Antakya’da bir mağazada koza incelemesi (Kaynak: Vahram L. Shemmassian/Şemmasyan koleksiyonu).

Musa Dağ - İpekböcekçiliği

Yazar: Vahram L. Shemmassian 12/08/2024 (son değişiklik: 12/08/2024). Çeviren: Arlet İncidüzen.

John Barker: Musa Dağ’da İpekböcekçiliğini Geliştiren Adam

John Barker’ın Musa Dağ ile olan ilişkisi, topluluğun on dokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreğindeki ekonomisini anlamak açısından çok önemlidir. Kimdi bu adam? Biyografisi kısmen şöyledir:

“Barker, John (1771-1849), Mısır’daki İngiliz başkonsolosu, 9 Mart 1771’de İzmir’de doğdu. Derbyshire’da Bakewell yakınlarındaki “The Hall”un sahibi Thomas Barker’ın en küçük oğlu William Barker’ın oğludur ve eski soylu bir aileden gelmektedir... John Barker İngiltere’de eğitim görmüştü... 1797 yılı civarında İngiltere’nin     Babıali Büyükelçisi John Spencer Smith’in özel sekreteri olarak Londra’dan ayrıldı... Barker 1799’da 9 Nisan tarihli bir beratla Genel Vali olarak ve Levant ile Doğu Hindistan Şirketleri için geçici temsilci olarak Halep’e gitmekle görevlendirildi... 18 Kasım 1803’te Suriye’de aşı uygulamasını başlatan Levant Şirketi’nin tam temsilcisi oldu. Barker 1825 sonbaharında İskenderiye’ye konsolos olarak atandı... Mart 1829’da Mısır’da başkonsolos oldu.... Konsolosluk görevini yaklaşık dört yıl sürdürdükten sonra 31 Mayıs 1833’te Süveydiye’deki [günümüzde Samandağ] villasına gitmek üzere Mısır’dan ayrıldı... Arsuz Dağı’nın hakim bir tepesinde bulunan Bityas’taki yazlık evinde 5 Ekim 1849’da 78 yaşında beyin kanaması geçirerek öldü. Köydeki Ermeni kilisesinin duvarına yakın bir yere gömüldü ve anısına Cenova’dan temin edilen güzel bir mermer anıt dikildi”. [1]

Çok sayıda tanıklardan biri tarafından “mükemmel bir beyefendi, başarılı bir âlim, akıllı bir düşünür, bir filozof ve hayırsever” [2] olarak tanımlanan Barker, Musa Dağ’da biri Bityas’ta diğeri Hıdırbey’de olmak üzere iki “modern kır evi”ne sahipti. [3] Barker’ın Musa Dağ’daki varlığı, buranın dış dünyaya açılmasında büyük ölçüde pay sahibiydi. Nitekim ziyaretçilerinden bazılarının kaleme aldığı seyahatnameler, 1850 öncesi Musa Dağ’a dair yayınlanmış başlıca birincil kaynakları oluşturmaktadır.

Barker ayrıca kuzeybatı Suriye yerlilerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesine çeşitli şekillerde katkıda bulundu. Ekonomik alanda, özellikle ipekböcekçiliği ve bahçecilik/tarımda Barker’ın katkısı çok önemliydi. Barker, 1820’lerden itibaren Fransa ve İtalya’dan, özellikle de Piedmont bölgesinden düzenli olarak taze ve üstün kaliteli ipekböceği yumurtaları tedarik ederek bozulan ipekböceği yumurtalarını yeniledi ve böylece iyileştirdi. [4] Yumurtalar, “kendi mahalleleri, Antakya ve Süveydiye bölgeleri ile Lazkiye ve Trablus yakınlarındaki tüm dağlar” da dahil olmak üzere kuzeybatı Suriye’deki koza ve ipek yetiştiricileri arasında dağıtıldı. [5] Sonuç olarak, yıllık ipek üretiminde olumsuz gitmekte olan eğilimi tersine çevirerek yumurtaların yıllık en az üçte bir kayıptan üçte bir artışa doğru [6] yükselmelerini sağlayarak sadece yerel üreticilerin daha fazla kâr etmelerine değil, aynı zamanda devletin kasasının da “milyonlarca kuruş” zenginleşmesine vesile oldu. [7] Barker ve oğulları da aynı şekilde Süveydiye’de gelişmiş Avrupa yöntemiyle ipek sarmak için küçük bir fabrika kurdular. İki İngiliz ve bir Belçikalı mühendis daha bu girişime katılmış, Fransız ve İtalyan makineleri satın alınmış [8] ve “işletme iyi başlamış, ilk yılın [1847-1848] kârı yüzde kırk civarındayken, işletme sahipleri arasındaki bazı talihsiz anlaşmazlıklar işlerin askıya alınmasına neden olmuştur.” [9] Başka bir versiyona göre, “ipekböceklerindeki hastalık onları [sahipleri] yatırımdan vazgeçmeye zorlamıştır.” [10] Sebep ne olursa olsun, girişim devam etseydi yerli halklara ek faydalar sağlayacaktı.

Antakya Bölgesinde İpek Üretimi

Antakya’nın tamamında olduğu gibi Birinci Dünya Savaşı öncesi Musa Dağ’da da ipekçilik ana geçim kaynağını oluşturuyordu. Seyyah Robert Walpole on dokuzuncu yüzyılın ilk yıllarına atıfta bulunarak “Antakya’nın temel ürününün ipek olduğu iyi bilinmektedir.... Süveydiye ve Antakya çevresinde üretilen ortalama miktar ... yaklaşık 200 kantar [11.3 ton]. Bu bölgedeki ipek dört türe ayrılır; Antakya, Süveydiye, dağ ipeği ve Beylan ipeği.” [11] John Bowring adlı bir İngiliz, 1836 yılı için Suriye’deki ticari istatistikleri derlerken aşağıdaki ilgili ayrıntıları vermiştir: “Antakya, Süveydiye ve çevresinde üretilen ipeğin tamamı Halep’e getirilir ve genellikle 180 ile 200 kantar [10-12.3 ton] ancak çok uygun mevsimlerde 220 kantar [12.4 ton] arasındadır; bunun yaklaşık 75 ile 80 kantarı [4.2-4,5 ton] Halep’te tüketilir” ve 100 kantar/5,6 ton (Halep’te Amasya gibi diğer yerlerden alınan tüm ipek) İngiltere’ye (20 kantar/1,1 ton), Fransa’ya (30 kantar/1,7 ton), Cenova ve Livorno’ya (50 kantar/2,9 ton) ihraç edilirdi. Genel olarak Antakya ipeği 1.000 dram/dirhem (3,2 kg/7lb) başına 300-320 kuruş değerindeydi. [12] Bir başka konuk, Frederick Arthur Neale, 1840’larda Antakya’nın en zengin on üç eşrafından bahsederken, “bir tarafta Jesser il Hadid’den [Demir Köprü] diğer tarafta Süveydiye, Bityas ve Kesab köylerine kadar tüm toprakların aralarında bölündüğünü, tüm arazilerin yüksek bir ekim durumunda olduğunu, buğday, arpa ve diğer tahılların üretildiğini veya ipek böceklerinin yetiştirilmesi için dut ağacı yetiştirildiğini” ileri sürmüştür. [13] 1860’larda Lycklama a Nijeholt adlı bir turist de Musa Dağ Ermenilerinin “ipekböceği yetiştirmekle meşgul olduklarını çünkü neredeyse tüm kırsal alanın dut ağaçlarıyla kaplı olduğunu” belirtmiştir. [14]

İpek Böceklerinin Toplanması ve Koza Hasadı Süreci

Koza, Nisan ve Haziran ayları arasına denk gelen iki ay boyunca üretilirdi. [15] Amerikalı bir Protestan misyoner, Bityas’ta bu dönemin önemi hakkında şunları yazmıştır: “Köydeki herkes ipek böceği mevsimi boyunca çalışmak zorunda olduğundan, öğretim yılı köy endüstrisine uygundur ve okullar Temmuz’un ilk günü açılır, Nisan’ın ilk günü kapanır.” [16] İpekböceklerinin yetiştirilmesi ya kökh adı verilen ve genellikle dışarıdaki çiftliklerde bulunan özel bir kulübede ya da madkhan olarak bilinen bir antrede gerçekleşirdi. Odanın iç duvarları temizlenir ve dezenfeksiyon için khavura (kireç taşı) ile badanalanır, pencereler zararlı böcekleri uzak tutmak için keten veya ince ağlarla kaplanır ve parazitleri ve fareleri uzak tutmak için bir köşede kükürt yakılırdı. [17] Mart sonu ya da Nisan başında dut yaprakları filizlenir filizlenmez ipekböceği yumurtaları “uyandırılmak” üzere belirli bir sıcaklıktaki odaya yerleştirilirdi. Birkaç gün sonra yumurtalardan, üzerlerine yerleştirilen yapraklara tırmanan çok küçük jijalar (tırtıllar) çıkardı. Yapraklar daha sonra kor veya çerşef adı verilen kaplara aktarılırdı. Kor, kokusu zararlı böcekleri uzakta tutan kurutulmuş inek gübresinden yapılırken, tabanı ketenle kaplı ahşap bir tepsi olan çerşef daha çok ileri düzeydeki yetiştiriciler tarafından kullanılırdı. [18] Her iki durumda da tırtıllar, mağsem (bebek), kuyruk, nakış ve kasel (gergin veya kaslı) olarak bilinen dört deri değiştirme aşamasından geçerken birkaç hafta boyunca taze, parçalanmış dut yapraklarıyla beslenirdi. [19]

Büyümenin son aşamasında tırtıllar, özellikle avilleri (çalı süpürgeleri) tutmak için yapılmış baturların (dokuma bambu hasır tepsiler) üzerine taşınırdı. Baturlar da semidilerin, yani arudu adı verilen kiriş benzeri ahşaptan yapılmış beş- altı katlı yüksek iskelelerin üzerine yerleştirilirdi. Yerleştirildikten sonra, olgun tırtıllar avillerin üzerinde şerneklerini (koza) örerlerdi. Gerdak olarak bilinen ve mısur’da (süpürgeler arasındaki boşluk) geride kalan daha yavaş tırtıllar toplanır ve onlar da kabuklarını dökene kadar özel bakım görürlerdi. Kozalar daha sonra bu şekilde satılmak, yeni yumurtalar üretmek ya da ipek elde etmek için toplanırdı. [20] İlk etapta, Süveydiye ve yakınlarındaki Zeytuniye’de depoları ve/veya iplik fabrikaları olan Antakyalı tüccarlar Musa Dağ’a gider, kozaları tartar ve yerel katırcıların yardımıyla depolarına taşırlardı. Bu tüccarların çoğu Rum Ortodoks Hıristiyanlardı ve aralarında Cebra Huri, Mitri Huri, Zeki Sukyas ve Antonios adında biri de vardı. [21]

Antakya ve Süveydiye’deki İngiliz Elçiliği’nin 10 Nisan 1900 tarihli Ticaret Raporu’na göre, “geçen yıl Swedia’dan Marsilya’ya 40.000 ₤ değerinde 120 ton kuru koza ihraç edildiği tahmin edilirken, bir önceki yılki ihracatın 35.000 ₤ değerinde 100 ton olduğu tahmin edilmektedir. Antakya’dan Halep’e gönderilen ham ipek miktarının 20 ton ve değerinin 22,000 ₤ olduğu tahmin edilmektedir.” [22] Musa Dağ’da üretilen koza miktarına ilişkin karşılaştırılabilir rakamlar bulunmamakla birlikte, 1911 yılı için verilen tahminler bölgenin ipekböcekçiliği üretimindeki önemini ortaya koymaktadır. Bityas sakinleri 28,35 gram (1 ons) yumurtadan toplam 20.000 kaşe (25,64 metrik ton) olmak üzere 40-45 kaşe (kaldırma/çekme) koza veya 51-58 kilogram (112-128 pound) koza elde etmiştir. [23] Musa Dağ, bir bütün olarak 80.000 okka (102 ton) koza vermiştir. [24] Bu verilerden iki sonuç çıkarılabilir: Birincisi, Bityas’ın Musa Dağ’da üretilen tüm kozaların en az yüzde 25’ini ürettiği, [25] ikincisi ise Musa Dağ’da yetiştirilen kozaların Antakya-Süveydiye bölgesinden yapılan yıllık ihracatın yüksek bir yüzdesini oluşturduğu.

Köylüler en iyi kozalarını gelecekteki yumurta stokları için saklıyorlardı. Tırtıllar kozalarını ördükten birkaç hafta sonra kabuklarını delip kelebek olarak ortaya çıkıyorlardı. Daha sonra dişiler ayrılır ve khamiuts adı verilen kolye gibi dizilmiş küçük torbalara yerleştirilir, burada yumurtalarından çıkar ve ölürlerdi. Kurutulan kelebekler tek tek ıslatılır, havunlarda ezilir ve mikroskobik inceleme için lamların arasına konurdu. Enfekte kelebek yumurtaları atılır ve sağlıklı olanlar yıkanıp kurutulur ve küçük bir “The Laughing Cow” peynir kutusu büyüklüğünde yuvarlak karton kutularda saklanırdı. [26] Yerel berat sahipleri ihracat için ayrılan kutuları mühürleyip imzalayarak mallarının yüksek kalitesini onaylarlardı. [27]

Yumurta yetiştiriciliği titiz bir çalışma ve ekstra insan gücü gerektirdiğinden, küçük çocuklar bile küçük bir ücret karşılığında çalıştırılıyordu. [28] Özellikle kız çocukları mikroskop üzerinde güçlü beceriler sergilemiş gibi görünmektedir. 1907’de Düyun-u Umumiye İdaresi ülke çapında bir ipekböcekçiliği yarışması düzenlediğinde, Halep vilayetindeki ödüllerin çoğunun Bityaslı katılımcılara gittiği bildirilmektedir, [29] bunların arasında en az iki kadın vardır. Bunlardan biri, Meren Filyan İgaryan, para ödülü, bir mikroskop ve yumurta muayenesi için resmi bir izin alır [30]; diğeri, on yaşında bir kız çocuğu olan Marta Kevork Şerbetçiyan (Azizents Matuşe olarak da bilinir) madalyayla ödüllendirilir. [31]

Bir kuto (kutu) yumurtadan elde edilen koza miktarı, ortalama bir ailenin tutumlu bir yaşam sürmesini sağlıyordu. Öte yandan dört kutu üretim yapan haneler varlıklı sayılırdı. [32] Gerçekten de birkaç kişi istisnai hasatlar elde etmiştir. Kabusiye’nin en zengini Kevork Balcıyan’ın dut bahçelerinden sadece biri yirmi iki sandık “besleyerek” kendisine yılda 100 Osmanlı lirası kazandırıyordu. [33] Benzer şekilde, 1915’te Hacı Habibli Mardir İskenderyan’ın ailesinin hükümet denetimi için hazır 1.500-1.800 ipekböceği tohumu kutusu vardı. 1916 baharında, o zamana kadar bir kısmı Hama’ya sürülmüş olan İskenderiyeliler, Antakya’da kendilerine vekalet eden Rum sarraflardan, yokluklarında İskenderiye ipekböcekçiliği endüstrisinin ürettiği 2.000 Osmanlı altın lirası değerinde ipekböceği tohumu hakkında haber aldılar. Ayrıca Mardir’in kardeşlerinden biri, Necip Spiridon adında bir Rum’a büyük miktarda ipekli mal bırakmıştı. İki İskenderiyeli aile temsilcisi bir şekilde paralarını almak için Antakya’ya gitmeyi başardıysa da dolandırıldıkları için elleri boş döndüler. [34]

İpek İplikçiliği, Dokumacılığı ve Satışı

Sadece işçi olarak çalışan bazı yoksul köylüler için ipekböcekçiliği sezonu ve bununla birlikte tüm yılın geliri, koza ve yumurtaların elde edilmesiyle sona eriyordu. Sonuç olarak, ay sonunu getirecek başka bir geliri olmayan pek çok köylü ciddi zorluklarla karşı karşıya kalıyordu. Bir ziyaretçinin aktardığına göre, Kabusiye yakınlarındaki Şevlik’ten İbrahim adında birinin yıllık geliri “400 kuruştan, yani 2 İngiliz parasından fazla değildi. Bu parayla limandaki Türk memurlara rüşvet verip açık bir gemiyle Kıbrıs’a kaçmasına göz yummalarını sağlayacak kadar para biriktirmeyi planlıyordu: çünkü, diyordu adam ‘burada ipekböcekçiliğinden başka bir sanayi yok ve bana yılın iki ayı iş veriyorlar, diğer on ayda yapacak hiçbir şeyim ve para kazanma yolum yok’.” [35] Her ne olursa olsun, daha girişimci yurttaşlar yıl boyunca iplik eğirme, dokuma ve ipek mamulleri satma gibi diğer ipekçilik faaliyetleriyle meşgul olmaya devam ettiler.

Hallaclar (iplikçiler) ince elyafı kozadan dulub (çark) adı verilen ahşap bir türbin aracılığıyla çıkarırlardı. Kozalar suyla dolu yalaklara yerleştirilir ve iplikler çözülene kadar ısıtılırdı. Daha sonra iplikçiler ipek iplikleri nazikçe çeker, dulubun dört iğine takar ve eğirirlerdi. [36] Birisem (ham ipek) elde edilmesinden hemen sonraki döneme bazi dulub denirdi, kelime anlamı çarktan sonra demekti ve sezonun bittiğini ifade ediyordu. İnsanlar artık raflarını söküyor, tepsilerini ve aletlerini kaldırıyor ve işyerlerini (yeniden) temizleyip badanalıyorlardı. Alışveriş, vaftiz, nişan ve düğünlerin çoğunun “çarktan sonra” gerçekleşmesi, insanların ellerine nakit para geçmesi açısından önemliydi. [37] Ancak ipekle ilgili tüm girişimler “çarktan sonra” durma noktasına gelmezdi. Yaz, sonbahar ve kış aylarının ikinci bölümünde, özellikle Bityas, Hacı Habibli ve Yoğunoluk’ta pek çok köylü evlerinin huyr (kuyu) adı verilen özel bir köşesinde çalışarak tezgâhlarda dokuma yapardı. [Hacı Habibli’de sayıları 70 ile 80, Bityas’ta ise 30 ile 40 arasında değişen bu makineler, Birinci Dünya Savaşı arifesinde mendil, havlu, “Tosya” ve “Trablus” kemerleri, başlıklar, şallar, çarşaflar, yatak örtüleri, perdeler, kravatlar, erkek takımları ve kadın elbiseleri gibi çeşitli beyaz ve renkli ürünler üretiyordu. [39] “Üstün kalite ve güzellikleriyle ünlü” [40] bu ihtiyaç maddeleri komşu Türkmen köylerinde, Antakya’da, Amuk Gölü çevresindeki ovada, İskenderun’da, Halep’te, Antep’te, Suriye ve Kilikya’nın diğer bölgelerinde ve Mısır’da satılıyordu. [41]

Musa Dağ’da İpekböcekçiliği Uzmanları

Yerel ipekböcekçiliği uzmanlarının çoğunluğu kendi kendini yetiştirmiş olsa da bazıları zamanın en ileri bilimsel bilgisini (mikroskop kullanan Louis Pasteur yöntemi) edinmek için teknik okula gitmiştir. Bu ünlü kurumlardan biri, Fransa’nın Montpellier kenti örnek alınarak kurulan Bursa İpekböcekçiliği Enstitüsü’ydü. Enstitü, 1888 yılında Düyun-u Umumiye tarafından kurulmasından 1914 yılına kadar, kendisi de Pasteur’ün öğrencisi olan bir Ermeni, Profesör Kevork Torkomyan yönetiminde 1.251 uzman mezun etmiştir. [42] Torkomyan, Osmanlı İmparatorluğu’nun ipek üreten bölgelerine yaptığı teftiş gezileri sırasında, Nuri adında bir Türk asistanı eşliğinde Musa Dağ’ı da ziyaret etmiş ve bu süreçte, genellikle nispeten varlıklı ailelerden gelen ve okul harcı ile diğer masrafları karşılayabilecek yerel gençleri Bursa’da eğitim görmeleri için kaydetmiştir. [43] Program, “ipek üretimi ve ipekböceği yetiştiriciliğinin tarımsal, biyolojik ve teknik yönlerini” kapsayan üç yıla kadar kurs çalışmasını gerektiriyordu. [44] Mezun olabilmek ve lisans alabilmek için öğrenciler bir tez yazıyor ve bitirme sınavına giriyorlardı. [45] Musa Dağ’dan gelen Bursa mezunları arasında Bityaslılardan Movses Çaparyan, Rupen Filyan, Yeprem Frankyan, Armenag Kayıkçıyan (Biderci Armenag), Apraham Rencilyan ve Sarkis Rencilyan, hepsi  ve Hacı Habibli’den İskender ve George/Kevork İskenderyan kardeşler vardı. [46] Bu mezunlar memleketlerine döndükten sonra yerel yumurtaların kalitesinin yükseltilmesinde önemli bir rol oynadılar.

İster eğitim almış ister kendi kendini yetiştirmiş olsun, Musa Dağlı birçok ipekçilik uzmanı ve yardımcısı da genel bölgedeki zengin mülk sahiplerinin ipek çifliklerini denetliyordu. Antakya ile Süveydiye arasında kalan ve çoğunlukla dut tarlalarından oluşan bölge Türk, Rum, Avrupalı ve bazı Ermeni toprak sahiplerine aitti.  Antakya’nın Türk ileri gelenlerinden Bereket Zade Rıfat Ağa, Vakıf’a komşu Kurt Deresi köyünde büyük bir çiftliğe sahipti.  Abdülgani Zade Hüsnü Ağa ve Koseri Zade Reşit Ağa, Musa Dağı’na bitişik iki Karaçay kıyısında korulara sahipti. Rum Ortodoks Hanna Meren ve Hanna İbrahim’in Mağaracık’ta, Lakkani ailesinin de Aziz Simon manastırı yakınlarında önemli gayrimenkulleri vardı. Avrupalılar arasında Domenico di Lupi adında, Mağaracık’taki su kaynağı üzerindeki önemli bir çiftliğin sahibi olan İtalyan bir kaptandan bahsedilmektedir. Almanya’nın Antakya konsolos yardımcısı Ermeni Mardiros Misakyan, Selevkos harabeleri bölgesindeki iki parsel araziden, Ermeni hicivci Yervant Odyan’ın dayısı İstanbullu Kerovpe Arslanyan da Mişrakiye ve Muğayrun Alevi köylerinin çevresindeki mülklerinden hasat elde etmiştir. [47] Arslanyan’ın 1920’lerin başındaki ipek ticaretinin kapsamı, I. Dünya Savaşı öncesi ticaretinin de bir göstergesi olabilir.  Çiftlikleri elli beş kutu ipekböceği yumurtası üretiyordu (on kutu daha üretme potansiyeli vardı), her bir koru 50 Osmanlı altın lirası değerinde bir kutu besliyordu ve toplamda 3.000 liradan fazla gelir elde ediyordu. Yumurta yetiştiriciliği on yedi çiftlik evinde ve bir ipekböceği fabrikasında yapılıyordu, bunların hepsinde Alevi marabalar oturuyor ya da bunlar tarafından işletiliyordu. [48] Arslanyan ve diğer mal sahipleri, kiracı Alevi çiftçilere eğitim vermeleri için Musa Dağ’dan Ermeni uzmanlar tutarlardı. Böyle bir ipek ustası olan Bityaslı Sarkis Şerbetçiyan, Sabit Efendi’ye ait iki köyde ipek üretiminin tüm aşamalarını denetliyordu. [49] Bazı tahminlere göre, Şerbetçiyan gibi gidip gelenler veya mevsimlik göçmenler 500-600 kişi veya Musa Dağ’ın tüm nüfusunun yüzde 8-10’u kadardı. [50]

İpekböcekçiliğinde Zorluklarla Yüzleşmek

Musa Dağ’daki ipekböcekçiliğinin gelişmiş durumuna rağmen, iki faktör sektöre ve daha yüksek kâr şansına ağır bir darbe indirdi: doğanın gazabı ve tefecilerin manipülasyonları. İlk durumda, çekirgeler ve özellikle şiddetli hava dalgalanmaları dut yapraklarını ve diğer mahsulleri sık sık yok etti. Örneğin 1864 ile 1901 yılları arasındaki dönemde bilinen en az dokuz sezon (yüzde 24) felaketle sonuçlanmış, Hacı Habibli 1864-1867 yıllarında, diğer köyler ise 1872, 1878, 1897, 1899 ve 1901 yıllarında arka arkaya durgunluk yaşamıştır. [51] Hıdırbey’de görev yapan bir Kapuçin misyoneri Temmuz 1897’de “aralıksız yağan yağmurlar nedeniyle ipek kozalarının toplanamaması yüzünden halkın mustarip olduğunu” [52] ve Eylül ayı başlarında “yağmur yağmaması nedeniyle buğday hasadının oldukça zayıf olduğunu... zeytinlerden neredeyse hiçbir şey elde edilemediğini” rapor etmiştir. [53] Dört yıl sonra, Eylül 1901’de bir meslektaşı kötü mahsulün “en temel ihtiyaçların fiyatını tavan yaptırdığını” yazmaktadır. Bu zor durumun gelecekte daha iyi olacağına dair hiçbir umut yok çünkü hükümet bu malların diğer ülkelerden ithalatını kolaylaştırmak için hiçbir şey yapmıyor. Ayrıca hükümet, sanki halk yeterince sefalet içinde değilmiş gibi acımasız vergiler uygulamaya devam ediyor.” [54]

Zaman zaman olumlu bir bakış açısı hakim olyordu. Bir Protestan misyonerin Bityas’a atfen yazdığı gibi, “1902 mahsullerinin çok iyi olduğunu kaydetmek... memnuniyet verici. Havanın şiddetli dalgalanmaları, şiddetli dolu yağışı olacağı ve mahsullerini mahvedeceği korkusu için o kadar çok neden verdi ki durumun böyle olmadığını, aksine 1902 için iyi bir mahsul elde ettiklerini öğrenmek büyük bir rahatlama.” [55] Ama öyle görünüyor ki bu köy yıllarca çektiği acılardan sonra felaketi nasıl atlatacağını öğrenmişti. Bu durum 30 Haziran 1903’te sona eren yıla ait bir raporda şöyle açıklanıyordu: “Bityas, bu yıl Antakya’da ya da çevresinde oldukça iyi ipek mahsulü veren tek yerdir.  Bityas halkı o kadar çok enerjiye sahip ve ipek endüstrisinin her aşamasını o kadar sadakatle inceledi ki defalarca yenilgiden zafer çıkardılar ya da daha doğrusu başkalarının basitçe pes ettiği ve ürünlerini kaybettiği çok olumsuz koşullar altında iyi bir ürün elde etmeyi başardılar.” [56]

Kredi işlemlerinin niteliği, ipek kârlarına ikinci zararı teşkil ediyordu. Yoksulluk birçok köylüyü zengin tüccarlardan genellikle yüzde 20-30 gibi yüksek faiz oranlarıyla borç para almaya zorluyordu.  Dahası, bazen borç verenler beş ya da altı ay içinde geri ödenmesini, böylece aslen bir yıl için iki kat faiz talep ediyorlardı. [Eylül 1897’de bildirildiği gibi, “rüzgâr borç verenlerin lehine esiyor, onlar toprakları ellerinde tutarak yüzde 30 ve 35 kârla borç para veriyorlar ve eğer [borçlular] yıl sonuna kadar ödeme yapmazlarsa, bugünlerde olduğu gibi toprak yarı fiyatına alacaklılara bırakılıyor. Burada [Hıdırbey’de ve genel olarak Musa Dağ’da] bu hak daha güçlü ve kurnaz olana ait ve hırsız devlet memurlarınca destekleniyor.” [58] Dahası, köylüler kozalarını piyasa değerinin altında aynı tefecilere satmaya zorlanıyor, aynı zamanda bir sonraki yılın yumurta stoklarını tüccar-tefecilerin kendileri tarafından satılan pahalı Avrupa markalarıyla doldurmaya teşvik ediliyordu. [59] Bu kısır döngüyü kırmak için 1890’ların ortalarında bir Kapuçin misyoner, sorumlu olduğu Katolik Ermeni cemaat için doğrudan İtalya’nın Milano kentindeki bir ipek fabrikasının sahibi olan Luigi dell’Oro Giosue’den 30 ons yumurta temin etmeye çalışmıştır. [60] Ancak bu mütevazı girişim uzun vadede amacına hizmet etmemiş gibi görünüyor çünkü yedi yıl sonra Halep’teki İngiliz Konsolosu H. Z. Longworth kendi yetki alanındaki genel durumu şu şekilde tanımlamıştır: “Nadiren [çiftçi] tefecinin elinden kurtulur; her biri diğerini dolandırmaya çalışır ve hayat çekişmelerle geçer.  Tefeci her zaman fazlasıyla kâr ederek konuyu sonlandırır ve yine de köylü Ziraat Bankası’ndan kaçınır. İçgüdüsel olarak Devletten borç almaktansa yüzde 30’dan fazla faizle kredi almayı tercih ederler. Bu konudaki kurnazlıkla hareket ediyor olabilirler çünkü böylece ödeme yapmadıkları takdirde topraklarını kaybetme riskinden kaçınmış olurlar.” [61]

Musa Dağ’daki durum 1909 katliamlarının ardından trajik boyutlara ulaştı. Amerikalı bir misyoner, Bityas’ta tanık olduklarından etkilenerek şunları rapor eder: “Bu köydeki insanlar ipek yetiştiricisi ve satışı için yumurta hazırlıyorlar ve işlerini ödünç sermayeyle yapıyorlar. Adana ve İskenderun’da ipek satıldığında ve verildiğinde ödenmek üzere verilen yumurtaların hepsi gitti, bu yüzden elbette hiçbir şeyleri yok ve hiçbir şey alamayacaklar ancak aynı zamanda eski borçları için son derece zorlanıyorlar ve yeniden başlamak için sermaye ödünç alamıyorlar. Oradaydım... ve eve kalp hastası olarak döndüm.  Zavallı insanlar!  Aç, çıplak ve cesaretleri kırılmış.” [62]

Bu kronik ekonomik kötü gidişe rağmen, I. Dünya Savaşı’ndan önceki son yıllarda bazı cesaret verici işaretler vardı. Bu değişikliklerden biri, 1909 yılında İstanbullu bir Ermeni olan Onnig Tosbat’ın Halep Vilayeti İpek Kontrol Müdürü olarak atanmasıydı. Tosbat’ın merkezini vilayet başkentinde değil Antakya’da kurması ve burada yerel ipekböceği yumurtalarının ve ilgili endüstrilerin kalitesini artırmak için yeni düzenlemeler getirmesi önemliydi. Tosbat’ın programları böylece yerli yetiştiricilere önemli ölçüde fayda sağladı. [63] Ancak Bursa’dan mezun Ermeni uzmanların katkısı olmasaydı, Tosbat’ın çabaları iyi sonuçlar vermeyecekti. Çünkü 1911 yılına gelindiğinde Musa Dağ halkı, yıllık yumurta ihtiyaçlarının üçte birini, daha pahalı olan Avrupa türlerinden almak yerine, çok daha geliştirilmiş yerel cinslerden almaya başlamıştı. [64] Musa Dağ’da modern bir ipek fabrikası kurulması bile önerilmişti; bu fabrikanın şu yararlı etkileri olacaktı: daha düşük faizle borç para verecek; yumurtaları daha ucuza satacak; kozaları gerçek değerinden satın alacak; dul kadınlara, kızlara ve diğer işçilere iş sağlayacaktı. Bazı hesaplamalara göre, bu fabrika sadece ham koza üretse bile, yerlilerin yılda 1.500.000 dolar gibi şaşırtıcı bir para kazanmasını sağlayacaktır. [65] Kaliforniya, Fresno’da yapılan bu önerinin gerçekleştiğine dair hiçbir kanıt yoktur.

  • [1] Leslie Stephen ve Sidney Lee, Der., The Dictionary of National Biographies, cilt I (Londra: Oxford Üniversitesi Yayınları, 1921), s. 1, 124.  Barker’ın Bityas’taki mezarının 1935’teki restorasyonuna ilişkin görüşmeler için bkz. Büyük Britanya, Public Record Office, Kew, Foreign Office (FO) 861: Elçilik ve Konsolosluk Arşivleri, Türkiye: Halep, Genel Yazışmalar (Giden ve Gelen), Dosya 112.
  • [2] F.A. Neale, Eight Years in Syria, Palestine, and Asia Minor, from 1842 to 1850, 2. baskı, Cilt II (Londra: Colburn and Co., Publishers, 1852), s. 59.
  • [3] A.g.e., s. 78. Eusebe de Salle’e göre, Pérégrinations en Orient ou voyage pittoresque et politique en Egypte, Nubie, Syrie, Turquie, Grèce pendant les années 1837-38-39, 2. baskı, Cilt I (Paris: Pagnerre and L. Curmer, 1840), s. 168, Barker’ın Bityas ve Hıdırbey’deki konutları güzellik bakımından Süveydiye’dekileri geçmiştir.
  • [4] Charles Fiott Barker, Memoir on Syria (Londra: Madden and Malcolm, 1845), s. 36; John Bowring, Report on the Commercial Statistics of Syria (Londra: William Clowes and Sons, 1840), s. 113; Barker, Syria and Egypt, II, s. 1-2.
  • [5] Barker, Syria and Egypt, II, s. 255.
  • [6] Barker, Memoir on Syria, s. 36.
  • [7] Barker, Syria and Egypt, II, s. 2.
  • [8] A.g.e., s. 272.
  • [9] William Francis Ainsworth, A Personal Narrative of the Euphrates Expedition, Cilt II (Londra: Kegan Paul, Trench, and Co., 1888), s. 403.
  • [10] Barker, Syria and Egypt, II, s. 272.
  • [11] Robert Walpole, Der., Travels in Various Countries of the East; Being a Continuation of Memoirs Relating to European and Asiatic Turkey (Londra: Longman, Hurst, Rees, Orme, and Brown, 1820), s. 133.
  • [12] Bowring, Report on the Commercial Statistics of Syria, s. 15.
  • [13] Neale, Eight Years in Syria, II, s. 31.
  • [14] Lycklama a Nijeholt, Voyage en Russie, au Caucase, et en Perse dans la Mésopotamie, le Kurdistan, la Syrie, la Palestine et la Turquie exécuté pendant les années 1865, 1866, 1867 et 1868, Cilt IV (Paris ve Amsterdam: Arthus Bertrand ve C. L. Van Langenhuysen, 1875), s. 328.
  • [15] İpekböcekçiliği sezonunun başlangıcı aslında iklime bağlıydı ve bölgeden bölgeye değişiyordu. Örneğin 1920’lerin başında yazılmış bir mektuptan, Şubat-Mart aylarında doğunun soğuk havası Musa Dağ’ı vurduğunda dut yapraklarının bir ay geç filizlendiğini ve deniz kıyısındaki Çevlik’te yaprakların genellikle daha serin olan Bityas’takilerden bir ay önce çıktığını öğreniyoruz.  Victoria Renjilian Sarafian, özel belgeler, Fresno, CA, Movses Renjilian, “Sevgili Çocuklarım”a (Krikor ve Victoria Sarafian) mektup, 2 Mayıs 1923.
  • [16] American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) Arşivleri, Houghton Kütüphanesi, Harvard Üniversitesi, Cambridge, MA, ABC: 16.9.6, Merkezi Türkiye Misyonu (CTM), Cilt 1, Lucile Foreman’dan Bayan Lamson’a, 28 Temmuz 1913.
  • [17] Victoria Renjilian Sarafian ile mülakat, 30 Mart 1988, Fresno, CA; Hovhannes Hajian ile mülakat, 8 Ocak 1990, Hollywood, CA; Sona Zeytlian, Musa Leran zhoghovrtagan hekiatner (Musa Dağ Masalları) (Beyrut: Hamazkayin Vahe Setian Yayınları), s. 681-682; Krikor Kyozalyan [Keğuni], Musa Leran azkakrutyunı (Musa Dağ Etnografyası) (Erivan: Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Bilimler Akademisi “Kidutyun” Yayını, 2001), s. 70-72, 77.
  • [18] Renjilian Sarafian ile yapılan görüşme. Çerşefe yaklaşık 1’e 5’e ½ metre ölçülerindeydi.
  • [19] Suren Filhannesyan, yazara mektup, tarihsiz (1989); Khacher Maduryan, “Mer hatsı” (Ekmeğimiz), Mardiros Kushakjian ve Boghos Maduryan, edDers., Huşamadyan Musa Leran (Musa Dağ’ın Anı Kitabı) (Beyrut: Atlas Yayınları, 1970), s. 155; Kyozalyan, Musa Leran, s. 72-75.
  • [20] Filhannesyan, mektup; Zeytlian, Musa Leran, s. 708; Kyozalyan, Musa Leran, s. 76-77.
  • [21] Marta Sherbetjian Shemmassian (Şerbetçiyan Şımmasyan) ile mülakat, 28 Aralık 1983, Los Angeles, CA; Renjilian Sarafian ile mülakat, 4 Mart 1988.
  • [22] Büyük Britanya, FO 861, Dosya 35, David Dowek’ten Henry D. Barnham’a, Antakya ve İsveç’teki İngiliz Konsolos Yardımcısının Ticaret Raporu, 10 Nisan 1900.
  • [23] Püzantion (Bizans) (İstanbul), 26 Nisan 1911.
  • [24] Asbarez (Arena) (Fresno), 18 Ağustos 1911.
  • [25] Bityas’taki kozalardan elde edilen gelir, Yoğunoluk, Hıdırbey ve Vakıf’takilerin toplamından daha fazlaydı.  Benzer şekilde, Bityas kozaları, üstün kaliteleri sayesinde, Osmanlı’nın Halep vilayetinin başka yerlerinde üretilenlerden yüzde 25 daha pahalıya satılıyordu. Bkz: Püzantion, 27 Nisan 1911; Apr[aham] H. Renjilian, “Antakyada ipekçilik (ipekböceği bendinin sonu)” (Antakya’da İpekçilik [İpekböceği Sezonunun Sonu]), Nor Avedaper (Yeni Müjdeci) 6: 17 (10 Kasım 1933): 327. 
  • [26] Florence Igarian Harutiunian ile mülakat, 4 Mart 1989, Glendale, CA; Renjilian Sarafian ile mülakat, 4 Mart 1988; Filhannesian, mektup.
  • [27] Renjilian Sarafian ile mülakat, 4 Mart 1988.
  • [28] A.g.e.
  • [29] Püzantion, 26 Nisan 1911.
  • [30] Florence Igarian Harutiunian, özel belgeler, Glendale, CA, Sarkis Filian tarafından 1962 yılında Meren Igarian’ın mikroskobunun Erivan, Sovyet Ermenistanı’ndaki bir müzeye bağışlanması vesilesiyle yapılan isimsiz yazılı açıklama.
  • [31] Sherbetjian Shemmassian ile röportaj.  
  • [32] Renjilian Sarafian ile mülakat, 4 Mart 1988.
  • [33] Püzantion, 8 Eylül 1910.
  • [34] Ermeni Soykırımı Müzesi-Enstitüsü Arşivi, Erivan, Ermenistan, Garo İskenderyan, “Aysbes antsan oreres” (Günlerim Böyle Geçti), el yazısı anılar, defter I, s. 10, 31-34.
  • [35] Gertrude Lowthian Bell, Syria: The Desert and the Sown (Londra: William Henemann, 1907), s. 329.
  • [36] Igarian Harutiunian ile mülakat; Filhannesian, mektup. Kajalar (soyulmuş kozalar) atılmaz, daha ziyade sahte saç ve ip yapımında kullanılırdı.  Bkz: Tovmas Habeşyan, Musa-Dağı babenagan artzakankner (Musa Dağ’ın Atalarının Yankıları) (Beyrut: Yerepuni, 1986), s. 88.
  • [37] Filhannesian, mektup.
  • [38] A.g.e.; Haroutune P. Boyadjian, Musa Dagh and My Personal Memoirs (Fair Lawn, NJ: Rosekeer Press, 1981), s. 2.
  • [39] Zora İsgenderian, Husher badmutyan hamar (Tarih için Hatıralar) (Beyrut: Sevan Matbaası, 1974), s. 45; a.g.y., “Haji Habibli,” Kushakjian avend Madurian içinde, Huşamadyan, s. 76; Renjilian, “Antakyada ipekçilik,” s. 327.
  • [40] Vital Quinet, La Turquie d’Asie. Géographie administrativem statistique, descriptive et raisonnée de chaque province de l’Asie-Mineure, cilt II (Paris: E. Leroux, 1891), s. 198.
  • [41] İsgenderian, Husher, s. 45; a.g.y., “Haji Habibli,” s. 76; Renjilian, “Antakyada ipekçilik,” s. 327; Şerbetçiyan Şemmasyan ile yapılan röportaj.
  • [42] Jacques Thobie, Intérêts et impérialism français dans l’Empire ottoman (1895-1914) (Paris: Publications de la Sorbonne, 1977), s. 105, 491-92.
  • [43] Sherbetjian Shemmassian ile mülakat; Renjilian, “Antakyada ipekçilik,” s. 327.
  • [44] Elizabeth Frankian Standen, yazara mektup, 12 Eylül 1988.
  • [45] Renjilian Sarafian ile mülakat, 4 Mart 1988.
  • [46] A.g.e.; Sherbetjian Shemmassian ile yapılan röportaj.
  • [47] Serop Şerbetçiyan, Badmutiun svedahayeru (Süveydiye Ermenilerinin Tarihi), Yesayi Havatyan, Der. (Beyrut: Hamazkayin Vahe Setian Yayınları, 2010), s. 30.  I. Dünya Savaşı’ndan bir süre önce Yervant Odyan, büyükannesiyle birlikte onun bölgedeki çiftliklerinden birinde bulunan birkaç meyve bahçesini satmak için Antakya’ya gider.  Seyahatleri bir yıl sürmüş ve bu süre zarfında Odyan Musa Dağ, Kesab ve Halep’i ziyaret etmiştir.  İstanbul’a döndüğünde Arevelk (Şark/Doğu) gazetesinde Antakya hakkında kısa bir coğrafya yazısı yayımlar. Bkz: Yervant Odyan, Yergeri joğovadzu (Eserler Koleksiyonu), cilt IV (Erivan: Haybedhrad, 1962), s. 19-20.  
  • [48] Kilikya Ermeni Katolikosluğu Arşivi, Antilyas, Lübnan, Dosya 22/1, Jebel Musa-Svedia, 1920-1940 (Musa Dağ-Süveydiye, 1920-1940), Peder Apraham Der Kalusdyan’dan Katolikos Sahag II Habayyan’a, 12 Ekim 1926.
  • [49] Sherbetjian Shemmassian ile yapılan röportaj.  Köylerden biri Asi Kira olarak da bilinen Minet Kerbi’ydi.  Diğer köy tespit edilememiştir.
  • [50] R.P. Jérôme, “Au pays des massacres,” Les Missions Catholiques 41: 2,091 (2 Temmuz 1909): 315; Paul Jacquot, Antioche, centre de tourisme, cilt III (Beyrut: Imprimerie Catholique, 1931), s. 507; Asbarez, 18 Haziran 1909.
  • [51] ABCFM, ABC: 16.9.5, cilt 4, P.O. Powers’tan N.G. Clark’a, 19 Mart 1872; Corinna Shattuck’tan N.G. Clark’a, 14 Ağustos 1878; idem, cilt 14, C.S. Sanders’tan Judson Smith’e, 30 Ağustos 1899; idem, cilt 16, Antep İstasyonu Genel Raporu, Haziran 1901-Temmuz 1902; Tavit Der Tavtiants, “Sdorakrutiun aytselutian ... Perio nahankin kiughoreits” (Halep Vilayetinin Ermeni Köylerine Yapılan Ziyaretin Tasviri) Arşaluys Araradyan (Ararat’ın Şafağı), no. 808 (24 Haziran 1867): 3; Punç (demet) (İstanbul), 12 Haziran 1899.
  • [52] Curia Generale dei Frati Minori Cappuccini, Instituto Srorico, Archivio Generale dei Cappuccini (bundan sonra AGC), Roma, İtalya, H 93, Cartella V, Marcellino da Vallarsa’dan Peder’e, 16 Temmuz 1897.
  • [53] A.g.e., 2 Eylül 1897.
  • [54] A.g.e., Apollinare dal Tretto’dan Peder’e, 4 Eylül 1901.
  • [55] ABCFM, ABC: 16.9.5, Cilt 16, Antep İstasyonu Genel Raporu, Temmuz 1901-Haziran 1902.
  • [56] A.g.e., Antep İstasyonu Genel Raporu, Temmuz 1902-30 Haziran 1903.
  • [57] Püzantion, 8 Eylül 1910; Asbarez, 11 Ağustos 1911, 18 Ağustos 1911; Arev (Sun) (İskenderiye, Mısır), 8 Ekim 1915; “Jebel i Musayi hayapnag küğerı” (Musa Dağ’ın Ermenilerin Yaşadığı Köyleri), Avedaper (Müjdeci) 63:39 (24 Eylül 1910): 914-915.
  • [58] AGC, H 93, Cartella V, Da Vallarsa’dan Peder’e, 2 Eylül 1897.  Ayrıca bkz. a.g.y., 16 Temmuz 1897.
  • [59] Püzantion, 8 Eylül 1910; Asbarez, 11 Ağustos 1911, 18 Ağustos 1911; Arev, 8 Ekim 1915; “Jebel i Musayi hayapnag küğerı,” s. 914-15.
  • [60] AGC, H 93, Cartella V, Da Vallarsa’dan Ekselanslarına, 1 Ağustos 1895; Da Vallarsa’dan Peder General’e, 5 Ağustos 1895, 3 Ocak 1896.
  • [61] Büyük Britanya, FO 424: Correspondence Respecting the Affaires of Asiatic Turkey and Arabia, 1878-1913, Dosya 212, H.Z. Longworth’tan N. O’Conor’a, 15 Nisan 1903.
  • [62] Friend of Armenia (Londra), no. 44 (Kış 1911): 52.
  • [63] Renjilian, “Antakyada ipekçilik,” s. 328.
  • [64] Püzantion, 26 Nisan 1911.
  • [65] Asbarez, 11 Ağustos 1911, 18 Ağustos 1911.