Musa Dağ, Yoğunoluk - Genel görünüm (kaynak: Musa Dağ Hemşerilik Birliği, Ermenistan).

Musa Dağ - Çiftçilik ve Hayvancılık

Yazar: Vahram L. Shemmassyan 30/09/24 (Son değişiklik 30/09/24). Çeviren: Nazlı Temir Beyleryan.

Musa Dağ'daki toprak mülkiyeti, özel mülkiyet ile karakterize edilmişti. Dini vakıflar ve ormanlar gibi diğer kamu alanları hariç, gayrimenkullerin çoğu özel mülkiyet idi. Çok büyük çoğunluk müstakil evlere sahipti. Her konutun, genellikle dut ya da incir olmak üzere meyve ağaçları ve yeşil fasulye, patlıcan, kabak, karnabahar, marul, biber, turp, ıspanak, maydanoz ve nane gibi sebzelerin ekili olduğu küçük bir bahçesi vardı. [1] Nüfusun büyük bir kısmı başka gayrimenkullere de sahipti. Tarımsal mülkler iki kategoriye ayrılırdı: çereverk, yani suya yakın ve sulanabilir kategorisine girenler, bunlara bahça de denirdi. Meyve bahçeleri ve suya çok az ihtiyaç duyan veya hiç ihtiyaç duymayan tahıl tarlalarını oluşturan khupors (veya tarla), daşt (susuz) olarak nitelendirilirdi. [2] Bahçeler ekilebilir arazilerin yaklaşık yüzde 90'ını oluşturuyordu. Bityas'ta ortalama bir bahçe, her biri yaklaşık 30 metreye 4 metre (98 fite 13 fit) ölçülerinde, toplam alanı 1.200 ila 1.440 metrekare arasında değişen mandul veya saki adı verilen on ila on iki terastan oluşurdu. [3] Doğal olarak, arazilerin değeri büyüklüğe bağlıydı, ancak konumu gayrimenkulün değerlendirilmesinde daha da büyük bir rol oynamış olabilir. Örneğin 1890'ların başında Yoğun Oluk'ta Sarkis Naşalyan ailesine ait eşit büyüklükteki iki bahçe ve bir tarla sırasıyla 50 lira, 225 lira ve 375 lira değerindeydi. [4]

Yetiştirme

Musa Dağ’da hem yerel tüketim hem de ihracat için çeşitli meyveler üretilirdi.  Her iki tip üretim için elma, şeftali, armut, kayısı, kuru erik, yenidünya, nar, bunun yanı sıra portakal, mandalina, limon, incir, üzüm ve zeytin başlıca olanlardandı. [5] Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle narenciye yetiştiriciliği yaygınlaşırken, incir, üzüm ve zeytin 1915'ten önce de büyük talep görürdü. Burada on altı çeşit incir bulunurdu ve hepsi bir mevsimde ya da başka bir mevsimde her zaman mevcuttu. [6] Taze, kurutulmuş ya da damıtılmış olarak tüketilirdi. İncir, genellikle oği[7] adı verilen ve Arapça araq, Yunanca uzo ya da Türkçe rakıya benzeyen alkollü bir içecek için kullanılırdı. Bir gözlemciye göre, “Musa Dağ’da incir çok bol yetişir ve onlardan arak (rakı) damıtmak herkesin bildiği bir sanattır, bu nedenle halk bir bütün olarak çok fakir olmasına rağmen alkollü içki talebinde cömerttir.” [8] Bu içki bolluğunun toplum üzerinde olumsuz bir etkisi vardı. Bir başka muhabir, şöyle söylemişti: “rahipler dahil, kazancını her şeyden önce oği'ye harcayan pek çok kişi vardı”. Bu tür düşkünlüğün sık sık kan dökülmesine yol açtığını ekleyerek hayıflanırdı. [9] Yaklaşık on çeşit üzüm sofraya konur, satılır, kuru üzüm olarak kurutulur, sirke ve oği olarak damıtılır ya da errob adı verilen pekmeze dönüştürülürdü. [10] Zeytinler ise, olduğu gibi yenir ya da zeytin yağı haline getirilir, sabun yapımında kullanılır ya da çekirdekleri yakıt olarak yakılırdı. Et ve kümes hayvanları daha çok bayramlarda ve özel günlerde tüketildiğinden, zeytinyağı yemeklerde kullanılan ana besin yağını oluştururdu. [11] 

Ayrıca, bu bölgede, çekirgelerin çok olması ve yüksekleri kaplayan sürekli sis nedeniyle, buğday, yulaf, arpa, mısır, darı ve patates gibi ürünlerin sık sık heder olduğu görülürdü. [12] Bu nedenlerden dolayı 100 aile ya da toplam nüfusun yaklaşık yüzde 8-10'u tahıl ekimiyle uğraşmıyordu veyahut erzaklarını yerel ürünlerden temin edemiyordu. [13] Bu da yüzde 90 oranında dış pazarlara, özellikle de Antakya pazarına bağımlı olmak anlamına geliyordu ki bu durum sadece mali açıdan değil, siyasi krizler/ablukalar sırasında ürünlerin çok pahalıya mal olmasına da neden oluyordu. [14] Buna rağmen, insanlar arsalarına iyi bakarlardı. Öyle ki, Amerikalı bir misyoner ziyaretinden etkilenerek şunları söylemişti: “keşke geniş buğday tarlalarına sahip bazı Amerikalı çiftçilerimiz, bölgedeki buğday tarlalarını, dağın yamacındaki bir mendile benzeyen küçük toprak parçalarını bir görebilselerdi. Dağların tepelerine kadar uzanan ve vadide kaybolmalarını engellemek için teras üzerine teras yapılan ekili 'toprak mendillerini' görmek benim için bir mucizeydi.” [15]

Tarım ilkel yöntemler ile yapılırdı. İngiliz konsolos T.S. Jago'nun 1890'da Halep vilayetindeki tarımla ilgili olarak yaptığı yorumda belirttiği gibi, “tarım geçmiş çağların ilkel tarzında yürütülüyor ve daha iyi bir sistemi teşvik etmek ya da uygulamak için ciddi bir girişimde bulunulmuyor. Tarımla uğraşan sınıflar, her zaman olduğu gibi, ülkenin en yoksul kesimi olmaya devam ediyor.” [16] On yedi yıl sonra koşullar aynı kalmıştı. Bir başka İngiliz konsolosu H.Z. Longworth'un yaptığı gözlemlere buna benzerdi: “tarım hala ataerkil çağların basit, ilkel tarzında yapılmaktadır. Henüz hiçbir modern makine kullanılmamaktadır ve bu konuda Halep Vilayeti Adana'nın gerisindedir. Her şey insan ve hayvan emeği ile en ilkel türden aletlerle yapılmaktadır. Toprak hafif tahta sabanlarla sığ oluklar halinde sürülür, tohum yere serpilir, hasat oraklarla biçilir, kızaklarla harmanlanır ve çatallarla biçilir. İsraf büyüktür.” [17]

Tarımla ilgili bir başka uğraş da meyan kökü çıkarmaktı. 1890'ların ortalarında Musa Dağ'ın nüfusunun üçte birinden fazlası mevsimlik olarak bu işle uğraşıyordu. [18] Her kış Amuk ovasına inerek, merkezi İzmir'de bulunan İngiliz MacAndrew ve Forbes firmasıyla birlikte 1902'den beri bu işi neredeyse tekeline almış olan Amerikan Tobacco Trust için çalışıyorlardı. [19] Bazı köylüler Musa Dağ'daki bu bitkiyi sökerek yüklerini sahilde belirlenen bir toplanma noktasına taşıyor, burada Bityaslı Mardir Çaparyan gibi bazı özel haklara sahip yerel aracılar, olarak bunları yukarıdaki şirkete satıyor ve büyük kârlar elde ediyorlardı. [20] 1900 yılında Antakya bölgesinden yapılan toplam meyan kökü ihracatı 2.500 ton ve 10.000 ₤ değerindeydi. [21] Çok daha küçük çaplı da olsa benzer bir faaliyet, Yoğun Oluk yakınlarında Summaken olarak anılan yerde sumak yapraklarının toplanmasıydı; Antakya tabakhaneleri bu yaprakları deri boyamak için kullanırdı. [22] Musa Dağ'da bolca yetişen zeytine benzeyen defne meyvesinden Ermeniler defne yağı damıtıp Antakya'daki sabun üreticilerine satarlardı. [23]

Hayvan Yetiştiriciliği

Hayvancılık, Musa Dağ'ın sağladığı olanaklarla orantılı olarak gelişmemiştir. Bir araştırmaya göre, otlaklar her biri 250-300 baş veya toplam 12.000-15.000 hayvandan oluşan kırk beş ila elli sürüyü barındırabiliyordu. [24] Ancak gerçekte yetiştirilen hayvanların büyüklüğü kapasitenin çok altında kalmıştır. Örneğin 1900'lerin başında yaklaşık 700 keçi, koyun ve inek [25] ve 1915 yazında 2.000'den fazla keçi, koyun, inek, öküz, at ve katır olduğu bildirilmiştir. [26] Sığırları ailedeki genç oğlanlar güder ya da aynı mahalleden birkaç hane, aynı veya nakdi bir ücret karşılığında sürülerini tek bir kişiye emanet ederdi. [27] Bityaslı Abraham G. Seklemyan 1870'lerin ortalarında çobanlık yaptığı dönemdeki deneyimlerini anımsar ve şöyle der:

“O sıralarda babam [Garabed] ailenin geçimini sağlamakta zorlanıyordu. Ağabeylerim Krikor ve Samuel dağlarda odun kömürü üretmek için babama yardım ediyorlardı.  Ben de köy okulunda eğitimimi tamamladıktan sonra, onlara yardım etmem için bana da bir “iş” verildi. On beş-yirmi keçiden oluşan sürümüzü gütmek ve onları otlatmak için dağlara çıkarmaktan mesuldüm. Dağlarda keçi gütmek başlı başına bir eğitim alanı olabilir. İnsan kitaplarda öğretilmeyen pek çok şeyi öğrenebilir. Ve bir çocuk için ne kadar da sağlıklı bir yaşam!  Benden biraz daha büyük bir başka keçi çobanı ile birlikte bu işi yapmaya başlamıştım. Birlikte sürülerimizi Musa Dağ’ın her tarafına götürürdük. Çok geçmeden o görkemli dağın her kayalığını ve kuytu köşesini, tüm serin pınarlarını, dağ çayırlarını ve ormanlık yamaçlarını tanıdım bu sayede”. [28]

Batılı gezginler Musa Dağ'da ya da yakınlarında sürüler gözlemlemişlerdir. 1830'ların ortalarında Bityas'a gelen bir gezgin “çoban ve sürüsünün hâlâ otlakta olduğunu, bu iklimde [?] genellikle bütün gece burada kaldıklarını” bildirmişti. [29] On yıl sonra Amerikalı bir misyoner, Seleucia Pieria'yı Musa Dağ'a bağlayan yolu eski bir tünel boyunca “sığır, koyun ve keçilerle dolu, [sıcak] gün boyunca serin tonozun altında dinlenirken” bulur. [30] Yüzyılın başında bir gezgin, “[Kebusiye'den] Ermeni çoban çocukların sabah akşam deniz kenarında güttükleri keçi sürülerini” tespit etmiştir. [31]

Genelde inek, keçi ve koyunlar etten ziyade süt için beslenir, et ise daha çok yerel ya da dii bayramlar gibi özel günlerde tüketilirdi. Örneğin 1899 Eylül ortasındaki Kutsal Haç yortusunda, sadece Yoğun Oluk'ta, kümes hayvanları hariç otuz bir hayvan kurban etmişlerdir. [32]. Süt sağımı, Nisan'dan Haziran'a kadar olan üç ay boyunca günde iki kez yapılırdı- en bereketli mevsim. Ancak yıl boyunca düzenli süt tedarikini güvence altına almak için, aynı mahalleden on kadar aile genellikle günlük ürünlerini bir “süt toplayıcısına” teslim ederek iş birliği yapardı; bu kişi sütü tartar ve aileler arasında eşit olarak yeniden dağıtırdı. [33] Süt, tüketilen tek süt ürünü değildi; ondan çeşitli türevler hazırlanırdı. Tereyağı ve normal yoğurdun yanı sıra, bu yan ürünlerden biri “pişmiş yoğurt”, peynir yerine servis edilen veya diğer yiyeceklerde önemli bir bileşen olarak kullanılan başlıca süt ürünleri arasındaydı. Sütün bir başka ürünü de kalıplanmış, baharatlı çiftçi peynirinin kaba eşdeğeri olan çökelek ya da surki idi. Bu şekilde yenir ya da Musa Dağ'ın bir nevi vejetaryen pizza versiyonu olan ‘banderum huts’ (peynirli ekmek) yapımında kullanılırdı. Pişmiş yoğurt ayrıca ezilmiş buğdayla karıştırılır ve terkhane shurbo (bir çorba) hazırlamak için kurutulurdu. [34]

Evcil hayvanlar başka ihtiyaçları da karşılıyordu. Her köyde, pazar günleri hariç her gün Musa Dağ ile Antakya arasında özel siparişler ve tahıl satın almak ya da ara sıra yolcu taşımak için gidip gelen birkaç katırcı vardı. [35] Avrupalı bir gezgin de Antakya-Svedya güzergâhında Türkler, Aleviler (Nusayriler) ve Ermeniler tarafından yürütülen çok sayıda eşek kervanı gözlemlemiştir. [36] Öküzler harman yapmak ve değirmen taşı çevirmek için kullanılırdı. [37]

Yukarıda da belirtildiği gibi, sert hava koşulları hayvancılığa ve genel olarak çiftçiliğe büyük zarar verirdi. Ağustos 1878 tarihli bir Amerikan misyoner raporunda “geçen kışın şiddeti nedeniyle hayvanların telef olduğundan....” bahseder. [38] Mart 1898'de tek bir günde Yoğun Oluk ve civarında yetmiş kadar keçi donarak ölmüştür. [39] Bir yıl sonra, 5 Mayıs 1899'da, yarım saatten kısa süren şiddetli bir dolu fırtınası Yoğun Oluk, Hacı Habibli ve Bityas'taki tahıl, meyve ve sebzelerin yüzde 75'ini yok etti. Neyse ki insanlar, hayvanlar ve binalar zarar görmemiştir. [40] Şubat 1911'de, baskın rüzgârlarla şiddetlenen eşi benzeri görülmemiş bir kar fırtınası bir buçuk ay boyunca dağları kasıp kavurur. Yüksekliği 2-3 metreyi bulan kar yığınları köylerin dışında çalışan birçok kişinin eve dönmesini engeller ve bazı çocuklardan haber alınamaz. Bitki örtüsü ve hayvanlar büyük zarar görür. Tahminen 3.000-3.500 Osmanlı lirası değerinde portakal, defne tohumu, yenidünya ve patates tomurcuğu kaybedilmiş, en büyük zarar Hıdır Bey ve Vakıf'taki narenciye bahçelerinde yaşanmıştır. Ayrıca, çiftlik hayvanlarının yüzde 25'i ölmüş, yüzde ellisi de yaralanmış ve işe yaramaz hale gelmiştir. Yakıt fiyatlarının yükselmesi daha fazla zarara yol açar. Benzer bir durum sekiz çocuğun donarak öldüğü ve elli kadar dükkânın tamamen harap olduğu Antakya'da da yaşandı. [41] Bir başka rapora göre, bu şehirde “elektrikler kesildi ve tüm işler felç oldu,” sonuç olarak, “şehre ne yakıt ne de yiyecek girdi. İnsanlar ateş yakmak için masalarını, sandalyelerini ve ahşap zeminlerini yaktılar ya da ısınmak için yataklarında kaldılar.  Birçoğu soğuktan ve yokluktan öldü. Dağlardan kurtlar ve sırtlanlar indi ve [Presbiteryen] misyon bahçesinde kartallar ve diğer aç kuşlar görüldü.” [42]

Sosyoekonomik Sistem: Barinaklar ya da Ağalar

Barinak  [baron] ya da ağalar daha refah bir sosyoekonomik yaşamın önündeki bir diğer engeldi. Orta çağ feodal unvanı olan barondan türetilmiş bir onurlandırma unvanı olan barin/bariun terimi, yerel standartlara göre varlıklı ve nüfuzlu olan az sayıda kişiye verilirdi. [43] Zenginlikleri ve buna eşlik eden prestijleri sayesinde, bazı barınaklar bölge hükümetinde belirli mevkilerde yer edinmişlerdir. Örneğin Kebusiyeli Kevork Balcıyan 1900'lerde Svedya nahiyesinin beş üyeli İdare Meclisi'nde, Yoğun Oluklu Abraham Şemmasyan ve Hıdır Beyli Melkon Kuyumcuyan gibi. [44] Ancak Antakya'daki güçlü adamların desteği olmadan ne servet biriktirilebilir ne de yüksek mevkiler elde edilebilirdi. Dolayısıyla, bir yanda Antakya'nın Türk ileri gelenleri, diğer yanda Musa Dağ'ın baronları arasında, Ermeni köylüsü için bir bütün olarak felaketle sonuçlanan bir patron-müşteri ilişkisi vardı. [45] Baronlar patronlarını yatıştırmak için gasp yoluyla rüşvet topladılar. Kurban kategorilerinden biri, toprak ağalarının mülklerini yöneten küçük bir ortakçı azınlık olan marabalar ve bazı kiracı katırcılardı. [46] Diğerleri ise dolaylı olarak ya da duruma göre manipüle ediliyordu. Bityaslı Hovakim ve Sima Mağazanyan buna bir örnekti. Onların torunlarından birinin anlattığı gibi:

“Hovakim resmi olarak 'Mağazanyan' olarak adlandırılan ilk atamızdı. Mağazanyan, mağaza sahibi olan anlamına gelmektedir.  Bu lakap, özellikle meyve bahçelerinin, orman arazilerinin ve komşu Tat [Alevi] köylülerinin buğday ve mısırlarını öğütmek için getirdikleri bir un değirmeninin bulunduğu Çağlayan'daki [Bityas yakınlarında] zenginliğine dayanan Mağaza'nın sahibi lakabından türemiştir.  Genç yaşta öldü ve geride dul eşi Sima ile beş küçük çocuk bıraktı.... Köyün ağaları, ölen kocanın kendilerine büyük bir borcu olduğunu iddia ederek onun mülklerine el koymaya çalıştığında, ki bu elbette koca bir yalandı, onların taleplerine boyun eğmek yerine mülke dokunmadı ve yavaş yavaş onlara ödeme yaptı.” [47]

Antakya eşrafı ise ezeli rekabetlerinde bir baronu diğeriyle karşı karşıya getiriyor, bu da toplumu kutuplaştırıyor ya da mevcut kan davalarını alevlendiriyordu. 1858'den itibaren raporlarda “anlaşmazlıklar ve yabancılaşmalar”, [48] “kavgalı aileler”, [49] “uzun süredir devam eden kavga[lar]” [50] ve “ciddi şekilde etkilenen” topluluklara bolca atıfta bulunulmaktadır. [51] 1890'ların ortalarında, Ağasi lakaplı Garabed Tursarkisyan adında ziyaretçi bir Ermeni devrimci lider, Musa Dağ köylerinin birbirine düşman kamplara bölündüğünü ve her birinin Antakya’nın önde gelen Türk şahsiyetlerin koruyucu kanatları altında tahribat yarattığını gözlemledi. Kebusiye'de rekabet hattı şu şekildeydi; bir yanda Balcıyan ve Yusuf Ağa ile diğer yanda Garigyanların arasında; Hıdır Bey'de ise, bir yanda İzmirli, Taşlakyan ve Şişmanyanlarla diğer yanda Panos Kehya arasında. Yoğun Oluk'ta, bir yanda Der Bedroslular ve Kazancılılar, diğer yanda Kapriel (Cebra/Cemil) Şemmasyan arasında; Hacı Habibli'de, Mardir İsgenderyan ve Kevork Vertanesyan arasında. [52] İftiralar, suçlamalar, karşı suçlamalar ve yalan tanıklıklar birçok kahramanı ya da yandaşlarını hapse gönderdi, böylece yokluklarında arenayı köylüleri taciz etmek için hasımlara açık bıraktı. [53] Misyoner John Merrill 1907 yılında şu şekilde rapor etmiştir:

“Yoğun Oluk’ta durum çok kötü. Protestan kilisesinin en önde gelen iki adamı, bir tarafın baş rakibini hapse atan ve isimlerini verdiği on üç kişiyi hükümete çağıran ve mayıs ayında orada bulunduğumuzda günlük korku ve şiddet eylemleriyle sonuçlanan bir kan davasının liderleridir. Vaizin hayatı, hükümet tarafından sorgulandığında belli bir konuda doğruyu söylemesi halinde tehdit edilir. Tabii ki bu kan davası tüm dini çalışmaları engeller. Bay [C.S.] Sanders ölmeden önce bunu çözmeye çalışır, Bityas [sic] papazı ise ona yardımcı olmaya çalışır ve Bay Merrill mayıs ayında buna zaman ayırır, ancak hiçbir şey işe yaramadı”. [54]

Birinci Dünya Savaşı'nın arifesinde Musa Dağ'daki durum işte böyleydi.

Musa Dağ, Kebusiye'de Ermenice kitabeli bir çeşme. Fotoğraf: Hovig Atamyan.

  • [1] Hajian ile röportaj. Musa Dağ'da üretilen çeşitli sebze türleri için bakınız: “Musa Leran pusaganutiune” (Musa Dağ'ın Florası), Mardiros Kuşakçıyan ve Boğos Maduryan, Huşamadyan Musa Leran (Musa Dağ'ın Anı Kitabı) (Beyrut: Atlas Yayınları, 1970), s. 131-32; Tovmas Habeşyan, Musa-Dağı badanegan ardzakankner (Musa Dağ'ın Atalarının Yankıları) (Beyrut: Yerepuni, 1986), s. 142-48.
  • [2] Hajian ile röportaj.
  • [3] Ibid.
  • [4] İsgender Naşalyan, özel belgeler, Glendale, CA, “İmparatorluk Belgeleri” başlıklı aile mülk tapuları (Osmanlı Türkçesi), numaralar 78, 639 ve 640, Defter 305'ten, 1307 H. (1889-90) tarihli. [5] For the various kinds of fruits in Musa Dagh, consult “Musa Leran pusaganutiune,” pp. 132-33.
  • [6] Çeşitli incir türleri Habeşyan, Musa-Dağı, s. 152-53'te listelenmiştir.
  • [7] A.g.e.; Boğos Maduryan, “Mer hatse” (Ekmeğimiz), Kuşakçıyan/Maduryan, Huşamadyan Musa Leran içinde, s. 156.
  • [8] ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 16, C.S. Sanders, Antep İstasyonu Raporu, CTM (Merkezi Türkiye Misyonu), Temmuz 1905-15 Nisan 1906.  1900 tarihli bir rapora göre, “[Antakya bölgesindeki] incir üretiminin 1200 ton değerinde olduğu tahmin edilmektedir.  Bunun büyük bir kısmı Mısır'a ihraç edilmiş, bir kısmı da Anadolu'ya gönderilmiştir.”  Bakınız Büyük Britanya, FO 861, Dosya 35, David Dowek'ten Henry D. Barnham'a, Antakya ve Swedea İngiliz Konsolos Yardımcılığı Ticaret Raporu, 10 Nisan 1900.
  • [9] Asbarez, 18 Ağustos 1911.
  • [10] Habeşyan, Musa-Dağı, s. 151-52; “Musa Leran pusaganutiune,” s. 132.
  • [11] Maduryan, “Mer hatse,” s. 156-57.
  • [12] ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 4, Corinna Shattuck'tan N.G. Clark'a, 14 Ağustos 1878.N.M. Bağdoyyan, “Cebel Musa yev hay lernagannere” (Musa Dağ ve Ermeni Dağlılar), Hairenik Amsakir (Anavatan Aylık) XV: 4 (Şubat, 1935): 74-76; Punch, 14 Şubat 1898; Piuzantion, 26 Nisan 1911.
  • [13] Hov[Hannes] Eskiciyan, “Cebel-i Musaya bir ziyaret” (Musa Dağı'na bir ziyaret), Avedaper LXIII (14 Mayıs 1910): 474; Piuzantion, 26 Nisan 1911.
  • [14] Ermeni Devrimci Federasyonu Arşivleri, Boston (şimdi Watertown'da), MA, Dosya 945/8, Giligio gam Lernavayri G. Gomide 1903 T. (Kilikya veya Lernavayr Merkez Komitesi, 1903) Holan (veya Hoshan) Varaztad'a, 3 Ocak 1903; Dikran Antreasian, “Svedahayere” (Svedia Ermenileri), M. Salpi [Dr. Aram Sahagian], der. ve ed, Aliagner yev khliagner.  Hay vranakaghakin darekirke (Küçük Dalgalar ve Hoveller: Ermeni Çadır Kenti Yıllığı) (İskenderiye, Mısır: A. Kasbarian Press, 1919/1920), s. 17. [15] ABCFM, ABC: 16.9.5, vol. 1, Foreman to Lamson, October 20, 1910.
  • [16] Büyük Britanya, FO 195: Elçilik ve Konsolosluk Arşivleri.  Türkiye: Yazışmalar, Dosya 1690, [T.S.] Jago, Halep Vilayeti Raporu, Haziran, 1890.
  • [17] Büyük Britanya, FO 424, Dosya 212, Longworth'tan O'Conor'a, 15 Nisan 1907.
  • [18] AGC, H 93, Cartella V, Da Vallarsa'dan Rev. Father'a, 2 Ocak 1896.
  • [19] Büyük Britanya, FO 424, Dosya 212, Longworth'tan O'Conor'a, 15 Nisan 1907; Aghasi [Garabed Tursarkisyan], “Husher” (Hatıralar), Mihran Seferian, ed., Trvakner Svedio antsialen (1893-95 heghapokhagan shrchanen) (Svedia'nın Geçmişinden Kesitler [1893-95 Devrimci Döneminden]) (Beyrut: Ararad, 1957), s. 48, 68.
  • [20] Arakel İzanyan ile mülakat, 28 Aralık 1991, Sunland, CA. Ayrıca bkz: Musa Dağ Yurtseverler Birliği, Hişadagaran-Albom Musa Leran 1961-1967 (Musa Dağ 1961-1967 Kolofon Albümü) (Beyrut: Sevan Yayınları, 1967), s. 45.
  • [21] Büyük Britanya, FO 861, Dosya 35, Dowek'ten Barnham'a, Ticaret Raporu, 10 Nisan 1900.
  • [22] Hajian ile yapılan röportaj.
  • [23] “Musa Leran kiughatsinerun zpaghumnern u arhesdnere” (Musa Dağ Köylülerinin Meslekleri ve Zanaatkârlıkları), Kushakjian ve Madurian, Hushamadian, s. 118; Madurian, “Mer hatse,” s. 157.
  • [24] Baghdoyian, “Jebel Musa,” s. 74-76.
  • [25] A.g.e., s. 74.
  • [26] Arev, 4 Ekim 1915, 1 Kasım 1915.
  • [27] Manase Maghzanian ile mülakat, 20 Temmuz 1988, Fresno, CA; Madurian, “Mer hatse,” s. 152-53.
  • [28] Leigh Seklemyan, özel belgeler, Concord, CA, “Apraham G. Seklemyan'ın Anıları,” s. 10-11.
  • [29] W.H. Bartlett, William Purser, et al., with John Crane, Suriye, Kutsal Topraklar ve Küçük Asya, vs, Illustrated, in a Series of Views Drawn from Nature, cilt III (Londra: Fisher, Son, and Co.,1838), s. 74.
  • [30] William M. Thomson, “Travels in Northern Syria: Description of Seleucia, Antioch, Aleppo, etc.”, Bibliotheca Sacra and Theological Review 5 (1848): 451.
  • [31] Bell, Suriye, s. 334.
  • [32] Punch, 30 Ekim 1899.
  • [33] Madurian, “Mer hatse,” s. 152-54.
  • [34] Ibid.  Musa Dağ mutfağı için bkz: Alberta Magzanian, Anna Magzanian ve Louisa Magzanian, The Recipes of Musa Dagh: An Armenian Cookbook in a Dialect of Its Own, 2. baskı (N.p.: Lulu.com, 2015); Jack Hachigian, Secrets from an Armenian Kitchen (N.p.: n.p, 2006); Anjar Aziz Paul Kilisesi Kadın Yardımcıları, Musa Leran yev Ainjari dohmig jasher (Musa Dağ ve Anjar'ın Etnik Yemekleri) (Beyrut: Hamazkayin Vahe Setian Press, 2001); Kyozalyan, Musa Leran, s. 128-40.
  • [35] M. Lerntsi [Hagop Abacıyan], Echer giankis kirken (inknagensakrutiun) (Hayatımın Kitabından Sayfalar [Otobiyografi]) (Beyrut: Altapress Matbaası, 1986), s. 47.
  • [36] Nijeholt, Voyage en Russie, IV, s. 325.
  • [37] Madurian, “Mer hatse,” s. 147.
  • [38] ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 4, Shattuck'tan Clark'a, 14 Ağustos 1878.
  • [39] Punch, 28 Mart 1898.
  • [40] Ibid., 12 Haziran 1899; ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 14, Sanders'tan Judson Smith'e, 30 Ağustos 1899.
  • [41] Piuzantion, 26 Nisan 1911; Yeridasart Hayasdan (Genç Ermenistan) (Providence, RI), 3 Mayıs 1911; Bahag (Muhafız) (Boston), 22 Haziran 1911; Asbarez, 18 Ağustos 1911.
  • [42] Isobel Lytle, James Martin:  Antakya'da Öncü Tıbbi Misyoner: A Thrilling Account of Faith and Courage (Belfast: Cameron Press, 2003), s. 61-62.
  • [43] Sima Aprahamian, “The Inhabitants of Haouch Moussa: From Stratified Society through Classnessness to the Re-Appearance of Social Classes,” Doktora tezi, McGill Üniversitesi, Montreal, Kanada, 1989, s. 62-92 passim; Hajian ile yapılan görüşme.
  • [44] Salname-i Vilayet-i Haleb (Halep Vilayeti Yıllığı) (Halep: Resmi Hükümet Yayını, 1324 H./1906 M.), s. 288.  Ayrıca bkz. Musa Dağ Hemşehri Birliği, Hişadagaran-Albom, s. 45.
  • [45] Fr. Khachadur Boghigian, “Husher” (Hatıralar), yayımlanmamış elyazması, Beyrut, Lübnan, s. 32-33; Fr. Nerses Tavukjian, Darabanki orakir (Acıların Günlüğü), Toros Toranyan, ed. (Beyrut: High Type Compugraph - Technopresse S.A.L, 1991), s. 46-53 passim; Aghasi, “Husher,” s. 44-45, 72-75; Sherbetjian, Badmutiun svedahayeru, s. 25-26.
  • [46] Aprahamian, “The Inhabitants of Haouch Moussa,” s. 88-89.
  • [47] Alberta Magzanyan, yazara mektup, tarih yok (1989).
  • [48] The Missionary Herald LV: 2 (Şubat 1859): 59.
  • [49] ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 4, Powers'tan Clark'a, 19 Mart 1972.
  • [50] A.g.e., Shattuck'tan Clark'a, 17 Ekim 1876. [52] Aghasi, “Husher,” s. 44-45, 72-75.
  • [53] Ibid.
  • [54] ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 16, John Merrill, 1906-1907 Yılları İçin Ayntab İstasyonu Raporu.  Ayrıca bkz. idem, cilt 19, Merrill'den Enoch F. Bell'e, 21 Mayıs 1907.