Asfar, dört çocuklarıyla birlikte. Aile Diyarbakır'daki Süryani cemaatine mensuptu (Kaynak: Christine George arşivi, Johnstown, Pennsylvania).
2) Kadınların ve çocukların isimleri bilinmiyor, Diyarbakır, 1915 öncesi; fotoğrafçı bilinmiyor. Ermeni kadınlarının taktıkları inci taneli başörtüleri Diyarbakır'a özgüydü. (Kaynak: PROJECT SAVE, Ermeni Fotoğraf Arşivi,  Philadelphia, Pennsylvania'dan Boyacıyan ailesinin izniyle, Piskopos Papken Varjadebyan aracılığıyla).

Siyah-beyaz bu resimler DeOldify ile renklendirilmiş ve Huşamadyan tarafından temizlenmiştir. Fotoğrafların orijinal hallerinin makalenin sonunda görebilirsiniz.

Margosyan bazı ailelerde yemek masası olmasına karşın, yaygın ve sevilen olanın yeree serilmiş bir hasır üzerine yemek yemenin olduğunu anlatır: Masa olarak da büyük, bakır bir tepsi kullanılırdı. Evin kadını yemeği büyük bir tencere içinde getirir, yanına peynir ve ekmeği, yeşillik ve mevsim sebzelerini koyar. Aile masa çevresinde toplanır, “Göklerdeki Babamız” duası edilir ve herkes tahta kaşığı ile ortadaki tencereden payını alırdı [9].

Diyarbekirliler samimi ve içten bir karaktere sahip insanlardır. Birbirlerinin evine misafirliğe gitmek günlük bir meşgale. Margosyan kitabındaki “Bozanlara Gittik” bölümünde ailesinin Bozanların evine yaptığı gece ziyaretini anlatır. Belli ki birbirlerine haber vermek gerekmiyor; akşam yemeğinden sonra aile fertleri küçük benzin lambası olan bir kımbo alıp, belirlenen eve hep beraber gider. Kapı tokmağı çalarlar. Eğer evdeyseler, içeri girilir, yoklarsa, belli ki onlar da bir başka eve gitmişlerdir ve başka bir komşuya gitmeye karar verilir.  “Size misafirliğe geldik” denir, ayakkabılar çıkarılır ve eve girilir. Ev sahipleri “Başımız üstüne, gelin, gelin, içeri girin” der.

Sıklıkla erkekler beraber dama oynar ve şarap içerler. Kadınlar örgü örer, yenilikleri anlatırlar. Büyükler yanyana, mangal önüne oturmuş, torunlara masal anlattıktan sonra uyuklar, çocuklar ise yere oturmuş ceviz kırar, sonra pestil içine sarıp yer ve oyun oynarlar [10].

Şehirde büyük ve tarihi bir kaç hamam var. Hamama gitmek Diyarbekırlıların günlük hayatında önemli bir role sahip. Dereye yakın inşa edildikleri için, suları bol olur. Zenginlerin daimi olarak kiraladıkları kurnalar olurdu. Evin hanımları kendi eşyalarını; leğenleri, kildanı (içine sabun, lif, tarak koyulan özel kutu) hamallarla oraya yollardı. Ailenin tüm kadın ve çocukları daha sonra bir törenle araca biner, özel hazırlanmış yemek, tatlı ve serinleten şuruplarla hamama giderlerdi. Doğal olarak, gelinlik kız seçmek için hamamlar çok uygun bir mekandı. Evlenecek yaşta oğlan çocukları olan anneler genç kızları dikkatlice süzer, diğer kadınlar ise önerilerde bulunur veya bakışlarıyla bu veya şu kızın eksiklerini gösterirlerdi. Erkekler hamamı ise ayrı bir binadaydı. Kadınlar hamamından farklı olarak bu hamamlar tüm gün açıktı [11].

Hem erkeklerin, hem kızların defter ve kelim ile okula devam etmeleri kabul gören bir alışkanlıktı. Kızlar okuldan sonra ev işlerine yardım eder, evi temizler, dikiş yapar, yün örer, yemek hazırlar ve dantel örerdi. Genç erkekleri ise bir atölyede çıraklık edip zanaat öğrenir ve ailenin dış işlerine yardım ederdi. Pazar günlerinde ise çoğu kiliseye gider ve mugannilik ederdi.

Margosyan, kızların evlilik yaşının genelde 14-16, erkeklerin ise 18-19 olduğunu söyler. 18 yaşına gelen bir kız eğer evlenmemişse “evde kalmış” denir. 20 yaşına gelmiş ve halen bekar olan bir erkek içinse “ya sarhoş, ya delidir” derlerdi. Erkek veya kadın eğer 40 yaşına geldiklerinde torun sahibi olmamışlarsa “gün yüzü görmemiştir” denir [12].

Margosyan ilk aşkı hakkında konuşurken, evlenmek isteyen gençlerle ilgili bir kaç ilginç gelenekten bahseder. Erkekler hamamın karşısına oturur ve onlara bakmak ve birini seçmek için kızların çıkmasını beklerdi. Kızlar ise çeşmeden su getirirken, beğendikleri erkeğin üzerine sözde yanlışlıkla su serper veya sevdikleri erkek geçtiğinde kendi mendillerini pencereden atarlardı. Erkekler sırlarını annelerine açardı ve eğer anne beğenirse bu isteği yerne getirmek için çalışırdı [13].

Silva Özyerli'nin arşivine ait (İstanbul) Diyarbakır'dan getirilmiş hamam eşyaları. Soldan sağa: örtü/yaygı (futa), bakır sabunluk (kildan), yaygı (hamamdan sonra avluya serip üzerine oturur ve kuruyemiş yerlerdi), ahşap takunyalara (nalın).

Görücülük

Kız seçme geleneği erkeğin annesi veya kız kardeşinin görevi. Beğenilen kızı akraba diğer kızlarla beraber misafir olarak eve davet etmek bir gelenek. Hatta bazen misafirleri bir kaç gün tutarlardı, kızı daha yakından tanımak için. Bir diğer geleneğe göre, erkeğin annesi sabah ayininden dönüşte, kız arkadaşlarına sorular sorar ve oğlu için uygun bir kız söylemelerini ister. Önerilerden herhangi biri kabul edildiği zaman ise anne kadın akrabaları ile kız görmeye giderdi.

Önceden haber vermeye gerek yok. Sadece kapı tokmağı bir kaç kere hafif-hafif ve hızlı-hızlı vurulur ve bu “kız görmeye geldik” anlamını taşır. Evin büyüklerinden biri kapıyı açar, bu sırada genç kız misafirlerin önüne çıkmadan önce hazırlanmaya zaman bulur. Kadınlar sohbet ederken, kız kahve ikram eder ve bu kızı görmek, boyunu posunu, yüzünü, hareketlerini vs. incelemek için bir fırsat olur. Adayı beğendikleri takdirde ziyaret bir hafta sonra tekrarlanır ve bu ziyaret sırasında resmen “Allah’ın izni ile kızınızı oğlumuza istiyoruz” denir. Kız annesi kızının onurunu yüksek tutmak için çekingen bir cevap verir, ağırdan alır. Böylece zaman kazanıp erkek hakkında bilgi toplamaya başlar; nedir, kimdir, nasıl bir karaktere sahiptir, ne iş yapar, imkanları nedir, toplumdaki konumu nedir vs. İki tarafın bu birlikteliği uygun gördüğü takdirde müzakerelere başlanır [14].

Söz

Kızın ailesine önceden haber verip, erkeğin babası ve yakınları, Pazar öğleden sonra, mahalle ruhani görevlisinin önderliğinde, kızı istemeye ve söz kesmeye gelir. Bu görüşmeye kadınlar katılmaz. Sohbet farklı konularla açılır. Ta ki din görevlisi evlilik hakkında dini bir giriş yapana kadar. Papaz ziyaret amacını açıklar ve sözünü şöyle bitirir: “Allah’ın izni ile kızınızı oğlumuza istemeye geldik”. Doğal olarak kızın yakınları konuyu zorlaştırır, itiraz edilir, cevap verme görevini birbirine atarlar ve nihayet kızın dayısı, “Babası kabul ederse, ben veriyorum” der. Böylelikle müzake sona erer ve ikrama geçilir. Rakı kadehleri yükselir ve temenniler ve kutlamalar duyulur. Resmi bir ziyaret olduğu için, müzik yoktur [15].

Nişan

Takip eden Pazar nişan yapılır. Erkek tarafı kiliseye gidip daha sonra kıza hediye edecekleri nişanı okuturlar. Nişan genelde erkeğin babasının imkanlarına göre bir kaç süsten ibarettir. Muhakkak bir yüzük, bir saat ve bir kaç altın takı gerekliydi. Yakınlar nişanı takmak üzere kızın evinde toplanır. Bu vesile ile küçük bir ikram ve ziyafet de düzenlenir.

Düğün tarihini çeyizi hazırlamak için zaman olması açısından kız tarafı belirler. Bu süreçte, özellikle başlıca yortularda, kaynana diğer akrabalar eşliğinde, tatlı ve hediyelerle, gelin adayını ziyaret eder. Erkek uygun karşılanmayacağı düşüncesiyle kız evinin yakınından geçmekten imtina eder [16].

Diyarbakır'dan getirilmiş çeyiz bohçaları. Silva Özyerli arşivi (İstanbul).

Düğün

Düğünden bir hafta önce, hem gelin hem damat tarafından, iki taraf akrabalarına ayrı ayrı davetiye gönderilir. Perşembe günü küçük çocuklardan büyüklere, tüm kadınlar kız tarafının evinde toplanır ve şarkı ve türkü ile, şakalarla kına törenine katılır. Mum yakılır, kınayı rakı ve su ile yoğurur, sonra özel şarkılarla gelinin ellerini kınalayıp kendisini oynatırlar. Aynı günün gecesi erkekler damadı alıp hamama gider ve geç saatlere kadar ziyafet devam eder.

Cuma ve Cumartesi günleri yiyecekler hazırlanır, gelenek olduğu üzere ekmek ve çöreği, peynir ve şakarişiadındaki tatlıyı hazırlarlar.

Cumartesi düğünün yaklaştığını müjdelemek için damat tarafından geline halaf gönderilir. Halaf değerli bir kıyafetten ve altın takılardan oluşmuştur ve büyük bir tepsi içinde tatlılar buna eşlik eder.

Düğün Pazar olur. Kadın ve erkekler gelin evinde ayrı odalarda toplaşmış. Kadınlar şarkı ve danslarla geline arus’u giydirir ve gelinliğin her bir parçasını kutsarlar; duvağı, kemeri, ayakkabıyı vs. Erkekler ise bu vesile ile özel bir şarkı söyler [17].

Damat evinde de damadın akrabaları toplanmış ve damadı hazırlamaktadır o sırada. Yaşıtları önce damadı kilere götürüp iç çamaşırlarını giydirir ve salonda şakayla karışık şarkılar söyleyip damadı giyindirme törenine devam edilir.

İki evde de genelde gece yarısı yapılan nikaha kadar ziyafet vardır, yeme içme, şarkılar, danslar ve aydınlatma.

Muganniler gelin ev damadı ilahilerle karşılar, papaz nikah törenini icra eder ve kendisine bu vesile ile maddi bağışlar verilir.

Gelin alayı büyük bir kalabalıkla kiliseden eve döner. Önden fener tutan iki genç, sazende ve şarkıcıları aydınlatır. Onların ardından, düğüne katılanlar tarafından çevrelenmiş olarak, atlar üzerinde, kirve, gelin ve damat gelir. Arada sırada gençler havaya fişek atar ve korteji hereketlendirirler. Şehirdeki geleneğe göre, kortejin önünden geçtiği tanıdık veya bir akraba, çoğu kez bir sofra hazırlamış olarak onları beklemektedir. Mumlarla ışıklandırılmış masanın ortasında hoş kokular saçan buhurdanlık bulunur, onun çevresinde farklı içkiler, kavrulmuş badem ve fıstık, tatlılar ve iştah açıcı yemekler. Kortej durur, sazendeler yeni bir coşkuyla çalmaya başlar, katılanlar halaya durur. Evsahibi içki servis ederken, ev hanımı yeni evlilerin üzerine gül suyu serper ve “Allah korusun, kem gözden korusun, filizlenip çiçeklensinler, güzeş meyveler versinler” der [18].

Damat evinin salonunda zengin bir sofra kurulmuştur ve başlıca yemek ızgara tavuk ve pirinç pilavıdır. Müzik sabaha kadar devam eder. Papaz ertesi günü gelir ve nikah ile ilgili dualar okumaya devam eder. Bu sırada gelin kadınlar, damat ise erkeklere ayrılmış bölümdedir. Papaz evin avlusunda onları yanyana getirir ve dua okur. Bittiğinde yaşlı bir kadın önce üzerlerine gül suyu serper, daha sonra buhurdanlığı etraflarında gezdirir ve “ Tanrı kutsasın” dite tekrar eder [19].

Çeyiz

Hamallar gelin eviden çeyizi getirirler. Biri sandığı sırtlar, diğer ise leğeni ve hamam gereçlerini getirir. Damat evinde kadınların olduğu bir sırada çeyizin içeriği törenle sergilenir.

Gelinin gümüş tellerle dikili ve sırma kürklü kırmızı cekete sahip bir kaç ağır kıyafetinin çeyizinde bulundurması adettendir. Bunların yanında kısa bir üstlük, farklı kalınlık ve kumaşlarla dikilmiş zıbın (iç çamaşırı), mavi çiçekli Bağdat şalı, farklı yerlerde kullanılmak üzere, işlemeli önlükler (peştımal), Hint kumaşı ile dikilmiş kemer (lahor car),  teznik (yen), sırdanots (sütyen), Istanbola çite mendil (mendil), kolan (çorap) vs. Ayakkabıları muhafaza etmek için öngörülen özel kumaş torbalarda günlük ve özel günlerde giyilmek üzere ayakkabılar bulunurdu; kaloş potin, sarı çizme, üzeri sırmalı ayakkabı, nakışlı terlikler vs. Gerektiğinde yüzü örtmek için başlıklı peçe ve al peçe. Hamamda kullanılan ve kafa ve bedeni örtmek için kullanılan farklı boylarda havlular, hamam önlüğü, leğen, tas, ahşap tabure, tarak, lif, kese vs.

Tüm bunlar çeyiz için özel olarak hazırlanmış ceviz bir sandık içinde muhafaza edilir. Listede büyük bir duvar aynası ve tabii ki çantaya koymak için bir el aynası da vardır. Okuması olan gelin için Çağdaş Ermenice ile yayınlanmış, güzel mahfazalı, varak çerçeveli ve özel bir kilite sahip İncil’in de çeyize eklendiğini belirtmek gerekir. Peştağta adı verilen ahşap küçük süs kutusu muhakkak çeyizde bulunmalı. Kadınların şaşılası bir takı çeşidi var; inci püsküller, inci fesler, altın telli püskül vs. Günlük kullanım için ahşap saç tokası, törenlerde kullanılmak için de değerli taşlarla bezeli tokalar. Bunun dışında birden ona kadar karpuz veya bıdir adı verilen bilezikler, bıttum oğir (küpeler), saat zinciri, gerdanlık, halhal vs. da bu çeşitliliği sağlayan unsurlar. Yüzük çeşitleri de epeyce fazla. Alışıldık yüzüklerin dışında, baş parmak için zik adında geniş bir yüzüğe sahiplerdir. Sekiz farklı yüzükten oluşan, renklı taşlardan bir yüzük takımını da aynı anda ellerine geçirirler. Çocuklar için mısase adında el ve ayak için zınk-zınk bilezikleri de bulunur. Mavi peruz adında kötülükten saklayan boncuklar da kullanılır [20].

Çeyizlik önlük, masa örtüsü ve kadın iç çamaşırı. Silva Özyerli arşivi (İstanbul). 

Kayınpedere Saygı Töreni (Anerabadiv)

Düğünü takip eden ilk Pazar Kayınpedere Saygı anlamına gelen “anerabadiv” olarak geçer. Dünürler yeni gelinin babası onuruna teşekkür ve vefa nişanesi olarak büyük bir ziyafet tertipler. O gün kızın babası ve akrabaları ilk kez olarak gelip kızlarını görürler. Özel bir kabul töreni ile kızları ile karşılaşırlar. Görüşme sırasında çay ikran edilir. Kayınpeder (isteyen herhangi biri de) çay tepsisini geri verdiğinde içince altın bir takı koyar. Daha sonra geç saatlere kadar ziyafet ve eğlence devam eder.

Gelecek Pazar ise misafirliğe gitme sırası damatta. Bu ziyarete “pesabadiv” yani Damada Saygı adı verilir. Damat akrabalarıyla beraber kayınpederinin evine misafir gider. Aynı ziyafet tekrarlanır. Daha sonra gelinin annesi kadın akrabalarla beraber kızını görmeye gider. Bunu damadın annesinin misafir gelmesi takip eder [21].

1) Diyarbakır. Marangoz Krikor (Koro) ve ailesi (Kaynak: Dikran Mgunt, Amida yankıları, [Birinci Cilt], New York, 1950).
2) Prudyan ailesi, Diyarbakır, 1912 civarı. (Kaynak: PROJECT SAVE, Ermeni Fotoğraf Arşivi, Antranig Tarzyan/Terziyan izniyle).
3) Malhasyan ailesi, Diyarbakır, 1911. Bu fotoğraftakilerden sadece üç kişi Soykırım'da hayatta kalmıştır: ortada oturan delikanlı, Harutyun, sağdaki küçük kız Tuntaç "Florence" Malhasyan ve solda ayakta duran genç kadın Arek. (Kaynak:  PROJECT SAVE, Ermeni Fotoğraf Arşivi, Antranig Tarzyan/Terziyan izniyle).

Siyah-beyaz bu resimler DeOldify ile renklendirilmiş ve Huşamadyan tarafından temizlenmiştir. Fotoğrafların orijinal hallerinin makalenin sonunda görebilirsiniz.

Diyarbakırlı Yeretsyan ailesine ait  Kutsal Kitap. 19. yüzyıl sonlarından günümüze kadar ailede doğan her bireyin doğumu bu kitap üzerine kaydedilmiştir. (Kaynak: Tamar Nacaryan arşivi, Los Angeles)

Doğum ve Lohusa Hamamı

Margosyan kadın hamile kaldığında halkın kendisine dıkhmırov dediğini belirtir. Hamile kadın, özellikle ilk gebeliği ise, çevrenin yakın ilgi ve alakası ile çevrelenir. Doğuma yardımcı olan kadına ise kurme mama adı verilirdi. Toplum tarafından büyük bir saygı görür, çocuklar yolda kendisiyle karşılaştıklarında koşup ellerini öperdi [22].

Doğum sancıları başladığında ebe çağrılır. Bir kaç yaşlı kadın kendisine yardım eder, sıcak su, temiz bez vs. verir. “Bu bir erkek, gözün aydın”, müjdesini veren ebe baba tarafından daha fazla ödüllendirilir. Yeni doğmuş bebeği temizleyip, kundaklar ve anne kucağına verirler. Kayınvalidenin ilk işi un lapası hazırlamak olur. Yeni doğan çocuk bir hafta yatmalı.

Dışarı çıkmak artık mümkün olduğunda tanıdık kadınlar “gözün aydın olsun”a gelir ve sonrasında en yakınlarla beraber anneyi ve yeni doğmuş çocuğu lohusa hamamına götürüp yıkarlar. Farklı yiyecekler arasında en önemlisi farklı baharatlarla yoğrulan  lohusa helvasıdır. Yağ ve bala, karanfil, sakız, aneson, kişniş, zencefil, bahar, kara biber, kakule, Hindistan cevizi, tarçın, zerdeçal vs. karıştırılır. Tüm bunları yoğurup küçük toplar hazırlanır. Daha sonra bu toplar susama batırılır ve hamamda ikram edilmek üzere bir kutuya yerleştirilir. Yemeden önce helvanın bir kısmını yeni doğum yapmış kadının yüm bedenine sürerler ve bir kaç saat sıcak hamamda oturtup canlanması için tüm bedenin baharatları, yağ ve balı emmesini beklerler. Kadınlar daha sonra başka bir bölmeye geçer, çay hazırlar ve toplaşım birbirlerine ikram ederler, hatta yakın ve tanış kişilere de helva yollarlar [23].

Margosyan’ın anılarda okuduğumuz üzere, yeni doğmuş bebeği uyutmak için gacoren adı verilen bir beşik hazırlanırdı. Karşılıklı duvarlara iki büyük çivi çakılır, bunlardan sağlam bir çift ip gerilir ve üzerine de yatak konur ve çocuk uyutulurdu [24].

Vaftiz

Diğer Ermeni bölgelerinde olduğu gibi Diyarbekir’de de vaftiz töreni yeni doğan çocuğun kırkı çıkmadan yapılır. Bazen kiliseye götürseler de, vaftiz daha çok evde yapılır. Bu vesile ile hasa adı verilen bir tatlı hazırlanır ve ikram edilir.

İğneişi çocuk başlıkları. Silva Özyerli arşivi (İstanbul). Ortadaki küçük çocuk (bir fotoğraftan ayrıntı) Diyarbakırlı Kasapyan ailesine üyedir (Kaynak: Dikran Mgunt, Amida yankıları, [Birinci Cilt], New York, 1950).

Diş Hediği

Çocuğun ilk dişi çıktığında, kayın valide tüm dünür, tanış, ahbap ve komşu kadınları davet eder. Buğday, biraz da nohut haşlar. Suyunu süzdükten sonra, tarçın, aneson, karanfil vs. tatlı baharatlarla karıştırır. Bunlara şekerli leblebi, kuru üzüm, ceviz, badem ekleyip karıştırır. Çocuğu odanın ortasına, bir halı üzerine oturtur, yüz ve kafasını bir tülle örter ve karşısına farklı zanaatları temsil eden gereçler koyarlar; makas, kalem, çekiç, yüzük, bilezik, yüksük vs. Küçük çocuklar sırayla bebeğin başından aşağıya buğday tanelerini dökerken, yaşlı bir kadın anneyi öven bir şarkı söyler. Diğerleri ise bebeğin hangi aleti alacağına dikkatlice bakar ve gelecekte çocuğun ne meslek yapacağını tahmin etmeye çalışırlar. Bebek eğer kızsa da, hangi zanaatı yapan bir erkekle hayatını birleştireceğini tahmin etmeye çalışırlar. Kalem seçtiği taktirde okur-yazar olacaktır, makas ve yüksük seçtiğinde terzi, yüzüğü alırsa kuyumcu, çekici tercih ettiğinde demirci veya marangoz, bileziği aldığında da sanatçı, ressam olacağını düşünürler [25].

Vefat ve Defin

Evde ölüm döşeğinde olan veya yatalak bir yaşlı varsa, ev sakinleri yatağının başucuna bir İncil koyarlar. Daha sonra ruhani çağırıp son komünyonu almasını sağlarlar. Ölüm haberi kilise çanı ile yayılır; insanlar birbirlerine sorup ölenin kim olduğunu öğrenir. Daha sonra cenaze evine gidilip rahmetliye veda edilir, arda kalanlara ise taziye sunulur, defin ve cenaze işlerine yardım edilir.

Papaz cenaze ayini ve defin törenini yerine getirir ve bunun için kendisine bir bedel ödenir. Margosyan, mezarlıktan ayrılmadan orada toplanmış fakirlere ekmek ve helva dağıtıldığını, daha sonra ise can yemeği için eve geçildiğini anlatır [26].

Ölülerin anıldığı her büyük yortunun ertesi günü imanlılar ve özellikle kadınlar günlük yakmak ve dua etmek için yakınlarının mezarlarını ziyaret eder ve bu ritüeli “Ruhları şad olsun” diyerek nihayetlendirirler [27].

Cenaze fotoğrafı, Diyarbakır, 1907 veya 1908 yılı. Sandalye üzerine oturtulmuş olan rahmetlinin adı Giragos Amiryan (No 1). No 2: rahmetlinin kardeşi Hagop Amiryan. No 3: rahmetlinin karısı Prun (Prapyon). No 4: rahmetlinin kız kardeşi (ismi bilinmiyor). No 5: rahmetlinin kız kardeşi Hanım. No 6: rahmetlinin kız kardeşi Sara. No 7: rahmetlinin oğlu Aslan. No 8: Aslan'ın karısı Lusya. No 9: rahmetlinin oğlu Hovsep. No 10: Hovsep'in karısı Susli. No 11: rahmetlinin oğlu Dikran. No 12: rahmetlinin kızı Gadar. No 13: Gadar'ın kocası Mıgırdiç Yalcıyan. No 14: rahmetlinin kızı Tuma. No 15: Tuma'nın kocası Boğos Kırbaçyan, Surp Giragos Kilisesi'nin oymalarını yapmıştır. No 16: rahmetlinin kızı Mınuş. No 17: Mınuş'un kocası Tumas. No 18: rahmetlinin halasının oğlu Tovmas Vosgeriçyan. No 19: rahmetlinin halasının oğlu Bedros. No 20: rahmetlinin kız kardeşi (ismi bilinmiyor). No 21: Aslan'ın oğlu Karnig.
Aile Surp Giragos Kilisesi'nin yakınlarında yaşamaktaydı, dolayısıyla fotoğrafın kilisenin bulunduğu mahallede çekildiği düşünülmektedir. Hagop, Prun, Aslan, Dikran, Gadar, Mıgırdiç, Tuma, Boğos, Mınuş, Tumas, Karnig 1915 Soykırımı'na kurban gitmiştir. (Kaynak: Hurig Attaryan arşivi, Montreal)

  • [1] Dikris Salnamesi (Ermenice), Dikranagert Hemşehri Cemiyeti Halep Bölgesi Birimi, “Dikris” matbaası, 1946, Halep, s. 29.
  • [2] a.e., s. 10.
  • [3] a.e., s. 31.
  • [4] a.e., s. 33.
  • [5] a.e., s. 16.
  • [6] a.e., s. 15.
  • [7] Mıgırdiç Margosyan, Մեր այդ կողմերը (Bizim o taraflar, Ermenice), «Aras» Yayıncılık, İstanbul, 1994, s. 94.
  • [8] Dikris Salnamesi, s. 35.
  • [9] Margosyan, Bizim o taraflar, s. 76:
  • [10] a.e., ss. 127-130.
  • [11] Dikris Salnamesi, s. 36.
  • [12] Margosyan, Bizim o taraflar, s. 38.
  • [13] a.e., s. 56.
  • [14] Dikran Mıgunt, Ամիտայի Արձագանքներ (Amida Yankıları, Ermenice), I. Cilt, New York, 1950, s. 400.
  • [15] a.e., s. 401.
  • [16] a.e., s. 401.
  • [17] a.e., s. 402.
  • [18] Dikris Salnamesi, s. 12.
  • [19] Diktan Mıgunt, Amida Yankıları, s. 406.
  • [20] a.e., s. 406։
  • [21] a.e., s. 408։
  • [22] Margosyan, Bizim o taraflar, s. 70.
  • [23] Dikran Mıgunt, Amida Yankıları, s. 460.
  • [24] Margosyan, Bizim o taraflar, s. 79.
  • [25] Dikran Mıgunt, Amida Yankıları, s. 409.
  • [26] Margosyan, Bizim o taraflar, s. էջ 37.
  • [27] a.e., s. 28.

Fotoğrafların siyah-beyaz orijinalleri