Hüseynik, marangozlar atölyede. Ortada ayakta duran Garabed Nacaryan (Kaynak; Aharonyan, a.g.e.)

Harput - Zanaatlar

Vahe Taşcıyan, 14 Nisan 2012 (son güncelleme 14 Nisan 2012)- Çeviren: Sevan Değirmenciyan

Harput bölgesindeki ziraai farklı gelenekler, büyük bir ihtimalle, yöre köylerindeki Ermeni varlığı kadar, hatta daha da eskidir. Örneğin, buğday tanelerini dövmeye ve öğütmeye, yün işlemeye, kumaş örmeye yarayan ve asırlık tarihe sahip aletler var. Sonraları ipek böcekçiliği gibi zirai nispeten yeni bilgiler bunlara eklenmiş ve Harput’un bazı köylerinde hızlıca yayılmıştır. Öyle ki, ilk bakışta Harput köylerinde zanaatın toprak üretimi ile doğrudan ilişkili olduğunu düşünüyoruz: Bunlar ilk etapda ekmek, bulgur ve kıyafet hazırlamak gibi ailenin günlük yaşantısının ihtiyaçlarını giderecek ev işleri ile alakalı.

Nesilden nesile aktarılan bu zanaatlerde Harputlular belli ki ustalık kazanmış, yüksek kaliteli ürünleri çevre çarşılarda, özellikle Harput ve Mezire’de (Mamuret El-Aziz) aranır olmuştur. Öyle ki ovaya yayılan bu köyün farklı ürünleri satışa ve ticarete uygun olmuşlardır. Doğrudan zirai ürünler haricinde, köydeki zanaatkarlar aynı zamanda ünlü birer kunduracı, marangoz ve mimardılar. Benzer zanaatlar ve diğerleri Harput ovasındaki hemen hemen bütün köylerde mevcut olmuştur. Bu mesleklerin Harputlular tarafından icra edilmesi meşhurdu. Köylerde üretilen ayakkabılar çok uzaktaki pazarlarda dahi satılırdı, köyün marangozu ve duvarcısı da sık sık çevre şehirlere davet edilip inşaatlarda görevlendirilirlerdi.

Harput’tan görünüm. Yukarıda Fırat Koleji’nin binaları görünmekte (Kaynak; Hurig Zakaryan koleksiyonu).

Böylesine üretken köylerle çevrili Harput’un da bir zanaat merkezi olması anlaşılır bir durum. Harput, uzun bir zaman, çevre köylerden insanların gelip daha çok tarımsal aletler aldıkları önemli bir çarşı idi. Sonraları, XIX yy. ikinci yarısında, Osmanlı devletinin aldığı kararla, Memüret-ül-Aziz adını alıp Mezire’nin eyalet merkezi olması ile Harput’un ticari önemi belli bir oranda azalır. Yeni merkez hızlı bir şekilde gelişir, nüfusu çoğalır ve ekonomik anlamda ciddi bir yükseliş kaydeder.

Harput ve Mezire: yanyana ve zanaatları ile iki merkez konumunda olan şehirler. I. Dünya Savaşı başlayıp da Ermenilerin tehcir edilmesine ve kırımına kadar, buradaki zanaatların çoğu Ermenilerin elindeydi. İki merkez de el sanatları ve üretim alanındaki dinanizmiyle öne çıkıyordu. Değişik örneklerle göreceğimiz gibi, Harput ve Mezire zanaatkarlarında yaratıcı fikirler eksik değildi: Bu, yapılan yeniliklerin ve üretimdeki gelişimin anahtarı idi. Maddi anlamda sınırlı şartlara karşın, Harputlu usta zanaatkarlar atölyeler tesis edebilmiş ve böylece üretimlerine endüstriyel bir boyut katabilmişlerdir. İpek, pamuk atölyeleri, demir dökümhanesi... Bunlar basit istisnalar değil; bu işletmelerin varlığı Harputlu zanaatkarın çok yönlü yeteneklerinin bir ifadesidir.

Bu duruma biraz daha fazla eğilmek gerekir. Harputlu Ermeni zanaatkarın istisnai sayılan yeteneğini nasıl açıklamalı? Bu anlamda, yöredeki bazı zanaat kollarının tarihi boyutu ve Harputluların onları uygulama anlamında edindikleri asırlık deneyim önemli bir etken. Bazı zanaat dalları, mesela dokumacılık, yerli Süryanilerin uzmanlığı sayılır. Muhtemelen Süryanilerin bu alandaki uzmanlığı tarihi bir miras. Aynı şekilde Ermenilerin zanaat alanındaki mirasından söz edebiliriz. XIX. yy. sonlarından itibaren göç ve gurbet olgusu da bu duruma eklenir. Sosyal, ekonomik ve siyasi sebepler Harput bölgesinden bir çok Ermeninin, özellikle erkeklerin, kendi doğdukları şehirleri ve köyleri terkedip Osmanlı İmparatorluğu’nun daha gelişmiş şehirlerine, mesela İstanbul’a veya Adana’ya, gitmelerine neden olur. Harputlu çalışmak ve para kazanmak için daha uygun şartlar arıyordu. Memleketindeki beylerin ve ağaların despotizmi ve devlet kurumlarının işlememesi çoğu kez haksızlıklara ve yolsuzluklara neden oluyordu. Bu durumun başlıca kurbanı da Harputlu Ermeni köylü ve zanaatkardı. Öyle ki, Harputlu bir yandan göç ederek Osmanlı ülkesinin daha hızlı gelişen merkezlerine yerleşiyor, diğer yandan da merkezi hükümetin etkin olmasının kendisini bölgedeki haksızlıklara karşı daha fazla koruyacağını ümit ediyordu.

Daha sonra göç dalgası Harputluları Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar atar. Onlar ABD’de daha çok endüstriyel büyük şehirlerdeki fabrikalarda çalışmaya başlarlar. Harput Ermenileri üzerinde göçün kötü etkisi aşikar. Göç çoğu kez ümitleri haklı çıkarmaz ve giden erkekler büyük şehirlerde iş başarısı bulamazlardı. Bazen farklı şehirlere göç etmiş Harputlu erkeğin ailesi ve akrabaları da yanına gelirlerdi. Zaman içerisinde Harput’un Ermeni köyleri yavaş yavaş boşalmaya başlardı. Diğer yandan, göç ettikleri şehirleri iş tecrübesi edinmek, zanaat ve sanayi alanında yeni bilgiler almak için fırsata çeviren Harputlular da vardı. Fabrikalarda çalışarak yeni makineleri işletmeyi öğrenir ve Harput’daki zanaatlarında bu yeni aletlerin gerekliliğini farkederler. Yeni bilgiler ışığında yeni işler kurma planları geliştirirler. Benzer kişilerden bazıları, göreceğimiz üzere, geniş tecrübe ve zengin bilgilerle Harput’a, Mezire’ye yada bölge köylerine dönerler. Böyle insanların geri gelmesini bölge ve genel anlamda Osmanlı ekonomisi için büyük bir yarar olarak görmeli. Fakat Osmanlı devletinin yerel yöneticileri Ermeni ustaların kendi memleketlerine dönmelerini şüpheyle karşılamışlardır. Harput’daki ilk dökümhaneyi açmış olan Parigyan kardeşler etkileyici bir örnek olabilir. Yerel yönetim, şehrin ekonomisinin göz bebeği olan bu işletmeyi desteklemek şöyle dursun, yıllar boyunca karşısına türlü engeller çıkarmıştır: Ermeni devrimciler için silah hazırlayabilir endişesiyle işletmeyi birçok kez mühürlemişlerdir.

Tarım ve tarımsal zanaatların önemi Harput’daki Ermeni toplumunun temsilcileri tarafından biliniyordu. Harput gibi bir yörede tarımın gelişmesinin genel anlamda Osmanlı yerel ekonomisinin gelişmesine ve özellikle Harputlu Ermenilerin refahına katkı sağlayacak başlıca etken olduğunun farkındaydılar. Bu sebeple de 1908’de, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Harput Ermenileri beldelerinde bir ziraat okulu kurma fikrini ortaya atarlar. Heyecanlandırıcı bu fikir insanları çalışmaya sevk eder; yer belirlenir ve para toplanmaya başlanır. Bu sırada Ermeni toplumunun yönetim kademesi Harput ovasında büyük bir iplik fabrikası kurmak için girişimlerde bulunur. Farklı köylerden ipekböceği yetiştiricileri (çoğu Ermeni) yetiştirdikleri ürünü buraya getirip ipeğe dönüştürebilecek ve Avrupa’ya ihraç edebileceklerdi. Fakat I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve onu takiben Ermenilerin maruz kaldığı kitlesel şiddet olayları sadece ziraat okulunun ve iplik fabrikasının kurulmasına değil, Harput yöresindeki asırlık Ermeni zanaat tarihine de son noktayı koyacaktı [1].

Kunduracılık

Mezire’de kunduracılık öğrenen Ermeni yetimler (Kaynak; Ernst Lohmann, Skizzen und Bilder aus dem Orient, Frankfurt, 1899).

Harput Büyük Çarşı merkezi bir yerdedir. Buradaki başlıca meslek dalı kunduracılık. Kunduracılar büyük bir çoğunlukla Ermenidir ve her birinde dört veya beş zanaatkarın çalıştığı yüzden fazla atölye vardır. Buraya Türkçe’de ayakkabıcı anlamına gelen “dikici” kelimesinden türemiş “dikincinots” (dikimhane) denir. Küçük ve alçak, yanyana dizilmiş dükkanların karanlığını az da olsa aydınlatmak amacı ile pencereler açılmış.

Kunduracılar ayakkabı yüzeyini kırmızı yada siyah olan keçi veya koyun derisinden hazırlarlardı. Ayakkabı tabanı içinse daha büyük hayvanların nispeten katı ve dayanıklı derileri kullanılırdı. Yerel üretim bir kaç ayakkabı çeşidi mevcut:

Vodits (yerel ağızla odits) yahut postal.- Bunlar, topuktan dize yükselen kısmı uzun ve kuyruk şeklinde olan, çok basit ve alçak ayakkabılar. Vodits’i giyinmek için bu kuyruktan tutup yukarı çekerler. Genelde erkekler giyinir.

Çizme.- Dizin yarısına kadar olan kış ayakkabısı. Özellikle gençler kullanır, yetişkinler ise yolculuk sırasında giyinirler. Çizmeler genelde kırmızı veya siyahtır.

Kundura.- Potin de denir. Muhtemelen Fransızca bottine kelimesinin bozulmuş hali. Çok daha narin ve üzerinde çalışılmış bir ayakkabı türü ve Avrupa ayakkabısı olarak da anılırdı. Ancak XIX. yy. ikinci yarısında Harput’ta bu tip ayakkabıların üretimi başlamıştır. Çizmeciyan’a göre, ilk kez Gurzi adlı bir Rum 1850’lerde bu zanaatı Yunanistan’dan Mezire’ye getirmiştir. Yörede açtığı atölyede Harputlu Hovagim Paricanyan çırak olarak çalışmaya başlar. Paricanyan kunduracılık sanatını öğrenip oğlu Sımpat’la Harput’ta bir atölye tesis eder. 1895’te Sımpat ABD’ye göç eder. Bir süre burada kaldıktan sonra Harput’a döner. Beraberinde Amerikan tarzda yeni ayakkabı kalıpları, numuneleri, değişik aletler de getirir. Böylece kundura imalatına yeni bir ivme kazandırır.

Başlarda kundura giyinenler daha çok Türk ve Kürt bey ve ağalarının eşleri ve kızlar idi. Sonraları orta sınıf Ermeni ailelerin gelinleri ve Ermeni kadınlar da kundura giyinmeye başladılar. 1890’lara gelindiğinde ise bu çeşit ayakkabıları öğretmenlerin, yüksek eğitim almış erkeklerin, ABD’den dönen gurbetçilerin ayaklarında görmek olağanlaşır. Kısaca, kundura giyinmek artık sosyal bir tabakaya ait olmanın bir sembolüne dönüşmüştür.

Yöre marangozları gerçi benzer kalıplar yapmaya başlamışlardı, fakat kundurucıların ayakkabı imal etmek için ihtiyaç duydukları ahşap kalıplar başka şehirlerden Harput ovasına getiriliyordu. Kundura özellikle kadınlar arasında yaygındı. Kürt kadınlar kunduralarının üzerinde değişik nakışların olmasını tercih ederlerdi. Erkekler ve kadınlar için giderek en sevilen ayakkabı çeşiti oldu kundura. Bu çeşit aynı zamanda Harput ovasında imal edilen en pahalı ayakkabıydı. Parçanc (bugün Akçakiraz) köyünde 20. yy. başında bir çift kunduranın fiyatı 25-30 kuruştu, küçüklerin kundurası ise 7-8 kuruş. Potin-kaloş adı verilen farklı bir kundura çeşidi daha imal edilmeye başlanmıştı. Muhtemelen Fransızca bottine ve galoche kelimelerinin bozulmuş bir haliydi.  Bunun özelliği isminden de anlaşıldığı üzre kaloş olması idi, yani kışın onu kullanan biri eve girdiğinde ayakkabısının üzerindeki kısmı, muhtemelen dize doğru uzanan kısmı çıkarabilir ve sadece ayakkabıları ile durabilirdi.

İstanbul’da yayımlanan Osmanlı “Şebal” dergisinde bir İngiliz ayakkabısı reklamı.

Harput’daki ünlü ustalar arasında Krikor Soğigyan, Sımpad Pariçanyan, Hacı Haçer Derderyan, Mardiros Taşçıyan, Hovhannes Pambukcuyan ve kardeşleri, A. Altıbarmakyan, Asdur Lüleciyan, A. Nalbandyan, Mardiros Bağdigyan, Horen Darakcıyan, Hagop Taşçıyan, Melkon Rıstigyan, Aşçıyan biraderler, Hagop Canikyan, Hayacan Srabyan, Sarkis Nurikyan vardı. Hüseynik’te de Pilibbos Deroyan ünlü bir kundura ustasıydı.

Çarık (dıreh).- Bu ayakkabı çeşidi ayakkabıcılık mesleğinde en sıradanı olarak görülür. Kalın bir deriden oluşur, çevresinde kalın bir ipin geçirildiği delikler açılmıştır, çarığı ayağa göre ayarlamak için. Daha çok tarım ve benzer bir işle uğraşıldığı zaman kullanışlı olabilir.

Harput’da daha çok kadınların evlerde kullandıkları pabuç yapanlar da vardı.

Harput ovası, ayakkabıcı çırakları ustaları ile (Kaynak; Ernst Lohmann, Skizzen und Bilder aus dem Orient, Frankfurt, 1899) 

Ayakkabıcılığı öğrenmek 2-4 yıl sürerdi. Bu süre zarfında çırak ustasının yanında bila ücret çalışırdı. Ustaların genelde bir veya iki çırağı olurdu. Kunduracının aletleri şunlardı: kunduracı mili, maşa, kulak (ahşap çerçeveyle yapılmış kova), ahtar ağacı, masat (biley aleti), kalın bir tahta, tabar (deri örmek için kullanılan bir alet), hoval, kaz (kaza benzediği için bu ismi almış olabilir), muşda, çakacak.

Harput’un bazı köyleri de, özellikle Parçanc, İçmen, Hüseynik, ayakkabıcılık zanaatında ünlü merkezlerdir. Parçanc ayakkabıcılarından Srabların Garo ve evladları Ovan ve Arut, Misakların Misakı ve evladı Haço, Marta Koko, Kamhazar Mıgırdiç, Misakların Mano ve evladları Boğos, Arut ve Asadur, Çızı Koko, Ovaneslerin Kasbar ve Sahag (kardeşler) , Kejoların Mılkon, Cimcim Kasbar ve Sahag (kardeşler), Parsehlerin Deçan ve Krikor (kardeşler) anılabilir. Hacı Aharonların Manuk ve Mikael Gülhasyanlar Hüseynik’in ayakkabıcıları olarak anılmaktalar. İkisi de köyde çalıştıktan sonra, Mezire’ye yerleşir ve burada devam ettirirler zanaatlarını. Hüseynik ayakkabıcılarından Boğikyanları, Krikoryanları ve Bedros Acutyan’ı da hatırlamakta fayda var [2].

Harput ovasındaki ayakkabıcılar tarafından imal edilen ayakkabılar. Soldan sağa; kundura, vodits (odits, postal), çarık (Kaynak; Manug B. Dzeron, a.g.e.)

Nacarlık ve Marangozluk

Bu zanaat daha çok Ermenilere aitti. Kereste Harput ovasının köylerinden yada Malatya civarından getirilirdi. Marangozluk mesleğinde Harput ve Mezire şehirlerinin, aynı zamanda Parçancı, Hüseynik, Habusi (şimdiki İkizdemir), Tılgani/Kuylu (şimdiki Kuyulu) ustaları ünlüydü.

Harput Fırat Koleji’nde öğrencilerin ustalardan nacarlıklık eğitimi aldıkları bir atölye mevcuttu. Bir süre bu atölyenin yönetici-ustası Hüseynik’ten Kapriel Kapikyan olur. Hüseynikli diğer bir usta da Serop Vartanyan’dır: 1887 tarihinde ABD’ye göç eder ve orada çalışarak meslekteki bilgilerini geliştirir. Memlekete dönerken beraberinde mobilyacılık için önemli aletlerde getirir. Önceleri Mezire’de basit bir atölye açar, 1902’de ise aynı şehirde Harput ovasının en güzel mobilyasının üretildiği bir mobilya imalathanesinin temellerini atar [3].

Kilarçların Krikor ve Toro Garo Mardiros kereste keserken. Çizen; Nıvart Dzeron Goşgaryan, 1933. 1) Testere, 2) kesilecek olan kereste (cisir), 3) İskele, 4) destek (Kaynak; Manug B. Dzeron, a.g.e.)

Nacarlar atölyelerinde bir veya iki çırak bulundururlardı sıklıkla. Çıraklar yaklaşık dört yıl veya mesleğin inceliklerini öğrenene kadar çalışırlardı. Çırağın ustasının evinde ikamet etmesi ve evin oğlu gibi bakılması adettendi. Yani beslenmesi, kıyafeti, cep harçlığı usta tarafından karşılanırdı. Hatta ustanın çırağını evlendirmesi bile mevzu bahis olabilirdi. Bütün bunlara karşılık olarak, çırağın ustasına karşı hürmetli davranır, ona saygıyla yanaşırdı. Çırak mesleğin inceliklerine vakıf olduğu zaman, ustası ona içi nacarlık mesleğinin aletlerinden seçkinin bulunduğu bir sepet hediye ederdi [4].

Hüseynik köyünde nacarlık en ünlü mesleklerden biriydi. Meşhur nacarlar arasında anılan isimler şunlardır: Adişan, Sürmeli, İçmelyan, Nacaryan, Narjo ve Hesevet aileleri. Hesevetlerin Bağdasar köyün en ustası sayılırdı. Mesleğini İstanbul’da geliştirmiş olup, Harput yöresinde evlerin tavanlarına dokuma panolar uzmanlığını ilk o uygulamıştır. Narodların Usta Garabed de ünlü bir ustaydı. Hüseynik’te genelde Mezire’ye yerleşmiş çok aranılan mobilyacılar da vardı. Garabed (Ağabab) Nacaryan, Mıgırdiç Rıstigyan, Kapriel Kapikyan Hüseynikli ünlü mobilyacılardır [5].

Parçanc köyü de bu meslekle öne çıkardı. Nacarlık burada yüksek bir gelişim göstermiş ve Parçanclı ustaların ünü bölgede yayılmıştı. Palu’nun Havav köyünden göç etmiş Istepan Dzeron Kalfa’nın (Çatalbaş Dzeron’un oğlu) Parçanc’a yerleşmesiyle bu mesleğin ciddi bir gelişim gösterdiği varsayılır. Bu ustadan meslek öğrenen köylüler arasından Harput ovasında aranan ve el işleri takdir edilen yetenekli nacarlar çıkar [6]. Tılgadin/Kuylu köyünden nacar ustalar Minas Der Minasyan ve Krikor Yeğoyan’ı anmak gerekir.

Nacarın yaptıkları daha çok günlük kullanımla ilgili aletlerdi, mesela ev gereçleri ve ev inşası için kullanılan keresteler. Nacar tarım gereçleri de üretirdi; el arabası, pamuğu tohumlarından ayıran cırcır aleti, dokuma, zeytin yağı, pulluk, boyunduruk aletlerinin ahşap kısımları mesela. Nacarın aletleri arasında baltayı, matkabı, matkabı çeviren yayı sayabiliriz.

Parçanclı ustalar içinde anılanlar Dzeronların Nahabed’i ve Istepan’ı ve bunların soyundan olan Garabed, Dzeron, Bedros, Boğos, Harutyun sayılabilir. Aleksanlardan Minas ve Boğos, Gugulardan Agop, Garolardan Haçadur, Gılgıllardan Toros (daha sonra papaz olacaktır), Lira Elo, Misaklardan Ovanes, Takeslerden Garabed ve Sarkis, Depo Garolardan Agop, Hocik Toros’un evladı Istepan, Kilarcı Giragos’un oğlu Movses, Hocganların Sari Arut’un oğlu Hagop, Kancallı Sahag, Mıhdesi Unan, Guguların Tumas, Hovhannes ve Giragos, Kımıl Mıhdes Haço ve Manuk da sayılabilir [8].

Kereste kesme araçları: testere, ip ve seyreltilmiş kırmızı yahut mavi tebeşir ile dolu çanak (Kaynak: Manug B. Dzeron, a.g.e.)

Habusi köyünde XX. yy. başında yaklaşık on nacar vardı [9].

Nacarlıkta keresteyi kesme zanaatı da (hızarcılık) önemli bir yere sahip. Bu keresteyi testere ile kesmenin geleneksel şeklidir ve Harput ovasında çok yaygındır. Hızarcılık için hızar (uzun bir testere), keser, iki kapak, kilden yapılmış küçük bir tabağa doldurulmuş kırmızı tebeşir, su ve kıvrımlı iplik. İlk önce nacarlar kesilecek kerestenin (yahut cisirin) her tarafını keserle iyice yontarlar. Sonra tebeşir suyuna batırılmış kıvrımlı iplikle kerestenin üzerine kesilecek kalınlığa tekabül eden bir çizgi çekerler. Cisir (ki kelime anlamı olarak köprü demektir) iskele ve kapağın üzerine yerleştirilmiştir. Hızarcılık için iki ustanın mevcutiyeti şartdır. Onlardan biri çıplak ayakla cisirin üzerine çıkar ve hızarın yukarı ucunu tutar, o sırada ikinci zanaatkar da aşağıda kalıp hızarın diğer ucunu eliyle tutar. İkisinin dikkatli hareketleri ile keresteyi doğru bir biçimde kesmek mümkün olur. Parçanc köyünün ünlü hızarcıları Kilarçların Asdur’u ve oğlu Krikor, Toro Garo Mardiros, Usta Minasların Kirkor, Sahagların Sarkis ve kardeşi Boğos, Rabitalın Garabed ve kardeşi Avedis, Halcların Asdur ve kardeşi Museh, Rapitalın Garo’nun evladları Hampartzum ve Mılkon, Garo Atam ve oğlu Hagop, Halcların Arut, Topal Yeğso’nun oğlu Yeğazar, Manasellerin Mılkon ve Marsub, Halcların Kevo ve Tumas, Karaçollu Mano, Garo Mılkon, Şeytan Hazare, Misakların Manug, Kilarcların Garabed ve Haçadur ve diğerleri [10].

Mezire. Bir mobilya imalathanesi ve çalışanları. Solda usta Nazaret Ağamalyan. Sağında ilerde ABD’de ünlü bir fotoğrafçı olacak çırağı Ğazaros Melikyan. Harput’a ait bir çok fotoğraf Melikyan’ın koleksiyonuna aittir (Kaynak; Vahe Hayg, a.g.e.)

Ustalıklarıyla ünlenmiş nacarlar mühendis olarak da çalışabilirlerdi. Mesela, Parçanc köyünden olan Dzeronların Boğos Efendi ve Dzeronların Bedros Kalfa kendi meslekleri haricinde askeri yolların inşaasında da mühendis olarak görev almışlardır. Aynı köyden nacar ustası Dzeronların Manuk ve Berber Avak’ın oğlu Mardiros İstanbul’da eğitim alırlar ve Mamuret-ül-Aziz ve Diyarbakır vilayetlerinde devlet mühendisi olar görev yaparlar [11].

Ev inşası için en fazla kullanılan ağaç doğal olarak dik fakat pek de dayanıklı olmayan kavak. Bu ağaçtan evlerin kerestesini, sütünlarını, çatı dörtlüklerini vs. hazırlarlar. Parçanc köyünde kavak ağaçlarının çok oluşu, bu yörede nacarlığın gelişmesinin göstergesi olabilir. Manuk Dzeron’a göre, Parçanclı nacarların ünü Harput ovasında yayılmaya ve binalar inşa etmeleri için civar şehir ve köylere davet etmeye başlandıkları 1880’lerden itibaren, Parçanc bölgesinde kavak ağaçları da çoğalır. Kavak ağacından hazırlanmış kereste ihraç malzemesi olur. Parçanc’taki en ünlü keresteci Mamuret-ül-Aziz vilayetinin, aynı zamanda Harput ve Mezire şehirlerindeki nacarların kerestesini temin eden Depo Garo idi [12].

Nacarların sıkça kullandıkları çeşitlerden biri de dud ağacı idi. Çok dayanıklıdır ve bu ağaçtan pulluk, el arabası parçaları ve inşaat malzemeleri hazırlanırdı. Dayanıklılığı ile ünlü bir başka ağaç da iğde idi. İğdeden sütunlar, oklar, kazıklar, kirişler hazırlanırdı. Kayısı ağacından gelinlik çeyiz sandıkları, çekmeceler, dokumacı dıfası [13]. Ceviz ağacı özellikle mobilyacılar için değerli. Evlerin kapılarını, sandıkları, değişik mobilyaları bundan üretirlerdi. Çam ağacından da kapılar, aynı zamanda su kapları ve kaşıklar hazırlanıyordu. En sert ve kuvvetlileri şimşir, dişbudak ve sakız ağaçları idi. Son ikisi ile ahşap tekerler, şimşirden ise tarak, kaşık, marangoz malzemeleri hazırlanırdı. Nihayet meşe ağacını da değirmen kanadı, balta, kazma ve kürek sapları yapmak için kullanırlardı [14].

Demircilik ve Çilingirlik

Harput ve Mezire şehirlerinde bu meslekler genelde Ermeniler tarafından icra edilirlerdi. Demirci ve çilingir arasında belli bir ayrım vardır. Demircinin imalatı daha çok ev inşası ve tarım için kullanılan gereçlerdir. Ham maddesi olan demir uzun çubuklar şeklinde Harput’a getirilir. Çilingir ise demir üzerinde çalışan daha narin bir zanaatkardır: Genelde kilit üretir, fakat makas, bıçak, çakı, çocuk beşikleri ve arabaları da imal ettiği olur.

Harput şehrinde Büyük Çarşı civarında yaklaşık elli demirci atölyesi bulunurdu. Buradaki ünlü demirci-çilingir ustaları şunlardı: Setrag Avakyan, Parigyan kardeşler, Nışan Boyacıyan, A. Ğazaryan, S. Avakyan, Boğos Sarkisyan, Ğazar Gölcüyan. Hüseynik’deki usta demirci ise Mikayel Canikyan’dı [15].

Parigyan ailesinin Harput bölgesi demircilerinin tarihinde özel bir konumu vardır. Harput’da tesis ettikleri demir dökümhanesi değirmen makineleri, silahlar, mekanik kürekler, tarımsal gereçler ve buğdayı samandan ayırma makineleri imal ederdi. Atölyenin kurucuları aslen Hüseynikli Apraham (1839), Pariçan-Ded Amu (1841) ve Manuk (1857) Parigyan kardeşlerdi. Apraham meslek olarak silah yapımcısı, Pariçan ise kuyumcuydu. Demircilikle 1865’ten sonra meşgul olmaya başlarlar. 1870’te iki kardeş şehrin Sinamut semtindeki vadide, ki Hüseynik’le hemen hemen sınır komşusuydu, bir dökümhane açarlar. Burası derin ve kayalık bir yerdi ve bir dere akardı. Parigyan biraderler bu suyun akışını atölyenin makinelerini çalıştırmak için kullanmayı başarırlar. 1880 yılında, küçük kardeş Manug alanında yeni bilgiler edinmek ve çağdaş teknikler öğrenmek için ABD’ye gider. Daha önceden gitmiş Osmanlı Ermenisi gurbetçilerin oluşturduğu bir topluluk bulunan Worcester’a yerleşir. Orada Amerikan fabrikalarında döküm işinde büyük tecrübe kazanmış olan Dikran Terziyan (Tertzagyan) adında bir usta ile tanışır. Manuk Dikran ile yakınlaşır: Dikran’ın Harput’a dönüp Parigyanların atölyesinde işe başlaması yönünde de anlaşırlar. Dikran Terziyan yanında torna, planyacı ve matkap, buhar makinesi, körük gibi yeni aletlerle Harput’a döner. Onun atölyeye girişi ve yeni makineler dökümhanenin işleyişine yeni bir canlılık kazandırır; yeni fırınlar inşa edilir, demir, bakır ve pirinç bolca dökülüp hazırlanırlar atölyede, tarımsal farklı aletlerin imalatı ikiye katlanır. Parigyan biraderler atölye-fabrikalarında et öğütme makinesi ve dikiş makinesi benzeri demir makineler de tamir etmeye başlarlar, devlete ait silahları da yenileme işini yüklenirler.

Parigyan kardeşlere ait demir dökümhanesi, Harput, Sinamud vadisi (Kaynak; Vahe Hayk, a.g.e)

Osmanlı yöneticileri Parigyanların atölyesinin gelişimine şüpheyle yaklaşırlar. Onlar açısından Apraham Parigyan bir Ermeni ve eski bir silah üreticisi idi. İşte birleştikleri takdirde Ermenilere karşı yöneticilerin paronayasını şiddetlendirecek iki kimlik özelliği. Sonuç gizlice silah üretimi yapılıyor suçlaması ile zaptiyenin atölyeyi kapatması olur. Parigyanların nüfuzlu Türk ahbapları vardı. Onları aracılığına başvururlar, rüşvet verilir ve nihayet atölye tekrar açılır. Fakat yöneticilerin şüpheleri bakidir. Bir süre sonra, aynı suçlamalarla atölye tekrar kapatılır. Bu şartlar altında, dökümhanenin ustabaşısı Dikran Terziyan Harput’u terk eder ve ABD’ye döner. Fakat Parigyan’lar aynı derecede ümitsizliğe kapılmazlar. Rüşvet ve nüfuz etkisini bir daha gösterir, atölye açılır ve kısa bir sürede sahipleri tarafından eski seviyesine tekrar çıkartılır. Bu esnada küçük kardeş Manug yeni teknik bilgilerle ABD’den döner. Valhasıl kelam, atölye parlak günler yaşamaktadır.

1893’te Osmanlı yöneticileri Parigyanların atölyesine yönelik bomba ve silah hazırlanıyor şüphesiyle yeniden incelemeler başlatırlar. Atölye tekrar kapatılır. Daha sonra 1895’teki Ermeni Kırımı yaşanır: Harput Ermenileri de hedeftedir. Parigyan kardeşler kitlesel şiddet olayları sırasında yaralanırlar. Olaylardan sonra atölyeyi tekrar işletebilmek için izin alınır. Fakat bu sefer Parigyanlar doğal bir zorlukla karşı karşıyadırlar. Dökümhanenin yanından akan ve akışıyla atölyeyi çalıştıran derenin suyu eskisi kadar bol değildir artık. Atölyenin tekerlerini döndürecek başka bir kaynak bulunması gerekiyordu. Parigyanlar aynı vadi içinde bir yel değirmeni tesis etmeyi başarırlar ve bunun kuvvetiyle atölye işlemeye başlar. Yerel yönetim tekrar karışır: Yel değirmeninin konumunun Osmanlı ordusu için tehditkar olduğunu savunurlar, çünkü oradan top atışı yapılabilirdi. Parigyanlar yeni inşa edilmiş olan bu değirmeni yıkmak zorunda kalırlar. Çalışmalarını artık büyük bir belirsizlik dahilinde sürdürmektedirler. Büyük kardeş Apraham 1905 tarihinde vefat eder, küçük kardeş Manug ise ABD’ye göçü tercih eder. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile Manug yeni özgürlük ortamının yarattığı çockuyla Harput’a döner ve tekrar kardeşi Ded Amu’yla birleşir. 1915’te Manug Osmanlı ordusuna alınır ve diğer Ermeni askerleri gibi hükümetteki İttihat ve Terakki Partisi’nin Ermenileri yok etme planının kurbanı olur. Ded Amu atölyenin başında kalır ve yöneticilerin emriyle dökümhaneyi devlet siparişlerini hazırlamak için açık tutmak zorunda kalır. Devlet benzer çalışmanın karşılığını genelde ödemezdi. Ded Amu’nun tek tesellisi ise bu yolla kendisinin ve yakın çevresinin tehcirden ve öldürülmekten muaf kalmalarıydı. 1923’te, Mustafa Kemal yeni devleti kurduğunda, Ded Amu ve ailesi ABD’ye göç eder. 90 yaşındayken Los Angeles’ta gözlerimi yumar [16].

Dokumacılık

Hüseynik. Çukur tezgah ve iplik makarası önünde iki Ermeni kadın (Kaynak; Aharonyan, a.g.e.)

Harput köylerinde bu meslek bir ev işidir, öyle ki hemen her evin kuyusu vardır. Bazı köyler usta dokumacıların ürettiği kumaşların güzelliği ve yüksek kalitesi ile ünlenmişti. Mesela Hüseynik mavi ve kırmızı basma üretimi ile ünlüydü. Osmanlı ordusunun askerleri için yazlık kıyafetler de burada hazırlanırdı [17].

Harput yöresinde özellikle kırmızı bir kumaş çeşidi olan ve uzak yakın her Osmanlı şehrinde satılan Süryani çiti meşhurdu. Harput Süryanilerinin uzmanlığı idi bu ve evlerde bulunan kuyularda dokunurdu. Kumaş hazır olduğunda Harput yakınlarındaki aslen bir vadi olan Süryani Çayı’na götürülürdü. Burada kumaşı pişirir, beyazlatır ve açık havaya sererlerdi. Daha sonra özel yöntemlerle boyayıp süslerlerdi. Boyamak için, hazırlanışları asırlık geçmişe sahip ve nesilden nesile mesleki bir sır olarak aktarılan özel boyalar kullanılırdı. Dayanıklı kırmızı boyayı elde etmek için kökboya bitkisi (rubia tinctorum), taze ceviz kabuğu, mazı ve farklı bitkiler kullanıldığını biliyoruz. Mazı tırtıllar sayesinde farklı bitkilerin ve özellikle meşe ağacının yapraklarında oluşan küçük bir cevize benzeyen katı bir maddedir. Bundan siyah bir boya elde edilir, ki mesela mürekkep üretiminde de kullanılır. Gerçi, XX. yy. başında alizarin denen kimyasal bir madde bu doğal rengin yerine kullanılmaya başlandı, fakat bu eskisinin dayanıklılığına sahip değildi.

Mezire’de terzilik öğrenen Ermeni yetimler (Kaynak; Ernst Lohmann, Skizzen und Bilder aus dem Orient, Frankfurt, 1899).

Süryani çiti dayanıklılığı ile ünlüydü: Yıllara dayanır ve rengini değiştirmezdi. Kumaş üzerine eklenmiş resimler (genelde çiçek ve kuş tasvirleri olurdu), Süryani zanaatkarların el işiydiler. Kumaşı Süryani tüccarlar Harput’ta ve farklı çarşılarda satarlardı. Harput Süryanileri bu mesleği tam bir ortaklık içinde yapıyorlardı; yani zanaatın saklanması gereken sırları var, karşılıklı güven ortamının ve kazanç şartlarının yaratılması gerekir, biri diğerine destek olmalı, özellikle kendilerine boyanması için yollanmış müşterinin malını korumalı. Bunlar müşteri ve Süryani zanaatkar arasında güven ortamını oluşturmuştur. Mesela, baharda Süryaniler köyleri ziyaret edip boyanıp sonbaharda sahiplerine geri verilecek farklı keten ve kumaşlar toplarlardı. Bütün bunlar belgesiz ve imzasız yapılırdı ve her şey Süryanilere karşı oluşan güven üzerine inşa edilmişti. Süryani Çayı denilen bölgede hırsızlar eksik olmazdı. Çünkü kumaşlar açık havada serilmiş olurdu. Fakat bekçilik etmek Süryaniler için kollektif bir sorumluluktur. Hırsız belirdiğinde bekçiler ses eder ve kısa bir sürede birçok Süryani ellerinde sopalar toplanırdı. Tüm Süryani cemaati mesleklerinin sahibi ve bekçisiydi. Yağup Daşo ve evladı Surya, Agop ve Boğos Perç kardeşler, Minas, Boğos ve Mardiros Çatalbalar (kardeşler), Malçalar, Garabed, Kevork ve Avedis Donabed kardeşler, Ağayigler, Ağayeg, Gevargis ve Kaspar Çitci kardeşler Süryani dokumacılar ve tüccar aileler arasında ünlüydüler [18].

Dericilik yahut Tabaklama

Harput şehri, Sağda Süryani mahallesi ve Süryanilerin Meryem Ana Kilisesi (Kaynak; Vahe Hayg, a.g.e.).

Kuylu/Tılgadin (bugün Kuyulu) köyü uzun bir süre Harput ovasının başlıca dericilik merkezi sayılmıştır. Buradaki Ermeni dericiler ise zanaatlarındaki en ünlü ustalardı. Tabaklamanın Çınkuşlu Ermeni göçmenler tarafından XIX. yy.’ın ikinci yarısında buraya getirildiği rivayet edilir. Çevre köyler dışında, ham deri Kuylu’ya Erzurum, Bağdat, Rusya hatta Hindistan’dan getirilirdi. Ermeni kaynaklarına göre, ham deri 300 katır ve deveden oluşan kervanlarla bu köye ulaşırdı. Gülbengyanlar ve  Tırepyanlar bu ithalatı yapan başlıca tüccarlardı. Kuylu’da hazırlanan deri sadece Harput civarında değil, Merzifon, Sivas, Malatya, Diyarbekir ve farklı şehirlerin çarşılarında da satılırdı. Köyün başlıca dericileri Şahin, Boğos, Marsub, Sefer ve Bedros Muradyan’lar, Mığdes Aleksan Papazyan, Sukias Papazyan, Taniel, Bedros ve Hacı Hagop Kaylıyan, Asadur ve Hagop Yazlıyan, Bağdasar Ağa Pağtoyan, Asdur Hovigyan ve evladları Asdur ve Krikor, Hagop, Asadur, Toros Ağoyanlar ve evladları, Hagop, Kasbar, Simon ve Bağdasar Goşgaryanlar ve evladları, Marsub ve Bedros Goşgaryan, Asadur Köçekyan, Kelyanlar, Depoyanlar, Gosdanyanlar idi. Kuylu gençlerin 1890’larda Amerika Birleşik Devletlerine göçü nedeniyle Kuylu’da dericilik ve deri imalatı düşüşe geçer.  Göç hareketi dericilik merkezinin Kuylu’dan Harput’a geçmesine de neden olur [19].

Mazı: Cevize benzeyen katı bir madde. Böcekler vasıtasıyla özellikle meşe ağacının yapraklarının üzerinde oluşur. Mazıdan dayanıklı bir boya elde edilir (Kaynak; P. Leon Alişan, Haypusak yahut Ermenice Bitki İsimleri (Ermenice), Venedik, S. Lazar, 1895).

Harput’ta bu meslek daha ziyade Türklerin elinde olmuştur. Burada hazırlanan deri daha çok küçük baş hayvanlara, koyuna ve keçiye ait olmuştur. İnek, at ve öküz derisi de hazırlanırdı burada, fakat bunlar ithal edilen ürünlerdi.  Bu mesleği icra edenler şehrin Aşağı mahallesinde, doğu tepesinin altında, vadi yamacında çalışırlardı. Burada bir tabakhane tesis edilmişti ve akıcı bir dere vardı. Zanaatkarlar hayvan derisini burada yüzüp temizlerlerdi. Ticaret genelde sonbaharın soğuk günlerinde yapılırdı, çünkü kuru ve soğuk iklimde kurumuş deri daha yumuşak ve dayanıklı olurdu. Deriyi hazırlarken köpek dışkısı ve bitkisel maddeler kullanılırdı. Bunlar büyük baş hayvanların derisini yoğunlaştırıp sertleşmesini sağlardı. İnce derileri siyaha yahut kırmızıya boyarlardı: Bunlar daha çok ayakkabı yapımında kullanılırdı. Boyaların hazırlanması da ayrı bir zanaatdi. Gerçi son yıllarda boya yurtdışından ithal edilmeye başlanmıştı. Harput’da tabakçılık yapan ve deri ticareti ile uğraşan Ermeniler daha çok Çınkuşlulardı. Muradyanlar, Şahinyanlar ve Nahigyanlar tanınmış isimlerdi. Nahigyan ailesine ait tabakhane şehir kalesinin yakınında bulunurdu [20].

Manug Dzero tabakçılık zanaati üzerine daha ayrıntılı bilgi aktarmakta. Öncelikle yapışkan bir maddenin hazırlanması önemliydi. Bunun için de 20-25 kg. suyun içine yanmış kireç, daha sonra da ipek elekten geçirilmiş meşe tozu katmak gerekirdi. Oluşan bu maddeyi ham derilerin üzerine sürerler, bir gün sonra da bu koyun ve keçi derileri üzerine kalan yünü ve tüyü elle üzerlerine çekip temizlerlerdi. Deriyi katlanmış bir şekilde yaklaşık bir hafta saklayıp, sırayla onları sularlardı, kurumamaları için. Bir hafta sonra, gece boyunca onları ayrı ayrı direklere asarlardı. Kaşağıyla bütün derileri iyice kaşıdıktan sonra tümüyle temizlerler. Yukarıda sözü geçen maddeyle kaplama işlemi tekrarlandıktan sonra deriler tekrar bir hafta saklanır. Bundan sonra her bir derinin çeşme suyuyla yıkanma töreni başlar. Temizlenmiş ve yıkanmış bu deriler büyük yalaklara yerleştirilir ve üzerlerine sakhkhat denilen sıvıyı eklerlerdi. Bu sıvı sudan ve içine konmuş köpek dışkısından hazırlanırdı. Gün boyu böyle saklandıktan sonra, derileri açar, iç yüzünü kaşağı ile et izlerini iyice yok edecek şekilde temizlemeye başlarlardı. Bıçakla derinin iki yüzündeki suyu çıkarıp kuruturlardı. İnek, öküz ve manda derisini tabakladıkları takdirde yine aynı işlemler yapılır, fakat süresi daha uzundur. Yapışkan bir maddede bir gün yerine 5-6 gün kalırdı.yalakda kalma süresi de iki hafta sürerdi. Deri artık hasil olmaya hazır.

Bu işlem için tekrar tabaklanmış derileri yalaklara koyarlar, tatir, teğ, mazı ve ılık su eklerler. Tatir meşe yaprağı ve kabuğu karışımıdır, kurutup öğütürler. Harput yöresine Palu bölgesinden getirilir. Teğ ise öğütülmüş nar kabuğudur: Çınkuş ve Ergene Maden’den getirilir. Koyun ve keçi derisi olduğu takdirde 1-2 nugi (640 gr.) [21] tatir ve aynı ölçüde teğ eklerler. Buzağı derisi için ikişer nugi eklenir, inek ve öküz için dörter, manda için ise altışar nugi. Yaklaşık üç hafta bekletirler, sadece manda derisi daha uzun, 30 gün bekletilir. Bu esnada deriler zaman zaman yalaklardan dışarı çıkarılmalı, et olan taraflarını iyice kazımalı ve daha sonra tekrar yerlerine yerleştirmeli [22].

Üç hafta dolduğunda derileri nihayi olarak yalaklardan çıkarıp kuruması için açık havaya sererler. Fakat manda derisi kurutulurken iyice düzleştirmek için iki-üç kez çevirirler. Kullanıma hazır bu derileri daha sonra siyaha veya kırmızıya boyarlar. Yerel bu deri Harput dışındaki şehirlere de ihraç edilir. Bu işle uğraşan Ermeniler arasında Muradyan ailesi, Toroslar ve Şahinyan kardeişer ünlüdür [23].

Kasaplık

Harput’ta Ermeniler ve Türkler bu işi yaparlardı. Mezbaha Türk mahallesinin yakınında bulunurdu. İlerde ise Kayalız kayalıklarının ortasına, Aziz Istepannos Kilisesi’nin yakınına taşınır. Bu yakınlık konusunda kilise tarafından yapılan şikayetlere karşın, yerel yönetim mezbahayı başka bir yere taşımaz. Hayvanlar burada kesilir, sonra da hamallar vasıtasıyla şehirdeki kasaplara taşınırdı. Bu işi daha çok Hüseynikliler yapardı [24].

Hovsepyanlar, Bozoyanlar, Asdigyanlar, Mazmanyanlar, Aharonyanlar, daha eski zamanlarda ise Arslanyanlar ve Nahigyanlar Hüseynik’teki ünlü kasaplardı. Arslanyan ve Nahigyan aileleri 1877’teki Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı ordusunun et ihtiyacını karşılamışlardır [25]. Parçanc köyündeki kasaplardan Perişan Garabed ve evladı Asadur, Nazarların Aymet Amu (Türk) ve Halcoların Kevon’unu sayabiliriz [26].

Özellikle Hüseynik’te tüccar kasaplar da vardı. Bunlar atlarla Bingöl, Mardin, Urfa ve Nüsaybin’e kadar gider, Kürt ve Araplardan koyun ve eril keçi sürüleri satın alır, çobanlar yardımıyla bu hayvanları Harput ve Mezire’ye getirip yerel pazarda satarlardı. Hovsepyants Bebo, Hagop ve Apraham Demirciyan kardeşler, Muşeğ ve Avedis Sırabyan kardeşler, Kevork Keçeciyan, Krikor Mazmanyan, Garabed, Minas ve Hagop Mazmanyan kardeşler, Hovagim Nahigyan ve evladları Nahabed, Kapriel ve Simon, Artin Aharonyan ve evladı Ağabab, Hagop Aharonyan, Asdur Mazmanyan, Arakel Ağa Hovsepyan, Sahag ve Hacı Hovhannes Diranyan kardeşler, Kızoyan baba, Minas Ağa Holigyan, Manug Holigyan, Koncoyan ve Canigyan bu işi yapan ünlü tüccarlardı. Mezire kasaplarının büyük bir kısmı Hüseynikli idi [27].

Taş İşçiliği ve Duvarcılık

Bu meslek özellikle Körpe gibi taş ocağı olan köylerde yaygındı. Mezar taşları, ev yapımında kullanılan özel taşlar, bulgur öğütme taşı, değirmen taşı burada kesilir, ölçülür ve şekil verilirdi, daha sonra ise kağnı arabaları ile köylere ve şehirlere taşınırdı. Usta Sarkis Aznavuryan, Ğazar Aslanyan, Sarkis Turşyan, Hovhannes Der Kasbaryan (Şışukların), Yeğya Boyacıyan, Sarkis Uzunyan, Usta Yeğyazar Bağdasaryan, Usta Haçadur Minasyan (sonra Taşcıyan), Mangasar Aprahamyan (Saçoların), Torig Hagopyan (Yeğoların), Usta Kayacan Uzunyan Körpe’deki ünlü ustalardı [28].

Hüseynik kasabası da usta taş işçileriyle ve duvarcılarıyla ünlüydü. Bunlardan bazıları tekniklerini o kadar ileriye taşımışlardı ki artık gerçek birer mimara dönüşmüşlerdi. Bunlar arasında Kayarların Usta Hovhannes’ini, Kayarların Usta Mıgırdiçi’ni saymak mümkün.  Kayarların Usta Mıgırdiç inşa ettiği devlet binaları ve köprüler için Osmanlı 4. Derece madalyasına da layık görülmüştür. Tekrar Kayarların Usta Mıgırdiç’in direktifleriyle Mezire ve Çemişgezek’deki Osmanlı kışlaları, hükümet binası, idadisi inşa edilmiştir. Hüseynik’deki camii ve minaresi, Aziz Varvar kilisesi’nin kubbesi Kayaryan ailesi tarafından yapılmıştır. Bu kilisenin diğer kısımlarının mimarları ise Usta Agop Vahanyan ve Usta Manug olmuşlardır. Hüseynikli mimar Kevork Koncoyan Mezire hastanesini ve kışlasını, Hüseynik’deki depoyu ve Kızıl Konağı inşa etmiştir. Usta Agop Vahanyan’ın mimar olan evladları Mezire’deki Fransız kolejini yapmışlardır [29]. Tılgadin/Kuylu köyünün usta duvarcıları Bedros Nacaryan, Abdo, Hovagim ve Garabed Muşoyan kardeşlerdi. Bunlar mimar da olmuşlar, köprü ve bina planları çizmiş ve onların yapımına önderlik etmişlerdir [30]. Pazmaşen köyünün meşhur mimarı köyündeki yegane, aynı zamanda Çemizgezek’teki üç kiliseyi inşa etmiş Koleç Mığdesi Hayo’dur. Aynı köyün mimarlarından Koleç Boğos, Terzoların Dzeron, Koleç Asadur, Kapoların Agop, Oveslerin Babo, Poloların Haço, Noroların Mardo’yu anmak gerekir [31].

Değirmencilik

Harput ve Mezire çevresindeki köylerde, mesela Yeğek (şimdi Aksaray), Parçanc, Pazmaşen’de (şimdi Sarıçubuk) buğdayı una çeviren değirmenler mevcuttur. Buğdayı şehirlerden bu yerlere götürür una çevirirler ve tekrar eve dönerlerdi. Parçanc’da beş un değirmeni vardı ve bu beş değirmen de yerel ağalara aitti. İşletenler de bu ağalara yıllık bir kira ödeyen Ermeniler veya Kürtlerdi. Parçanc’taki en ünlü değirmen Yukarı yahut Yeğoların değirmeni adı da verilen Baş değirmendi. 1910’da bu yerde Harput ve Mezire şehirlerinin ince ununu temin edecek olan çağdaş bir değirmen inşa edilir. Parçanc’daki diğer değirmenler şunlardı: Koşgırların değirmeni, Çakçak değirmeni, Kıriglerin değirmeni, Sel değirmeni. 1885’te Sel değirmeninin yerine pamuk temizlemek için çağdaş bir makine inşa edilir. Parçanc’taki ünlü Ermeni değirmenciler ise şunlardı: Hoppala Dono, Yeğo Mınço, Topurma Egop, Misakların Bedo, Kıriglerin Mamo, Kor Oso, Garo Kevo Kasbar, Nono Boğosların Navo, Topurmaların Kızıl Mardo. Pazmaşen’de, 1910 tarihinde, Avedis Nacaryan ve Murat Cigerciyan tarafından gazla işleyen bir değirmen inşa edilir. Yeğek köyündeki başlıca değirmenler Arakelyan, Bahadur, Ataments, Sursur ve Ermenioğlu ailelerine aitti [32].

Harput bölgesindeki değirmenler genel olarak resimdeki gibi. Serin oda taş bina olurdu, diğer duvarlar ise tuğladan yapılırdı. Suyun içinden geçip değirmene ulaştığı su yolu veya boru 90 cm. genişliğe ve 3-6 metre derinliğe sahipti. Bunun alt ucunda zilfan yahut silikon adlı bir deliği bulunan süzgeç vardı. Su kuvvetli bir biçimde buradan dışarı çıkar ve kırmanın kanatlarına dökülüp onu döndürmeye başlardı. Kırmanla beraber üzerinde bulunan ahşap kazık da dönmeye başlardı. Bunun ucuna sürücü, garmucak’la  sabitlenmiş değirmen taşı, çağçkar bulunurdu. Kırman altında dapan konmuş olurdu; su tekeri için dayanak olmanın yanında, bunun sayesinde ekseni etrafında dönen kırmanın ritmini de anlamak mümkündü. Kırmanın altından çıkan dapan uzundu ve uzun kısmın üzerinde yatay olarak konmuş uzun bir sütün vardır: Götürge. Götürgenin yukarı-aşağı hareketleri sayesinde unun inceliği anlaşılırdı. Su tekerini durdurmak için iki yöntem vardır. İlki, savacağı çekip yukardan gelen suyu kesmek mümkün. İkincisi ise götürgeyi tamamen aşağıya çekerler ve su tekeri durur.

Şehirlerde kavrulmuş buğdayı öğütüp bulgura çeviren öğütücüler vardı. Bulgur öğütmek için hemen hemen her evin kendi özel öğütücüsü vardı. 1915’in hemen öncesinde mekanik olarak bulgur ve buğday öğüten aletler piyasada ortaya çıkmaya başlamıştı [33].

Parcanç köyünün Çakçaku değirmeninin çizimi.

(1) Değirmen; (2) Değirmen taşı; (3) Sürücü (garmudjag); (4) Kova (takna); (5) Emzik; (6) Chakhchakh; (7) Un deposu (alırdun); (8) kırman veya su tekeri; (9) Destek (dapan); (10) Götürge; (11) Su kanalı; (12) Zilfa yahut silikon; (13) Bent kapağı; (14) Serin oda; (15) Tandır; (16) Ocak; (17) Aghvon; (18) Petek; (19) Ahşap sütün.

Değirmenci Hoppala Dono. Manug Dzeron tarafından çizilmiş ve evladı Levon M. Dzeron eliyle, 1933’te, Joliet, Illinois’te, tekrar çizilmiştir (Kaynak: Manug B. Dzeron, a.g.e.).

Çömlekçilik

Harput’ta bu meslek Ermenilere aitti ve yetenekli ustalar vardı. Üretimleri genelde evlerde kullanılırdı: Mesela bardak, tabak, tava, kavanoz, sürahi, büyük ve küçük karaz (deriden yapılmış su şişesi), su testisi, ayran için yayık, şarap fıçısı. Çömlekçilerin atölyeleri genelde kale hamamının yakınında bulunurdu. Harput ve Mezire şehirlerindeki çömlekçiler aslen Arapgirli olurlardı. Çömlekçi Mamas’ın Kale Meydanı’nda bulunan çömlek atölyesini biliyoruz mesela [34]. Köy olarak da Dzovk ve Habusi çömlekçi ustalarıyla ünlüydüler [35].

Habusi köyü tarihine ait bir kitapta çömlekçilerin çalışmak için ihtiyaçları olan kara toprağı yollardan ve tarla kıyılarından genelde Mart ayında topladıkları yazılı. Daha sonra köyün merkez avlusundan ve okul yakınındaki tepeden beyaz toprağı toplayıp elediklerini ve orantılı bir şekilde kara toprağa karıştırdıklarını okuyoruz. Daha sonra suyla yoğurup, evin bir köşesine yerleştirirler ve üzerini örterler. Atölyenin çalaşması baharda başlar ve takip eden 7-8 ay boyunca devam eder. Çömlekçi çarkın üzerinde günlük 15-20 büyüklü-küçüklü ürün hazırlayabilir. Şekillenmiş ürünleri kurumaları için gölgeye dizer. Daha sonra topraktan yapılmış bu ürünlerin fırınlama işlemine sıra gelir. Onları içinde saman yaktığı özel bır fırına koyar. Kavurma kavanozu, yemek kapları gibi bazı kapların fırınlanma dışında partalılmaya da ihtiyaçları vardır. Bunun için de çömlekçi kurşunu bir leğende eritir ve üzerine kükürt ekler. Bu karışımı daha sonra kaşık kaşık öğütür. Meydana çıkan sıvıyı çömlekçi fırçayla fıçıların içine ve dışına sürer. Kuruduktan sonra tekrar fırına konulurlar [36].

İpek Böcekçiliği

Harput ovasına ipek-böcekçiliğinin 1860’da geldiği rivayet edilir. Bu zanaat, dut bahçelerini de dikkate aldığımızda, özellikle Parçanc köyüne özgüydü. İpekçilik bu köyde çok çabuk gelişir ve Perçanc Mamuret-ül-Aziz vilayetinin başlıca ipek-böcekçiliği merkezine dönüşür.  Bu zanaat Hüseynik, Kesirig, Komk (şimdi Yenikapı), Morenig (şimdi Çatalçeşme), Hoğe ve Yeğeki köylerinde de icra edilmeye başlanır. Buralarda dut ormanları oluşturulur ve her yaz yüzlerce aile evlerini ipek-böceği üretim merkezine dönüştürür.

Harput ovasında ipek-böcekçiliğinin gelişmesinde bölgesel anlamda bu zanaatin önemli bir merkezi olan Diyarbekir’in şüphesiz önemli bir rolü vardır. Parçanc köyü bu anlamda güzel bir örnek. Köyde Torganların Gimiş Arut adlı bir ipek tüccarının olduğu anlatılır. Bu şahıs XIX. yy.’da Diyarbekir’den ipek ithal ederdi. Parçanclı tüccar burada ipek-böcekçiliği ile uğraşan ustalarla tanışır ve onları köyüne davet eder. Ustalar bu daveti kabul eder ve yanlarında ipek-böceği tohumu da getirirler. Böylece köyde ilk kez olarak ipek-böceği yetiştiriciliği başlar (yerel dilde vort-beyel). Gimiş Artun’u Tato Boyacıyan (Topal Yeğso’nun kocası), Boyacı Krikor ve Gelen Mıgırdiç takip eder. Gelen Mıgırdiç bu zanaatı Bursa’da bulunan Osmanlı İmparatorluğu’nun ipekçilik okulundan, Harir Darüttalimi’den öğrenmişti [37]. Hüseynik’teki ünlü ipek-yetiştirici eğitimini Bursa’nın Harir Darüttalimi’nde almış Boğos Vartabedyan’dı. Aynı köyün diğer ipek-yetiştiricileri arasında Hovhannes Sıvacıyan, Kevork Mantaryan, Bismarck Hovsepyan da vardı. Harput’da bu zanaatı yapanlar arasında Haçadur Tevrizyan ve evladları Armenag ve Ardaşes ünlüydüler. Onlar aynı zamanda Harput ovasından ipek böceği larvası ve koza ihraç eden ünlü tüccarlardı [38].

Başta Harputlu ipek böceği yetiştiricileri bu mesleğe pek vakıf değildiler. İpek böceğinin tohumunu uyandırmaya, böcekleri beslemeye, odaları gerekli olduğu ölçüde ısıtmaya, kokuya karşı önlemler için gerekli olan işlemler hep eksik kalır. Bu nedenle uyanmış olan böceklerden bazıları erken ölür, diğerleri de yetiştikten sonra hastalanır. Bu şartlar altında koza ürünü bol olmaz ve kozalar zayıf kalır. Parçanc’da bu anlamda 1885’ten itibaren bir devrim yaşanır: Gelenlerin Arut’u (Harutyun) zanaatın bilimsel inceliklerine vakıf olmaya başlar. Gerekli olan bilgileri her yıl ipek böceği tohumu satmak için Harput’a gelen Diyarbekirli ustalardan edinir. Harutyun çok çabuk bir şekilde mesleğini mükemmelleştirir ve Mamuret-ül-Aziz vilayetinin en ünlü ipek böceği yetiştiricilerinden biri olur. O tecrübe ve bilgilerini Parçanc ve çevre köylerdeki hemşehrilerine de aktarır [39].

XIX. yy. sonuna kadar ipek böceği tohumu özellikle Diyarbekir ve Bursa’dan Harput’a getirilirdi. 1898’de, Bursa’nın Harir Darüttalimi’nden mezun olan Harputlu Dikran Zarifyan, büyük bir başarıyla tohum üretimi yapmaya başlar ve yerel pazarın başlıca satıcısı olur. Aynı yıllarda Avrupa’nın inisiyatifi ile Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan Düyun-u Umumiye devlet birikmiş dış borcunu ödemek için gelir kaynakları aramaktaydı. Bu amaçla da ekonomik farklı girişimleri destekliyor, maddi olarak destek oluyordu. Tütün üretimi ve ipek böcekçiliği devletin desteklediği alanlar arasındaydı. Bu ürünler üzerine konmuş devlet vergisi doğrudan Düyun-u Umumiye’nin kasasına gidiyordu. Düyun-u Umumiye Harput ovasında ipek böcekçiliğini desteklemeye başlar. Temmuz 1904’te Düyun-u Umumiye ipek böcekçiliği ilk alakalı en iyi üretim konulu bir yarışma açar. Bu meslekle uğraşan Harput ovasındaki köyler katılım gösterirler. 29 Temmuz’da, Mezire Hükümet Konağı’nın geniş avlusunda büyük bir törenle ve üst düzey devlet misafirlerinin, askeri bandonun, konsolosların, ruhanilerin katılımıyla yarışma sonuçları açıklanır ve ödül töreni gerçekleşir. Beş ödülü de Ermeni ipek böceği yetiştiricileri kazanır: En iyi ıslak koza ödülü Kerovpe Efendi Zarifyan, En iyi ipek böcekçiliği aletleri ödülü Haçadur Efendi Tevrizyan, En iyi tohum yetiştirme aletleri ödülü Armenag Efendi Tevrizyan, En iyi ipek çiftliği Vartuhi Tevrizyan, En iyi dutluk ödülü Kevork Efendi Zarifyan [40].

Parçanc köyünde Gelen Arut’a ait kozalardan ipek tel çekilen bir atölye.

(1) Bakır leğen; (2) koza; (3) ocak; (4) tezgah; (5) dolap; (6) git-gel; (7) makara; (8) kanca; (9) kırbaç; (10) top; (11) ana başlık; (12) tel.

Çizen Manug Dzeron, tekrar çizen Levon M. Dzeron, 1933 yılında (Kaynak Manug B. Dzeron, a.g.e.)

İpek Ticareti

İpek böcekçiliğinin bu hızlı gelişimi bölgede ipek üretimi için de bir fırsat yaratır. Kısa bir süre içinde büyük şehirlerde (Harput ve Mezire) sanayi üretimi boyutuna varır. Bu işin başında ise Fabrikatoryan ve Kürkçüyan aileleri bulunuyordu.

Köylerde bulunanlardan tamamiyle farklı işletmelerdi bunlar. Mesela Parçanc’ta bu işlem kozaların ve tezgahların yerleştirildikleri Depo Garo’ların geniş avlusunda yapılırdı. Ustalar 3-4 ay boyunca ve bütün gün ipek çekmekle uğraşırlardı burada. Manug Dzeron kitabında ipek teli çeken geleneksel değirmeni de betimler. Koza çeken usta bağdaş kurup oturur ve sol eliyle kamçıyı (kozakları tutmaya yarayan yay şeklindeki alet) tutar, önünde ise su ve kozayla dolu ve hafif bir ateşin üzerine yerleştirilmiş büyük leğen vardır. Kozalar hafif ısının da etkisiyle çözülürler, kamçının küçük darbeleri de bu çözülmeyi hızlandırır. Teller çözülmeye başlar. Bu sırada usta kamçının ucuyla bir tutam teli tutup sağ eliyle bunu makaraların üzerine geçirir. Çırak aynı anda değirmeni döndürür ve bu koza telini makaralarla dolama işini kolaylaştırır [41].

Mezire’de ipek ve kumaş fabrikası sahibi Fabrikatoryan kardeşler (Kaynak; Vahe Hayg, a.g.e.)

Mezire’deki en ünlü ipek fabrikasının sahipleri Fabrikatoryan biraderlerdi. Babaları Krikor İpekçiyan 1840’lı yıllarda Arapgir’te doğmuştu. Küçük yaşta Lübnan sahilinde bulunan ve ipek atölyeleriyle ünlü Cünye kasabasına gider. Krikor ağa mesleği burada, akrabası Hovhannes Armenyan’e ait atölyede öğrenir. 1869’da Arapgir’e döner ve daha sonra ailesiyle beraber Mezire’ye yerleşir ve burada hızlı bir şekilde gelişecek olan kendi ipek atölyesini tesis eder. 1890’lı yıllarda Avrupa ve ABD’den çağdaş ipekçilik makineleri getirtir. Bunların arasında Cropton and Knowles Loom Work Şirketine ait olanlar da vardı (Bu şirketin merkezi Worcester, Massachusetts’de idi). Krikor 1902’de vefat eder. Babalarının ölümünden sonra, beş evlat Mamas, Aharon, Dikran, Garabed ve Samuel işin başına geçerler. Onlar artık Fabrikatoryan soyadını kullanmaya başlamışlardır. Garabed, Mamas ve Dikran ABD’ye gidip ipekçilik ve pamukçuluk alanında kendilerini geliştirirler. Onlar beraberlerinde Mezire’ye içlerinde buharla çalışanı da olan modern makineler getirirler. Fabrikatoryanların ürettikleri Osmanlı İmparatorluğu’nda satılır, hatta Rusya ve Avrupa’ya da ihraç edilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Fabrikatoryanların fabrikasında yaklaşık 300 kişi çalışıyordu. Fabrikaları kadar Fabrikatoryan kardeşlerin Mezirede’ki evleri de ünlü idi. Bunlar yanyana inşa edilmiş iki katlı beş evdi. Fabrikatoryan kardeşlerden her biri ailesiyle bu evlerde kalırdı. Bu büyük aile Soykırım sırasında yok edilir [42].

Harput’ta Kürkçüyan’lara ait olan ve Yukarı Mahalle’de bulunan ipek fabrikası da ünlü idi. Krikor Efendi Kürkçüyan kardeşi Sarkis ile beraber 1871 tarihinde (Vahe Hayg’a göre 1881’te) bu fabrikanın temellerini atmıştı. Bursa’dan gelen ipek-böcekçiliği uzmanı Hovagim Morukyan’da kendileri ile işbirliği içindeydi. Kürkçüyanların ataları Van’dan önce Palu’ya sonra Harput’a göç etmişlerdir. Bu üç kişi arasında ilerde bir anlaşmazlık çıkar ve Krikor fabrikayı tek başına idare etmeye başlar. Krikor’un oğlu Hosrof 1883’te ipekçilik konusunda kendisini geliştirmek amacıyla ve oradan yenş makineler getirmek niyetiyle Fransa’nın Lion şehrine gider. Bir sene sonra dönüp işin başına geçer. Hosrof Efendi Kürkçüyan döneminde fabrikanın üretimi hız kazanır: Orada hazırlanan çiçekli kumaşlar ve perdeler İstanbul’a kadar ihraç edilir. Fabrika buharlıydı ve odun ve kömürle çalışıyordu. 1895’teki Ermeni Kırımları sırasında Kürkçüyanların fabrikası da şiddet eylemlerinin hedefi olur ve büyük zarara uğrar. Kötü olan aile bireylerinin aldığı ölüm tehditleri idi. Yakınlarının öldürülmelerini engellemek için Hosrof Efendi İslamiyet’i kabul eder. Bu sırada iki kardeşi de ABD’ye göç etmiş, üçüncü kardeşi ise Bursa’da ipekçilik üzerine eğitim almaktadır. Şiddet eylemleri sonra erdiğinde din değiştirmiş olan Hosrof Efendi iki evladını ABD’ye gönderir. Küçük oğlu ve kızları yanında kalır. Hosrof Efendi yıkılmış olan fabrikasını yeniden inşa eder ve çalıştırır. 1915’te kendisi ve ailesinin büyük bir çoğunluğu Soykırım kurbanlarından olurlar [43].

Mezire, ipek fabrikası sahibi Fabrikatoryan beş kardeşin evleri (Kaynak; Vahe Hayg, a.g.e.)

Fotoğrafçılık

Vahe Hayg Harput ovasında yaşayan halkın fotoğrafçılığa karşı başlarda önyargıları olduğunu ve bu yüzden bu mesleğin belli bir zaman Harput sosyal yaşamında yer edinemediğini anlatır. 1860’larda Kafkasya’dan bir fotoğrafçının Harput’a geldiği anlatılır. Daha sonra, Batılı misyonerlerin bölgeye yerleşmelerine paralel olarak, fotoğraf çekilmek biraz daha yaygın bir adete dönüşür. Fakat asıl Harput’luların ABD’ye göçleri fotoğrafçılık mesleğinin bu şehirde gelişmesine vesile olacaktı. Yurtdışına yerleşmiş ve senelerce ailelerinden uzak kalmış insanlar için fotoğraf yakınları ile aralarında somut bir bağa dönüşüyordu. Harputlu gurbetçiler çoktu. Öyle ki, Vahe Hayg’ın açıklamalarına göre, aileler gurbete düşmüş yakınlarına vatan ocağından bir resim yollamak niyetiyle fotoğraf çekilmeye başlarlar. Sonraları Harput’ta bir eğitim ağının kurulması da fotoğrafçılık mesleğinin gelişmesine katkıda bulunur. Fotoğrafçı, okul müsamerelerini ve öğrencileri ölümsüzleştirmek için gerekli olan insandı. Harput fotoğrafçılarından bilinenler aslen Hüseynikli olan Hovhannes ve Mardiros Sursuryan kardeşlerdi. Aharonyan’a göre, Sursuryanların babası bu mesleği Rusya’da öğrenmişti. Bir diğer kaynağa göre ise de Rusya’ya gidip fotoğrafçılık öğrenenler Hovhannes ve Mardiros’du. İlerde evladları Askanaz ve Harutyun 1915’e kadar bu mesleği devam ettirirler. Diğer fotoğrafçılar Mihran Tütüncüyan ve kardeşleri idi. Mihran Tütüncüyan mesleği Küdüs’te öğrenmişti [44].

Kandil Yağı Üretimi

Bu meslek Pazmaşen köyüne özgü. Köydeki Ermeni zanaatkarlar kandil yağı hazırlamak için keten tohumunu kullanırlardı. Pazmaşen’de bir çok ailenin yağ üreten atölyeleri vardı. Köylüler burada kendi hazırladıkları keten tohumlarını ezip sıkarlardı ve Arapgir, Diyarbekir, Palu, Dersim, Malatya, Çemişgezek ve farklı şehirlere ihraç edilen bir yağ üretirlerdi. Pazmaşenliler bu yağı satabilmek için köy köy gezerlerdi. Bu sebeple Pazmaşenlilere tzitdzakh (yağ satan) lakabı verilmişti. XIX. yy. boyunca Harput çevresindeki şehirler ve köyler bu yağla aydınlanırdı. Yağı küçük kaplara yerleştirir ve bir fitil yerleştirirlerdi içine. İlerde, gazyağı lambaları yayıldıkça yağ üretimi belirli ölçüde azalır. Pazmaşen’de yağ üretimi ile ünlü aileler şunlardı: Mınçikler, Dervişler, Tatolar, Bedolar, Şahbazlar, Norozlar [45].

Sabun İmalatı

Harput’ta bu mesleğin yaygın olmadığ aşikar. Hüseynik köyünden Vartan Vezneyan’ın adı anılmakta sadece. O bu mesleği ABD’de bulunduğu sürede öğrenmiş [46].

Halıcılık

Harput ovasında bu meslek uzun bir süre yaygın olmamıştır. Halıcılık daha ziyade Dersim çevresindeki Kürtlerin uğraşı idi. Onlar bazen güzel ve ince işlemeleri olan örtü, keçe, kilimler işlerlerdi. Harput ilinde bu meslek 1895 Ermeni Kırımı’ndan sonra gelişmeye başlar asıl. Bu tarihte Batılı misiyonerlerin kurdukları yetimhanelerde halı atölyeleri de tesis edilir. Ermeni yetim kızlar halıcılığı burada öğrenirler. Yetimlerin ürettikleri halıların ticareti ile de Ermeni tüccarlar ilgilenirler. Misyonerler ise bu halıları satmak amacıyla ABD’ye yollarlar. Harput’ta misyonerlerin yerleşmesinden sonra halıyla alakalı başka bir meslek de gelişmeye başlar. Misyonerler evlerden, camilerden ve kiliselerden eski halıları alıp ABD’ye göndermeye başlarlar.  O tarihlerde Doğu halıları ABD’deki halıcılar için çok değerliydi, çünkü onlar eskimiş ve yıpranmış bağcıklardan nakışları ve çizimleri taklit edip yeni halılarda yeniden kullanıyorlardı [47].

Bakkalcılık

Bu meslek daha ziyade Türklerin elinde bulunurdu. Harput’ta bu dükkanlar yanyana idi. Buralardan gıda ürünleri, meyve ve sebze alınabilirdi. Şehirde yaklaşık 150 bakkal dükkanı vardı. Yaklaşık 10’unun sahibi Ermeni idi sadece, kalanı ise Türklere aitti [48].

Berberlik

Saç kesmek, bıyık ve sakal tıraş etmek haricinde berber aynı zamanda “dişçi” ve “doktor”du. Hüseynik’te bu anlamda ünlü berberler Berber Osgyan ve Mahdesi Kapriel’di (Mıdes Kappo). Mahdesi Kapriel’in bomba hazırlama yeteneğinin de olduğu anlatılırdı. Belli ki hazırladığı yüksek kaliteli patlayıcı bir tozdu. Bu icadından şevk alarak resmen Osmanlı makamlarına başvurup kendileri için büyük ölçüde barut hazırlamayı ve devlete satmayı teklif eder. Aldığı tepki çok olumsuzdur ve hatta Mıdes Kappo tutuklanır. Arabulucular ve rüşvetten sonra nihayet serbest bırakılır ve “normal” berberliğine geri döner. Özellikle kış aylarında berber dükkanları erkeklerin buluşup kağıt, dama ve tavlı oynadıkları randevu yerleriydiler [49].

Kuyumculuk

Bu meslekte öncü olanlar Ermenilerdir. Gerçi Harput ovasında kuyumculuk İstanbul yada Van kuyumcularının örneğinde görülen yüksek seviyeye hiç bir zaman ulaşamamışdır. Şehirde bu meslek nesilden nesile aktarılan bir bilgi ve onun uygulaması ise bir kaç ailenin geleneksel uğraşı olmuştur. Bu ailelere örnek olarak Soğigyanlar verilebilir. Diğerleri ise Uzunyan, Dinciyan, Sarafyan, Samuryan, Pağnetsyan aileleridir. Kadın takıları genelde Van ve İstanbul’dan getirilirdi. Bunlar Harput esnafı veya tüccarları tarafından satılırdı [50].

Nalbantlık

Bu meslekle daha çok Türkler meşguldü. Harput’daki Ermeni nalbantlardan hatırlananlar şunlar: Arzumanyan, K. Yeremyan, S. Mıhcıyan, Manuk Nalbantyan, Garabed Zartaryan, Pilibos Sahagyan, S. Zartaryan [51].

Fırıncılık

Harput’da bu mesleği yapanlar Ermeniler ve Türkler olmuştur. Ermenilerde geleneksel olarak ekmek evde hazırlanırdı ve olağanüstü durumlarda fırıncıya gidilir ekmek alınırdı. Ekmek çeşitleri şunlardı: Somun, francala, tırnak ekmeği. Bunlar özel fırınlarda undan yapılırdı. Harput’taki Ermeni fırıncılara örnek olarak Hovhannes Keçeyan, Baron ve evladları söylenebilir [52].

Bakırcılık

Bu meslekle uğraşanlar genelde bakır kap, kazan, leğen, tava, sürahi gibi mutfak gereçleri hazırlarlardı. Harput’daki bakırcılar genelde Ermenilerdi. Bu bakır eşyaları kullanmadan önce kalaylamak gerektiğini de söylemek gerekir, çünkü bakır paslanarak zehirli olabilir ve içine konan yiyeceği yada suyu da zehirleyebilir. Kalaycılık da başlı başına ayrı bir meslek. Bu mesleğin yaygın olduğu Sivas ve Tokat illerinden de Harput’a bakır gereçler getirilirdi. Harput’ta bakır ticareti ile uğraşanlar şunlardı: Vartigyan kardeşler, Dinciyan kardeşler, Yeğya Kazancıyan, Mıgırdiç ve Manug Malyemezyan, Usta Boğos [53].

Sepetçilik

Moringa Aptera ağacının dallarıyla örülen sepetlere yerel dilde çalhavu adı verilirdi. Aynı dallarla zembil, sala, ekmek sepeti, küfe. Bunların ustası poşalardı. Onlar yaz aylarında arabalarıyla gelir Harput ovasının ağaçlık yerlerinde konaklarlardı. Poşalar ürettiklerinin karşılığı olarak buğday, bulgur, un yada dokuma alırlardı. Poşalar çeşitli elekler yapma zanaatını da bilirlerdi. Eleğin ağlarını koyun veya keçi bağırsağından hazırlarlardı. İpek elek söz konusu olduğunda ise çok ince olan at kuyruğu kullanırlardı [54].

Terzilik

Bu zanaatin Halep üzerinden Harput’a geldiği düşünülmekte. Aharonyan’ın anlattığına göre, Harput’un ilk terzisi mesleği Halep’te öğrenmiş olan Krikor Ağa Ekizyan’dı.  Kendi evladları ve yeğenleri de terzilik yapıyorlardı. Onlardan bazıları şehirde kalır, bazıları da yeni yapılanan Mezire’ye yerleşir. Başka Harput’lular da terzi olmak için Halep’e giderler. Döndüklerinde ise Harput ve Mezire’de terzilik yaparlar. Harutyun Taşçıyan, Avedis Kürkçüyan, Terzi Nigoğos, Mergeryos Hatsakordzyan, Arzıganların oğulları ünlü terzilerdi [55].

  • [1] Vahe Hayg, Harput ve onun altın ovası (Ermenice), New York, 1959, s. 654, 1016-1017; Manug B. Dzeron, Parçanc köyü: genel tarihi (1600-1937) (Ermenice), Boston, 1938, s. 223.
  • [2] Ibid., ss. 662-663, 673; Dzeron, a.g.e.., ss. 223-225; G. H. Aharonyan (editör), Hüseynik, “Hayrenik” Yayınevi, Boston, 1965, s. 83; Manug K. Cizmeciyan, Harput ve evladları (Ermenice), Fresno, 1955, s. 87.
  • [3] Mardiros Deranyan, Hussenig. The origin, history, and destruction of an Armenian town, çeviren Hagop Martin Deranyan, Armenian Heritage Press, Belmont, 1994, ss. 42-43; Vahe Hayg, a.g.e., s. 667; Aharonyan, a.g.e., s. 82
  • [4] Dzeron, a.g.e., s. 215.
  • [5] Aharonyan, a.g.e., ss. 81-82.
  • [6] Dzeron, a.g.e., s. 214.
  • [7] Vahe Hayg, a.g.e., s. 797.
  • [8] Dzeron, a.g.e., s. 214.
  • [9] Habus Köyü Tarihi (Ermenice), “Baykar” Yayınevi, Boston, 1963, s. 48.
  • [10] Dzeron, a.g.e., ss. 216-217.
  • [11] Ibid., s. 217.
  • [12] Ibid., ss. 215-216.
  • [13] Dofa. Dokuma tarağına bağlı olan bir tahta parçası.
  • [14] Dzeron, a.g.e., s. 216.
  • [15] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 663-664; Cizmeciyan, a.g.e., s. 88; Deranyan, a.g.e., s. 43.
  • [16] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 644-648; Cizmeciyan, a.g.e., s. 90.
  • [17] Ibid., s. 73.
  • [18] Vahe Hayg, a.g.e, s. 666, 673; Cizmeciyan, a.g.e., ss. 87-88.
  • [19] Aharonyan, a.g.e., s. 85; Cizmeciyan, a.g.e., s. 91-92; Vahe Hayg, a.g.e., s. 798.
  • [20] Dzeron, a.g.e., s. 224; Vahe Hayg,& a.g.e., s. 666.
  • [21] 1 nugi = 0,5 oha, oha = 640 gram.
  • [22] Dzeron, a.g.e., s. 224.
  • [23] Cizmeciyan, a.g.e., s. 88; Dzeron, a.g.e., s. 224.
  • [24] Vahe Hayg, a.g.e., s. 666; Cizmeciyan, a.g.e., s. 89.
  • [25] Aharonyan, a.g.e., s. 84.
  • [26] Dzeron, a.g.e., s. 226.
  • [27] Aharonyan, a.g.e., s. 84; Cizmeciyan, a.g.e., s. 72, 89.
  • [28] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 668-669, 945; Cizmeciyan, a.g.e., s. 96.
  • [29] Aharonyan, a.g.e., ss. 82-83.
  • [30] Vahe Hayg, a.g.e., s. 797.
  • [31] Abdal Koleç Boğosyan, Geniş Pazmaşen Tarihi (Ermenice), “Baykar” Yayınevi, 1930, ss. 101-102.
  • [32] Dzeron, a.g.e., ss. 217-222; Vahe Hayg, a.g.e., s. 846.
  • [33] Vahe Hayg, a.g.e., s. 670.
  • [34] Ibid., ss. 670-671; Cizmeciyan, a.g.e., s. 89.
  • [35] Vahe Hayg, a.g.e., s. 774, 937.
  • [36] Habusi Köyü Tarihi, a.g.e., s. 52-53.
  • [37] Dzeron, a.g.e., s. 212.
  • [38] Aharonyan, a.g.e., s. 84; Vahe Hayg, a.g.e., s. 639.
  • [39] Dzeron, a.g.e., s. 212.
  • [40] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 652-655.
  • [41] Dzeron, a.g.e., s. 213.
  • [42] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 641-643; Cizmeciyan, a.g.e., ss. 89-90.
  • [43] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 649-652; Cizmeciyan, a.g.e., ss. 89-90.
  • [44] Aharonyan, a.g.e., s. 86; Cizmeciyan, a.g.e., s. 73; Vahe Hayg, a.g.e., ss. 673-674, 741.
  • [45] Boğosyan, a.g.e., ss. 29-30; Vahe Hayg, a.g.e., s. 843, 956; Cizmeciyan, a.g.e., s. 91.
  • [46] Aharonyan, a.g.e., s. 87.
  • [47] Vahe Hayg, a.g.e., ss. 671-672.
  • [48] Ibid., s. 670, 672.
  • [49] Aharonyan, a.g.e., s. 86; Vahe Hayg, a.g.e., s. 670.
  • [50] Ibid., s. 669, 672.
  • [51] Ibid.
  • [52] Ibid.
  • [53] Ibid., s. 664, 672.
  • [54] Dzeron, a.g.e., s. 222.
  • [55] Aharonyan, a.g.e., s. 83.