Zeytun

Öyle yer isimleri vardır ki toplumun ortak hafızasında sembolik bir anlam ifade ederler. Bu isim, belli bir şehri, köyü veya bölgeyi belirtmekten çıkarak, tarihi bir olayı veya o toplumun tarihiyle ilgili sembolik imgeleri ifade etmeye başlar. Sembol haline gelmiş tarihi bir yerin anısı, artık o mahal yok olmuş ve orada yaşayan halktan eser kalmamış bile olsa 100 yıl veya daha uzun bir süre canlı kalabilir.

Zeytun, Ermeni tarihi açısından böyle bir isimdir. Bu isim, bir yandan destansı bir mücadele ve direnişi simgelerken diğer yandan kırım ve şehadeti anımsatır.

Zeytun, tarihi Kilikya’nın kuzeyi ile Toros sıradağlarının merkezinde bulunan bir yerleşim yeridir. Kayalar üzerinde yükselen evleri ve derin vadiler arasında kurulu köprüleriyle doğal bir yazlık havası vardır. Zeytun’un kahramansı/trajik tarihi, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazılmaya başlar. Bu dönem aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun özerk beylikleri sonlandırıp daha merkezi bir yönetim sağlamak için yoğun çaba sarf ettiği tarihlere de denk gelir. İmparatorluğun asıl hedefindekiler, doğu vilayetlerinde varlıklarıyla devlet idaresini işlevsiz, yetkisiz ve gevşek gösteren Kürt beylikleriydi. Osmanlı İmparatorluğu tarafından Zeytun’a uygulanan baskıların da başlıca bu niyetle, bu küçük Ermeni beyliğindeki özgürlükçü ruhu sindirmeye dayandığını düşünmekteyiz.

Osmanlı Ermenilerinin tarihi içinde çok sayıda çelişki mevcut. Zeytun bunun açık bir örneğini teşkil ediyor. İmparatorluğun başka bölgelerinde, Ermeni köylüsü topraksız kalıp o bölgenin Türk veya Kürt beyinin/ağasının marabası haline gelince, baskı gören Ermeniler orada devlet –Osmanlı Devleti- iradesini arıyor; güçlenen devletin, kendisini ezmekte olan beylere karşı haklarını savunacağını umut ediyordu. Zeytun Ermenileri bu düşüncede değildi. Fazla ayrıntıya girmeden belirtelim ki 1860’lı yıllarda Zeytun Ermenileri ayaklanmıştı çünkü devlet sahip oldukları özerkliklerini yıkmak, özgürlüklerini ellerinden almak istiyordu ve onlar henüz kendilerine ağır yükümlülükler getiren bir devlet sistemine boyun eğmeye hazır değillerdi.

Bu olaydan yıllar önce, 1830’lu yıllarda Mısırlı İbrahim Paşa’nın orduları Kilikya’nın tamamını işgal ettiği sırada Zeytun Ermenileri yine silahlanmış ve Osmanlı güçleri yenilip geri çekilmişti. Bu şartlar altında Zeytun Ermenileri yerel kabilelerle birleşmiş ve bölgedeki Mısır hâkimiyetine karşı savaşmışlardır çünkü bu durum Zeytun’un yarı-bağımsız statüsü açısından bir tehlike oluşturmaktaydı. Direnişleri, tehlike nereden gelirse gelsin özerkliklerini koruma dürtüsünden kaynaklanıyordu.

1830’lardaki Zeytun ayaklanması hakkında çok fazla bilgi yok. Ancak 1862’de ve ardından yaşanan direnişlerden tamamen farklı bir yapıdaydı. Açıkçası, 1860’lı yıllarda İstanbul Ermenileri edebi, kültürel ve manevi açıdan çok verimli bir dönem yaşıyorlardı ve bu nedenle Zeytun’dan yükselen direniş çığlıkları sessizliğe gömülmemiştir. 

Böylece 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Zeytun hakkında vatansever şiirler yazılmaya, şarkılar bestelenmeye ve kitaplar basılmaya başlar. Zeytun, Ermenilerin ortak hafızasında özgürlük mücadelesinin simgesi olarak şekillenmeye başlar ancak yine aynı nedenle zulüm ve şehitliğinde simgesi halini alır. Gelecek on yıllarda yeni yeni direnişler yaşanır ve bu imge gitgide hafızalara kazınır.

Ermenilerin toplumsal imgelemi içinde Zeytun bir bayrağa, bir slogana dönüştüğü gibi Osmanlı siyasi çevreleri için de bir saplantı halini almıştır. 19. Yüzyılın ikinci yarısından başlayan Ermeni Meselesi, Osmanlı beylikleri içinde imparatorluk Ermenilerine karşı bir güvensizlik duyulmasına, Ermenilerin genel anlamda iç düşmanlar, ayrılıkçılar olarak görülmelerine neden olacaktı. Bu kanı inişli çıkışlı da olsa yönetici sınıfı arasında yerini hep koruyacaktı. Ayrıca Zeytun gibi isyankâr bir bölgenin varlığı açıkça bir tehdit olarak görülecekti. Zeytunluların aslen ekonomik özerklikleri için direniş gösterdikleri gerçeği unutulacaktı. İdareciler, öncelikle bu direniş merkezinin zayıflatılmasına ve bastırılmasına yoğunlaşacaklardı. Şehrin karşısındaki tepeye bir askeri bir üs yapılacak, Kafkaslar’dan gelen Müslüman göçmenler Zeytun’un çok yakınına yerleştirilecekti. 1915 Ermeni Soykırımı sırasında yaşanan toplu tehcir ve katliamların ilk uygulandığı noktalardan birinin Zeytun olması da pek tesadüfi değildir.

Kahramanlık ve şehitlik: Zeytun, Ermenilerin ortak hafızasında işte bu iki kelimeyi temsil eder.

Lakin Zeytun derinlerde, Ermenilerin soykırım sonrası ortak hafızalarında tuttuklarının çok daha fazlasıydı. Böyle durumlarda sıkça yaşandığı üzere Zeytun Ermenilerinin çok yönlü toplumsal yaşamı ve yerel tarihi göz ardı edilmiş ve giderek unutulmuştur.

Zeytun, tüm bunların yanı sıra zengin Ermeni yaşamının da simgesiydi. Kendi has lehçesi, bayram kutlamaları, dini gelenekleri, mutfağı, zanaatları (silah yapımcılığı dahil), kiliseleri ve ziyaret yerleri, kiliselerinde muhafaza edilmiş asırlık hazineleri, eğitim kurumları ve daha nice özellikleri vardı ki sadece Zeytun bölgesine ve sosyal hayatına aitti.

Tüm bunlar da Zeytun’un Ermeni mirasına dahildir. Zeytun’un Ermeni varlığından bahsederken bunları görmezden gelemeyiz. Fotoğraflar, araştırmalar ve zanaat ürünleri vesilesiyle bu mirasın yeniden kurulması, kuşkusuz bir zamanlar bu şehirde yaşamış Ermenilerin hatırasına sunulmuş bir saygı olacaktır. Onların büyük bir kısmı uygulanan kitlesel katliamlar sırasında hayatını kaybetti ve hayatta kalanlar da en temel hakları olan ana vatanlarında yaşama hakkından mahrum kaldılar.

Zeytun’da Ermeniler yok artık. Eski, canlı hayatın sadece izleri var. Ama elimizde bulunan araçlarla buradaki Ermeni hayatını hafızalarda canlandırmak –hiç değilse hatıra kırıntılarını– mümkün. Zeytun’un zengin Ermeni mirasına yeni bir anlam vermek mümkün. Böylesi girişimlerin, Zeytun Ermenilerini ve onların yüzyıllık miraslarını yok etmek için insan eliyle uygulanan felaketler ile onların hatırasının ve son izlerinin de silinmeye yüz tutmasını sağlayan zaman felaketi karşısında elde edilebilecek zaferler olduklarına inanıyoruz.