Mezire (Mamuret-ül Aziz), 1902. Bakımlarını üstlenen tesisteki Ermeni yetimlerin bir fotoğrafı (Kaynak: Maria Jacobsen koleksiyonu)

Harput – Oyunlar

Yazan: Vahe Taşcıyan, 12/6/12 (Son güncelleme 12/6/12)- Çeviren: Tomas Terziyan

Harput’ta oynanan oyunlar sayesinde, yerel toplumun hayat tarzıyla ilgili çeşitli ayrıntılara vakıf oluyoruz. Aslında bu konuyu işlerken, zaman zaman, geçmişte dünya üzerindeki birçok toplumda benzerini bulabileceğimiz çok basit oyunları tarif ediyoruz. Ancak aynı konu, Harput ovasındaki Ermenilerin daha özel günlerini, küçük eğlenceleri ve hoşça zaman geçirme uğraşlarını, velhasıl Harputlu Ermenilerin gündelik hayatını daha anlaşılır kılan şeyleri ve bölgeye hâkim sosyal etkenleri incelemek için bir fırsattır da.

Örneğin, buradaki oyun bolluğunu görmek ilginç olsa gerekir. Bunlar sıklıkla köylerde oynanmakta ve ya yerel lehçede ya da Türkçe adlara sahiptir. Bu, söz konusu oyunların Harput halkı arasında çok eski zamanlardan beri varlık sürdüğünün yeterli bir kanıtı olabilir. Dolayısıyla, oyunların 19. Yüzyılda, batılı misyonerlerin gelişiyle oynanmaya başladığını düşünmek yanlıştır. Bunlar, yerel hayat tarzının ilginç bir yansıması olarak da sık sık kız ve erkeklerce birlikte oynanmaktadır. Güreş de özellikle dikkate değer; modern Türkiye’de milli bir spor diye gösterilip gerçek bir Orta Asya mirası addediliyor. Bununla bağlantılı, milliyetçi kaynaklardan neşet eden birçok Türk mitosu bulunmakta. Harput’ta güreş örneğinin, söz konusu fikirleri çürüttüğünü söyleyemeyiz ama aynı zamanda, bu sporun Ermenilerin yaşadığı köylerdeki öneminin bir kanıtı olduğu su götürmez. Bunu göstermenin en iyi yolu, Ermeni köylerindeki Kürt ağalarının, aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için, ikisi de Ermeni ayrı iki köyün en iyi güreşçileri arasında güreş karşılaşmaları tertiplemesidir. Yarışmalar, muazzam kalabalıklar önünde, Kürt ağalarla polislerin huzurunda yapılmaktadır.

Yine de bu oyunların çoğu basit meşgalelerden öteye gitmez. Klasik topaç ve damadan maada, bazı açıklamalar gerektiren başka oyunlar var.  Harput köyleriyle ilgili eldeki zengin başlıca Ermeni kaynakları, bize bunlar hakkında çeşitli ayrıntılar sunma fırsatı vermektedir.

Kura çekme

Bu her oyunda vardır. Oyuna kim ya da hangi takımın başlayacağı kura ile kararlaştırılır. Takım kaptanları, takım üyelerini kura ile seçerler. En çok kullanılan şekli ‘yaş mı-kuru mu’dur. Yassı bir taş alıp bir yüzüne tükürürler. Rakip takımlardan biri yaş, diğeri kuru olan tarafı seçer. Sonra taş havaya atılır. Yaş tarafı üzerine yere düşerse, kuruyu seçmiş olanlar kazanır ve oyunu başlatırlar. [1]  Bir diğer yöntem ‘taş tutma’ (kar- pırnug), yani oyunculardan biri küçük bir taş alıp bir elinde saklar. Eğer rakibi taşın hangi elde olduğunu doğru bilirse oyunu o başlatır. Aksi halde, taşı tutan oyuna başlar. Yerel lehçede aşuğ diye bilinen aşık kemiği (vek) atmak da bir kura şeklidir. Aşık kemiğinin iki tarafı zil ya da tam (ya da sofi) diye adlandırılır. Oyunculardan biri bir tarafın adını verir, diğeriyse kemiği havaya atar. Yere düştükten sonra hangi tarafın üste geldiğine bakarlar, eğer tahmin doğruysa, tahmini yapan oyunu başlatır. [2] Harput ovasında yaygınca kullanılan bir diğer yöntem de hakul-hukul. Biri takımın ortasında durur ve şu sözleri söylemeye başlar:

Hakul hukul,
Çare çambur
(yaramaz çampır [teke] ),
Mısge ambar (misk amber),
Daze duze,
Khalkhan khulanc (kalkan kılıç),
Bandur banc ([zehirli] banotu).

Her mısrada bir kişiye işaret edilir. Bandur banc kime rast gelirse seçilen o olur. [3]

Pazmaşen (Bizmişin/Sarıçubuk) köyünden Yeğya Muradyan (solda) ve Yervant Garabedyan (sağda). 1908’de Mezire’de çekilmiş bir fotoğraf. Yeğya, fotoğrafta 16 yaşında. O ve kardeşi Tatyos (fotoğrafta yok) 1895 katliamlarının sonucunda yetim kalırlar. Yeğya, Harput’taki Euphrates College’e [Amerikalı misyonerlerin kurduğu Fırat Koleji; ç.n.] devam eder, daha sonra Amerika’ya gider (Kaynak: Craig Wallen koleksiyonu).

Manni beyug (ya da kahve fincanı oyunu)

İki rakip takımla oynanır. Bir tepsiye 12 fincan ile bir yüzük dizilir. Oyuna hangi tarafın başlayacağı kura ile kararlaştırılır.

Oyunu başlatan takımın bir üyesi, yüzüğü fincanlardan birinin altına saklar, ardından bütün tepsi rakip takımın önüne konur. Rakip tarafın her üyesi, sırayla bir fincan çevirir. Eğer yüzük son fincanın altından çıkar ise, fincanları çeviren taraf yenilmiş sayılıp bir puan kaybeder ve oyun tekrarlanır. Ancak yüzük daha önce bulunur ise fincanları çeviren taraf oyunu kazanmış olur ve yüzüğü saklama sırası ona geçer.

Yüzüğü arayanlar, onu saklayanların yüz ifadelerine hep dikkat kesilirler. Öyle ki bunlar, çeşitli teatral hareketler ya da sahte ifadelerle rakiplerini oyuna getirebilirler.

Yarışmanın ödülü oyun başlamadan kararlaştırılır ve 3-4 sepet üzüm, yarım litre [yerine göre değişebilen büyüklüklerde bir taşra ölçüsü; ç.n.] armut ya da bir tepsi kadayıf ya da baklava olabilir.

Manni beyug’u kız ve erkekler birlikte oynarlar. [4]

Körebe (açk-gabug)

Gözlerini ilk kapatacak kişi (aç-gab), yani ebe, hakul-hukul ile seçilir. Seçilen kişinin gözlerini bir mendille sıkıca bağlarlar ve oyun başlar. Ebe, diğerlerinden birini bulup tutmak zorundadır. Yakalanan oyuncunun kendisi ebe olur ve oyun devam eder.

Bu oyunu kız ve erkekler birlikte oynarlar. [5]

Saklambaç (aç-khpug)

Yazın bahçe ve ağıllarda, kışın ise yemlik ve bölmeler gibi, boğa ve öküzlerin arkasında saklanacak birçok yer bulunan ahırlarda; zeytinyağı cenderesinin, değirmi cenderenin (ding)  etrafındaki çeşitli yerler ya da duvar boyunca uzayan sekinin (saku) altı vs. köşelerde oynanır.

Saklambaç ebesi (ya da aç-khup) hakul-hukul ile seçilir.

Seçilen kişi, gözlerini elleriyle kapatıp başını bir direğe yaslar ve arkadaşları saklanana kadar bekler. Az sonra “Oldu mu?”, yani herkes saklandı mı diye bağırır. Biri “Oldu!” diye bağırana kadar beklemek zorundadır. Ardından ebe gözlerini açar ve diğerlerini aramaya başlar. Eğer birini görürse adını seslenir ve koşarak, başlangıçta yaslandığı direğe tükürür. İlk görülen kişinin kendisi ebe (aç-khup) olur ve oyun yeniden başlar.  Eğer saklanan kişi ebeden önce direğe yetişip üzerine tükürürse kendisini kurtarmış olur ve ilk ebe diğer oyun arkadaşlarını aramaya devam eder.

Bu oyunu kız ve erkekler birlikte oynarlar. [6]

Beştaş (karug-khağ)

Beş adet küçük taşla oynanır.

Oyuncu beş taşın beşini de avucunun içine kor ve onları yere atar. Taşların birbirinden çok uzağa ne de birbirine çok yakın düşmemesine dikkat etmelidir.

Ardından, taşlardan birini seçip elinde tutar. Seçilen taş dada diye adlandırılır. Dadayı havaya atar ve kalan dört taştan birini hemen avucunun içine alır. Daha sonra aynı avucu açıp düşen dadayı da tutmak gerektiğinden, çok çabuk davranmalıdır. Yerdeki taşlardan birini tuttuğu zaman onun yanındaki taşları kımıldatmamalıdır. Yoksa yenilmiş sayılır ve oyun sırası arkadaşına geçer. Bütün taşları böylece avuç içinde toplamak gerekir.

Oyuncu bütün taşları başarıyla topladıktan sonra onları yeniden yere atar. Ancak bu kez taşları birer birer toplamak yerine ikişer ikişer (2+2) toplar. Üçüncü oyunda 3+1, dördüncüsünde ise dört taşı birden toplamak gerekir.

Bütün bunlardan sonra oyunun ikinci aşaması başlar. Oyuncu, sol elinin işaret ve başparmağıyla yerde bir köprü yapar. Ardından, avucunda bulunan beş taşı köprünün dışa bakan kısmına, yani sol tarafına atar. Taşlardan birini sağ eliyle alır ve seçilen taş yeniden dada olur. Bu taşı sağ eliyle havaya atar ve yerdeki dört taşı köprünün tam ağzı önünde, birbirine değdirmeden büyük bir süratle toplamaya çabalar; yine sağ eliyle dadayı tutmaya çalışır. Dadayı ikinci kez yukarı attığında, dört taşı çabucak köprünün altından içeri sokar ve dadayı yere düşmeden yeniden yakalar. Oyunun son aşamasında ise dadayı yeniden sağ eliyle yukarı atar, yerdeki dört taşı süratle toplar ve nihayet aynı avuçla dadayı havada yakalamaya çalışır.

Bu oyun, genellikle küçük kızlar arasında oynanır. [7]

Pon [Erm. Puyn:çukur; ç.n.]-tsıkug (Türkçe khuyılar)

İki kişiyle oynanır.

Oyuna başlayacak olan kurayla kararlaştırılır. Bunun için 10 adet ceviz gerekmektedir (ceviz yerine aşık kemiği ya da küçük taşlardan da yararlanılabilir).

Yerde aşağı yukarı 6 parmak (15 cm) çaplı bir çukur açılır. Oyuna başlayan, 10 cevizi bir avucunda tutar, çukurdan 7 adım uzakta durur ve avucundakileri çukura doğru atar. Sonra çukurun içine düşenleri sayarlar. Eğer sayı çiftse, atan kazanır. Ödül olarak da rakibinden çukurdakilerle aynı sayıda ceviz kazanır. Eğer tek ise, çukurdakileri rakibi alır ve atma sırası ona geçer.

Yeni yetme çocukların oynadığı bir oyundur. [8]

Çığılar

Yerde aşağı yukarı 1,5 metre yarıçaplı bir çember çizilir ve her bir oyuncu ortasına bir ya da iki aşık kemiği kor.

Çemberin dışında, her birinin kendi sakkasını [koç, teke aşığı; ç.n.] atacağı bir nokta belirlerler. Sakka, büyük ve semiz koyunların arka ayaklarından çıkarılan oldukça büyük ve ağır bir kemik parçasıdır. Usta oyuncular bu kemiğin içine delikler açıp kurşun doldururlar.

Çemberin merkezindeki aşık kemiklerini çemberden dışarı atacak şekilde sakkayla vurmak gerekir. Bunu başaran, dışarı çıkan her bir aşık kemiğini kazanmış olur. Sakkayı aşık kemiklerinden birine isabet ettirdikçe sırası devam eder. Sakka boşa isabet edince de sıra bir sonrakine geçer. [9]

Ziler (Türkçe ziller)

İki kişi ya da iki takımla oynanır. Oynamak için ceviz ve aşık kemikleri gerekmektedir.

Yerde 50-60 parmak (1,3-1,5 m.) çaplı ve çapıyla birlikte bir çember çizilir.

Her oyuncu, çemberin çapı üzerine yan yana ikişer ceviz dizer. Oyuncular, çemberin orta yerinde, cevizlerin yakınında durur ve aşık kemiklerini aynı anda öne doğru atarlar. Aşık kemiklerinin çember dışına gitmesi ama atan kişinin onu çemberin mümkün mertebe yakınına yerleştirmesi de gerekmektedir.

Zil [Aşığın dar, çukur tarafı (veya bu tarafın yukarıya doğru gelmesi); ç.n.] gelen aşık kemiğinin sahibi bu ilk aşamanın kazananıdır.  Eğer zil gelen aşık kemiği sahibi birden çok ise o zaman kazanan, çemberin merkezine en yakın düşen zil-aşık kemiğini atandır. Tam [Aşığın dar-düz tarafı (veya bu tarafın yukarıya doğru gelmesi); ç.n.] gelen aşık kemiklerinin sahipleri ise doğrudan doğruya yenik sayılır ve sıralarını kaybederler. Eğer bütün aşık kemikleri tam gelirse, o zaman kazanan, yine, çemberin merkezine en yakın aşık kemiğinin sahibidir.

İkinci aşamanın oyun sırası şöyle: (a) çemberin merkezine en yakın zil gelen aşık kemiğinin sahibi; b) çemberin merkezine en yakın zil gelen ikinci, üçüncü vs. kemiklerin sahipleri; c) çemberin merkezine en yakın tam gelen aşık kemiğinin sahibi; d) çemberin merkezine en yakın tam gelen ikinci, üçüncü vs. kemiklerin sahipleri.

Harput ovasının İçme köyünden Der Manuelyan ailesi, yak. 1907. Çocuklar, soldan sağa: Sara (doğumu 1904), Haygag (doğumu 1906, dedesinin kucağında), Yeğya (doğumu 1902). Ayaktakiler: babaları Haygag ve anneleri Marta. Oturan, dedeleri Hovhannes (Çamiç Amu [Çamiç Amca; ç.n.]) (Kaynak: Ara Cingiryan ve Hurig Zakaryan koleksiyonu).

Birinci oyuncu, aşık kemiğinin düştüğü noktada durur ve kemiği alıp, vurarak çemberin dışına çıkarmak hedefiyle, çember çapının üzerinde dizili cevizlere doğru atar. Eğer başarırsa, hem dışa çıkarılan cevizi kazanır hem de kemiğin son düştüğü yerden oyuna devam eder. Eğer kemik zil gelirse, ceviz ya da cevizleri çemberden dışarı çıkarmayı başaramasa bile oyun hakkı yine onda kalır. Ama tam gelirse, sıra bir sonrakine geçer.

Oyun, çemberin içinde dizilmiş olan bütün cevizler bitinceye kadar devam eder.

Yeni yetme oğlanlar arasında oynanır. [10]

Aynı oyunun daha basitleştirilmiş bir çeşidi de var. Yere bir çizgi çekerler. Her bir oyuncu aşık kemiğini bu çizginin üzerine yerleştirir. İlk oynayan, kemik dizisinin tam arkasında durur ve, aynı zamanda “aşuğum zil mi?” diye bağırarak, sakkasını birkaç adım öne atar. Eğer sakkası zil gelirse, bütün kemikler onun olur. Yok, eğer tam gelirse, sıra bir sonrakine geçer. Eğer bütün oyuncuların sakkası tam gelirse, o zaman onlar aynı sırayı izleyerek sakkalarını kemiklere doğru yeniden atarlar. Vurulan her bir aşık kemiği bir kazanımdır. [11]

Mıstebab

İki kişiyle oynanır. Oynayanlar, karşı karşıya otururlar. Oyuncular yere, biri diğerinin arkasına değecek şekilde ikişer aşık kemiği dizer.

Oyuna ilk başlayan, “yaş-kuru” yöntemiyle seçilir. Sağ eline sakkasını alır ve onları devirmeyi hedefleyerek, yerde dizili kemiklere doğru kuvvetle atar. Vuran kişi, devrilen her kemiği kazanmış olur. Ardından, rakibi de aynı niyetle sakkasını fırlatır ve oyun böylece sırayla devam eder. [12]

Tellar

Tellar, küre şeklinde küçük bir taştır. Gülle diye de adlandırılır. Bu oyunda, hemen hemen dikey bir çizgi üzerinde, birbirine aşağı yukarı bir adım uzaklıktaki noktalara dizilen ceviz ya da aşık kemikleri kullanılır. Telları fırlatacak, çizginin sonunda bir konum belirlenir. Hedef, ceviz ya da aşık kemikleridir. Hedefteki kemik ya da cevizi vurmayı başaran onun sahibi olur. [13]

Gıdur (çatı) oyunu

Her biri yaklaşık olarak on kişiden oluşan iki rakip toplulukla oynanır. Oyuncular genç kız ve evli genç kadınlardır.

Takımlardan birinin üyeleri el ele tutmuş, rakiplerden birini kovalarlar. Onu kuşatmayı başararak, insanlardan örülü bu çatının altına almaları gerekmektedir. Yakalanan oyuncunun takım arkadaşları, kızlardan oluşan çatıyı yarıp, tutsak düşen arkadaşlarını kurtarmaya çalışmalılar.  [14]


Çanç [halk dilinde karış, pençe; ç.n.]

İki rakip takımla oynanır.

Sokakta, yerde küçük bir çukur açarlar. Köprü şeklinde ve sivri uçları olan, bir avuç büyüklüğünde bir tahtadan ibaret çançı çukurun üzerine yerleştirirler. Takımlardan biri çançı atar, diğeri ise tutar. Şöyle ki atan taraftan biri, elinde bir metre uzunluğunda bir sopa tutar, bir ucunu önce çançın altındaki çukura kor, sonra yukarıya doğru kuvvetli bir darbe indirir. Tahta parçası göğe doğru yükselir. Rakip takım, vuran oyuncunun karşısında, belli bir mesafede durmaktadır. Onlar, eteklerini açmış, çançı beklerler. Eğer içlerinden biri o tahta parçasını eteğinin içine almayı başarırsa, onun takımı oyunu kazanmış olur. O zaman çanç atma sırası da kendilerine geçer.

Genç kız ve gelinler arasında oynanır. [15]

Boç-pırnug (Kuyruk tutma)

İki oyuncu, taş tutma yöntemiyle kura çekilerek, “anne” ve “yavru” seçilir. Yavru bağdaş kurup otururken anne, onun kemerinin ucu ya da zıbınının eteğinden, yani kuyruğundan tutarak etrafında döner.

Diğer oyuncular, yavru ile annenin etrafında toplanıp ikisine vurmaya çalışırlar. Anne, yavrunun kuyruğunu elden bırakmadan, etrafındakilere ayağıyla vurmaya gayret etmelidir. Anneden ilk darbeyi yiyenin kendisi yavru olur, önceki yavru ise anne rolünü üstlenir.

Yeniyetme oğlan ve kızlar arasında topluca oynanan bir oyundur. [16]

Avedyan ailesi, Mezire, yak. 1910. Elinde bir kitap ortada duran genç kız, Parantsig/Viktorya (1902-1973, baba adı Hagop). Onun hemen önünde oturan, annesi Varter Avedyan. Parantsig’in solundaki, Harput Getronagan Mektebinden mezun ablası Garine (Kaynak: Lance Kasparian koleksiyonu).

Aylıkh tsıkug [Mendil bırakma; Yağ satarım, bal satarım; ç.n.]

İlk aylıkh tsik [mendil bırakan, ç.n.], taş tutma yöntemiyle kura çekerek seçilir.

Diğer oyuncular, sırtları dışa, yüzleri içe dönük bağdaş kurup halka oluştururlar.

Aylıkh tsik, elinde mendil, halkanın dışında, diğer oyuncuların etrafında dolaşmaya başlar. Sonunda bir kişiyi hedef belleyip mendili belli etmeden onun arkasına bırakır. Bir tur daha döner ve eğer hedef oyuncu arkasına bırakılan mendilin varlığını hâlâ fark etmemişse o zaman onu tutup sırtına biner. Böylece aylıkh tsik, galip sayılır ve yenilenin yerine oturur; yenilense artık yeni aylıkh tsik olarak oyunu devam ettirir. Ama olur a, arkasına mendil bırakılan kişi durumun farkına varırsa hemen yerinden kalkıp aylıkh tsikin peşinden koşarak, kendinden boşalan yere oturmadan önce onu yakalamaya çalışır. Eğer başarırsa, kendisi aylıkh tsikin sırtına biner ve önceki yerine döner. İlk oyuncu, aylıkh tsik rolünü oynamaya devam eder.

Yeniyetme oğlan ve kızlar arasında topluca oynanan bir oyundur. [17]
 
Bu oyunun tulla denen bir diğer çeşidi daha var. Tulla, bir ucu iyice düğümlenerek topak halini almış bir kemerdir. Bunda da oyuncular halka şeklinde otururlar. Tek fark, mendil yerine tulla kullanılmasıdır. Oturanların arkasından dolaşan kişi, hedef bellediği kişiye elindeki kemerle beklenmedik bir darbe indirir. Darbeyi yiyen, hemen ayağa kalkıp şöyle bir dokunmak azmiyle onu kovalamaya başlar. Bu koşuşma, yine daire şeklinde olup kovalanan kişi kovalayanın yerine oturmayı başarmalıdır. [18]

Çul oyunu

İki rakip takım arasında oynanır. Oyun alanının 15-20 ayak kare (1,5-2 m2) yüzölçümünde olması gerektiği için, evlerin damı ya da düz bir avluda oynanır. Alanın bir köşesine pon (yuva) vazifesi gören köşegen bir hat çizilir. İlk aşamada iki kaptan, taş tutma yöntemiyle kendi takımlarını seçerler. Keza aynı şekilde hangi takımın pona gireceği, yani köşegen hattın ardında kalacağı kararlaştırılır. Diğer takım dışarıda kalır. İlk oyuncu pondan dışarı çıkıp tek ayak üzerinde sıçrayarak rakip takımın oyuncularını avlamaya başlar. Sadece bir avcı olmalıdır. Eğer birine basitçe dokunmayı başarırsa dokunduğu kişi “tıs” olur ve oyundan çıkar. Ama yukarıda tuttuğu ayağını yere değdirecek olur ise o zaman kendisi “tıs” olur ve oyuna devam edemez.  Bu oyunu daha çok genç erkekler oynar.

Parçanc köyünden Gelen Arut, Mahdesi Asadurents Manug, Mahdesi Kapoyents Boğos, Çortutents Bedros, Kilarconts Krikor, Minasents Krikor ve Dzeronents Manug, tek ayakla harika avcılardır. [19]

Tiz-Borkug

Kurayla seçilen iki kişi, ayaklarını uzatıp tabanları birbirine değecek şekilde, karşı karşıya yere otururlar. Diğer oyuncular, onların ayaklarının üzerinden sırayla üç kere atlarlar. Dördüncü denemede, oturanlardan biri, tek ayağının topuğunu karşısında oturanın ayak parmakları üzerine koyar, böylece engeli daha da yükseltirler. Diğerleri atlamaya devam ederler. Bir sonraki denemede, oturanlardan biri öteki ayağını da ekler ve engel daha da yükselir. Sonunda dördüncü ayak da eklenir. Atlayanlar, oturanların ayaklarına değmekten kaçınmalıdırlar. Değen, kendi oturur, önceki oturan ise ayaktakilere katılır.

Genç erkeklerin oynadığı bir oyundur. [20]

Zarazamba

Bir takım oyunudur.

Bu örnekte oyuncunun adı olan zarazamba, hakul-hukul yöntemiyle seçilir.

Yere üzerine yaklaşık üç metrelik (10 ayak) bir ip bağladıkları bir direk çakarlar. Zarazamba, ipin ucundan tutarak direğin etrafında döner. Diğer oyuncular kemerlerini çıkarır ve bir ucunu düğümleyerek topak yapar, ardından da direğin yakınına atarlar. Söz konusu düğümlü kemerlere, daha önce gördüğümüz gibi, tulla denmektedir.

Serbest kalan, dış taraftaki oyuncuların, tullaları ele geçirmeleri gerekmektedir. Zarazamba, bir yandan daima  ipi tutarken diğer yandan da tullaları korumalıdır. Kendisine yaklaşan oyunculara ayağıyla vurabilir ancak. Vurulan kişinin kendisi zarazamba olur. Eğer dışardaki oyuncular, darbe yemeden bir tulla çalmayı başarırlarsa o zaman bu aynı kemerle zarazambaya vurma hakkına sahip olurlar. Darbeler baş seviyesinden daima aşağıda olmalıdır. Eğer biri zarazambanın başına vurursa o zaman ceza olarak kendisi onun yerini alır.

Bu oyun genç erkekler arasında oynanır. [21]

Pad-kaşug [Odun çekmece; ç.n.]

İki kişilik bir oyundur.

İki oyuncu, topukları birbirine değecek şekilde ayaklarını uzatıp, yerde karşı karşıya otururlar. İkisi, 5 cm (iki parmak) kalınlık ve 60-75 cm (24-30 parmak) uzunlukta kalın ve sağlam bir odunu birer ucundan tutarlar. Oyun başlar ve her oyuncu odunu kendi tarafına çekmeye çalışır. Odunu elde eden taraf kazanır.

Genç erkekler arasında oynanır. [22]

Kar nedug [Taş atma; ç.n.] (Türkçesi, sallama)

Bir takım oyunudur.

Oyun, büyük bir taşı bir ya da iki elle olabildiğince uzağa fırlatmaktan ibarettir. Taş fırlatacak bir başlangıç çizgisi kararlaştırılır. Dört değişik şekilde oynanır:
 
- Taş iki elle fırlatılır. Ayaklar serbestçe hareket ettirilebilir.
- Taş iki elle fırlatılır. Ayaklar hareket ettirilemez. İki elle tutulan taşlar en ağırlarıdır. Ağırlıkları 50-60 kg’ı bulabilir.
- Taş, baş hizasına kadar kaldırılıp öne bir adım atarak, tek elle fırlatılır.
- Taş iki elle, alttan, ayakların arasından fırlatılır.

Taşı en uzağa atan oyunun galibidir.

Parçanc köyünde bu oyunda ün kazanmış kişiler: Herko Giragos, Guyr (Kör) Agop, Badveli [Muhterem; Protestan rahibi unvanlarından; ç.n.] Bedros, Gelen Arut ve Kilarconts Khacho’dur.

Genç erkekler arasında oynanan bir oyundur. [23]

Gırag arnug (Ateş almak)

İki rakip takımla oynanır.
 
Paskalya gibi bayram günlerinde oynanan bir oyundur.  Oyun, açık bir alanda geçer. Rakip takımlardan her birinin, içinde “ateş”i sakladığı bir “ev”i vardır. Harput hakkında yazılan kitapların hiçbirinde bu ateşin neye benzediğine dair bir tasvir bulunmamakta. Herhangi bir nesne olsa gerekir.

Savunmadaki takım, evini korur; rakip tarafın oyuncuları ise onu kuşatır ve içeri girip ateşi çalmaya çalışırlar. Savunanların ellerinde tullalar bulunmaktadır. Ateşi çalan hemen kendi evine doğru koşar. Ama savunan takımdan bir oyuncunun onu kovalama hakkı vardır. Ateş hırsızı kendi evine girmeden önce hızla arkasından koşmalıdır. Eğer yetişmeyi başarırsa, rakibi evine girene kadar onu tullasıyla bir güzel döver. Ardından, bu kez savunma tarafı ateşi çalmaya çalışır.

Bu oyun, genellikle şenliklerde köylü seyirciler huzurunda, yeni evli ve nişanlı erkekler arasında oynanır. [24]

Ambareş ya da ambaroş [Uzuneşek; ç.n.]

Her biri 4-5 oyuncudan oluşan iki rakip takım arasında oynanır. Oyunu başlatacak olan taraf, taşla  “yaş-kuru” yöntemiyle belirlenir.

Kurayı kaybeden takımın oyuncuları, birbiri ardı sıra bedenlerini iki büklüm eğerek bir köprü oluştururlar. Yalnızca birinci oyuncu eğilmez, sırtını duvara yaslayıp dik durur. İkinci oyuncu eğilir, başını birincinin karnına dayayıp onu destek niyetine kullanır. Duvara yaslanan takım arkadaşı, kurulacak insan zinciri sağlam olsun diye elleriyle onu omuzlarından sıkıca tutar. Üçüncü oyuncu, aynı şekilde eğilir ve kollarıyla ikinci oyuncunun kalçalarına sıkıca sarılarak başını onun bacaklarının arasına sokar. Dördüncü (ve muhtemelen beşinci de) aynı şeyi yapar. Böylece dört ya da beş oyuncuyla düz bir hat ya da zincir oluşturulur.

Oyunu diğer takımın oyuncuları başlatır. Bunlardan ilki, on adım mesafeden zincirin son halkasına doğru koşarak, düşmeden olabildiğince ön tarafa ulaşmak için üzerinden atlar ve birinin sırtına biner. Akabinde, iki takımın önceden anlaştığı gibi 20, 50 ya da 100’e kadar sayar. Dört arkadaş da birbiri ardı sıra atlayıp aynı şekilde rakiplerinin sırtına biner ve saymaya başlarlar. Atlayanlardan herhangi biri düşer ya da ayağını yere değdirirse takımı kaybetmiş sayılır ve roller değişir.

Bu oyun yeniyetme erkekler arasında oynanır. [25]

Akhor khağal (Ahır oyunu)

İki rakip takımla oynanır.

Genellikle bahar başlarında, gübre çukurları üzerinde oynarlar. İki takımın oyuncuları, kura çekerek kararlaştırılırlar.

Takımlardan biri ahıra, yani gübre çukurunun bulunduğu yere girer. Dışarıdaki takım, beş adım mesafede bekler. Takım üyelerinden biri, elinde bez ya da ipten yapma bir topla, mesafesini daima koruyarak ahırın etrafında dolaşır. Dikkatle içeridekilerin hareketlerini kollar. Niyeti, onlardan birini topla vurmaktır. Ancak topu beklenmedik bir şekilde atmak en iyisi, çünkü böylece daha iyi kaçma fırsatı bulur. Aksi takdirde içeridekiler topu alıp fırlatarak, kaçarken onu vurmaya çalışırlar.  Eğer bunu başarırlarsa galip sayılırlar ve ‘dışarıdaki’ takım onların yerine ‘ahıra’ girer. [26]

Vırayen antsug (Üzerinden geçme)

Ebe niyetine seçilen bir oyuncu, öne doğru iki büklüm eğilip belini kamburlaştırır, başını eğer ve bacaklarını açıp her bir eliyle bir dizini tutar. Oyuncunun sırtına eski bir şapka ya da mendil korlar. Diğer oyuncular, ebenin üzerinden atlamalıdırlar. Ustalık, atlarken şapka ya da mendili düşürmemektedir. Düşüren, ebenin yerini alır. [27]

Gor-gor

Bir takım oyunudur.

Önce kuluçkaya oturacak bir tavuk seçilir. O, bir elinde ip ya da bezden yapılma, ucu düğümlerle berkitilmiş bir kırbaç tutar. Öbür elinde, göz şekilleri verdiği ince bir ip bulunmaktadır. Bu şekiller, etrafındaki oyuncu topluluğuna yönelik bilmecelerdir. Her seferinde: “Bu, ne gözü?” diye sorar.

Doğru cevabı veren kişi, kuluçka tavuğunun elinden kırbacı büyük bir hızla alır ve etrafındakilere vurmaya başlar. Tavuk “gor-gor” diye seslenir seslenmez, kırbaç darbeleri durmalıdır. Eğer vuran, kırbacı sahibine iade etmekte biraz gecikecek olursa o zaman diğer oyuncular onu dövmekte serbesttir. [28]

Khalayva

İki rakip takımla oynanır.

5-10 kişilik, eşit sayıda takımlar kurulur. Takım kaptanları kendi adamlarını seçer. İlk seçen, taş tutma yöntemiyle kararlaştırılır. Ardından, kaptanlar seçimlerini birer birer ve dönüşümlü olarak yaparlar.

Her takım, khala (kale) tabir edilen bir nokta üzerinde mevki alır. İki nokta arasında yaklaşık olarak 50-60 adımlık bir mesafe bulunmalıdır.

İlk saldırıyı yapacak olan takım, “yaş mı-kuru mu” yöntemiyle belirlenir. Saldıran takım, tercihan hızlı bir koşucu olan öncüsünü seçer. O önce rakip tarafın kalesine yönelir ve böylece oyun başlamış olur. Ardından, kendi takımının kalesine dönmeye çalışır. Ama rakip takım, kovalamaları için bir ya da daha çok oyuncusunu arkasından gönderir. Bunların hedefi,  öncüye dokunup onun kaleye girmesini engellemektir. Ama kovaladıkları rakiplerinin takım arkadaşları onlara vurup kalelerinde esir alabilecekleri için, aynı zamanda çok dikkatli olmalılar. Takipçilerden birinin öncüye dokunması, onun oyundan çıkması için yeterlidir. O zaman aynı takım yeni bir öncü gönderir. Ama eğer o kendi kalesine girmeyi başarırsa, öncü gönderme sırası rakip takıma geçer. Oyun, kalelerden biri boşalana dek böylece devam eder.

Bu oyun, erkekler arasında oynanır. [29]

Khabakh

‘Kale oyunu’ diye de adlandırılır ve iki rakip takımla oynanır.

5-10 kişilik, eşit sayıda takımlar kurulur. Takım kaptanları kendi adamlarını seçer. İlk seçen, taş tutma yöntemiyle kararlaştırılır. Ardından, kaptanlar seçimlerini birer birer ve dönüşümlü olarak yaparlar.

Oyun alanının ortasına kaleyi temsil eden yassı bir taş konur. Takımlardan biri kaleyi savunur, diğeriyse saldıran taraf olur.

Kaleyi savunan takım ‘yaş mı, kuru mu’ yöntemiyle seçilir.

Savunanlar, rakip takımın saldırılarına karşı koruyacakları yassı taşın etrafında toplanırlar. Aynı zamanda, rakiplerine dokunarak onlara “tıs” yapmak, yani oyun dışı bırakmak için, dışarıya doğru beklenmedik saldırılarda bulunurlar. Ama dışardakiler onu ele geçiremesinler diye kaleden çok uzaklaşmamaya da dikkat ederler.

Kale nasıl ele geçirilir? Eğer saldıran takımdan biri, savunanlar tarafından vurulmadan yassı taşa dokunursa kale ele geçirilmiş sayılır. Dışardakiler, kaleyi savunanlara “tıs” yapamaz; yalnızca “cır” yapmaya, yani kaleyi ele geçirmek için rakiplerini ondan uzaklaştırmaya çalışabilirler.

Dışarıdakiler için en iyi yol, savunanları olabildiğince şaşırtmak amacıyla kaleye çeşitli yönlerden, çift çift saldırmaktır. Şöyle ki, onlardan biri kaleye yaklaşıp nöbetçilerin dikkatini üzerine çekerken, yanındaki arkadaşı da yassı taşa dokunmaya çalışır.

Kaleyi ele geçirmek için ona el ya da ayakla dokunmak yeterlidir. Bunu başardıkları zaman, ele geçiren “khabakh!” diye bağırır. [30]

Karpuz kesmek ya da karpuz çekmek

Harput ovasının karpuzları yeşil ve beyaz çizgili olur. Yazları karpuzları toplar ve satmak için serin yerlerde üst üste dizerler.

Bu vesileyle, köyün bütün kumarbaz delikanlıları “karpuz çekme” oyunu için bir araya gelirler. İki kişi bir karpuz seçerler ve oyun şu sorularla gelişir:

‘Çekirdeği kırmızı mı, siyah mı?’

‘Çekirdeği sarı mı, portakal rengi mi (yerel lehçede kamoni)?’

‘Bu dilimde kaç çekirdek var (yerel lehçede şakhkha)?’

‘Bu karpuz kaç okka (yerel lehçede hokhkha, 1.28 kg) tartıyor?’

Sonra, karpuzu tutan, çakhusuyla (çakı) onu keser. Soruları doğru tahmin eden kişi karpuzu kazanır, kaybedense bedelini bahçıvana öder. Karpuzun ağırlığı ya da çekirdek sayısına gelince, en yakın tahminde bulunan galip sayılır. Bazen ödül, 10 karpuza kadar yükseltilebilir. [31]

Boğa güreşi (komeşamard)

Boğa güreşi, Harput’un bazı köylerinde, Paskalya ve Karnaval gibi bayram günlerinde gerçekleştirilen büyük bir meydan gösterisidir. Bu oyun için, Harputluların sık sık bu gibi hayvanlara verdikleri Tosun, Arap, Toraman, Aslan, Boro, Başşo, Khumaş, Tikko gibi okşayıcı adlarla çağırdıkları en cüsseli ve güçlü hayvanlar seçilir.

Boğa güreşi için ayrılan hayvanlar, köyde özenle bakılırlar. Yem olarak (yerel lehçeyle alig) onlara koşkoz (lathyrus tuberosus), keten küspesi ve sulu yulaf vs. lapası verilir. Her gün köyün kaynak ve derelerinin soğuk ve berrak sularından içer, aynı zamanda bu sularda yıkanırlar. Tek kelimeyle, bu hayvanların sağlık ve gücünü güreşin yapılacağı güne kadar korumak için tekmil köy çaba harcar.

Boğa güreşi köyün çayında yapılır. Bu, bahar sellerinin açtığı bir vadi, genellikle geniş bir alandır. Rakip iki boğa iplerle çekilerek buraya getirilir. Bütün köy reis, ağa, bey ve sakinleriyle alanın etrafında toplanmıştır. İpler çözülür ve iki hayvan, vahşi bir kavgaya hazır, birbirinin karşısına çıkar. Güreş kafa kafaya, boynuz boynuza başlar; seyircilerin coşkulu çığlık ve teşvikleri eşliğinde darbeler birbirini izler. Köylüler de her biri boğalardan birinin taraftarı olarak iki gruba ayrılırlar. Bazıları bahse girerler; söz gelişi, kazanan bir çuval buğday alacaktır. Sonunda yenilen boğa ya yere düşer ya da düpedüz kaçar. Diyelim ki kaçtı; o hâlükârda güreşin galibi onu genellikle ahırın kapısına kadar kovalar. Ancak burada köylüler güreşi sona erdirirler. Galip hayvanı iplerle zapturapta alıp büyük bir merasimle ahırına götürürler. [32]

Gulaş (güreş) tutmak

Ermeni minyatür sanatından bir güreş sahnesi (Kaynak: Asdğig Kevorkyan, Ermeni Minyatürlerinde Zanaatlar ve Hayat Tarzı  (Ermenice [ Արհեստներն ու կենցաղը հայկական մանրանկարներում (Arvesdnerın u Gentsağı Haygagan Manranıgarnerum),ç.n.], Erivan, 1978)

Bu idman şekli de boğa güreşi kadar sevilmektedir. Güreş ya da kodemard [kasnak [kıspet] dövüşü, güreşi; ç.n.], köylerde çay ya da herhangi bir alanda, kadın ve erkeklerin oluşturduğu büyük bir kalabalığın huzurunda yapılır.

This form of exercise is as popular as buffalo fighting. In the villages it takes place in the chay or any field. Vast crowds of both men and women are present.

1875’te, Harput ovasının iki köyü Pazmaşen ile Tadım’ın Kürt ağaları arasında, hangi köyün en iyi güreşçiye (pehlivan) sahip olduğu konusunda bir tartışma çıktığı anlatılır. Bunun üzerine, her köyün en iyi sporcuları arasında bir karşılaşma tertiplemeye karar verilir. Pazmaşen’in Sara ağaları, köyün ünlü güreşçisi Ohan’a karşılaşmaya hazırlanmasını söylerler. Güreş, Nisan ayında, Tadım ve Mezire arasındaki bir meydanda gerçekleşir. Abdal Boğos, olayın tanıklarındandır ve kitabında bundan bahseder. O gün, Pazmaşen köyünde bayram havası esmektedir. Bütün köy, Surp Zakarya vadisinde toplanır. Davul ve zurnalar herkesi coşturur, keza at yarışları yapılır. Ardından, Pehlivan Ohan, halkın şiddetli tezahüratları eşliğinde, atı üzerinde gelir.  Pazmaşen kahramanı, doğruca karşılaşma alanına gider; bütün köy de onu izlemektedir. Tadım kahramanı da aynı şekilde, davul- zurna ve köylüleri eşliğinde güreş meydanına doğru ilerler. Polisler de herhangi bir tatsızlık çıkmasın diye oradadırlar. İki güreşçi, geniş alanda dikilir, birkaç kez tur atar, yaklaşıp birbirlerinin sıkletini tartarlar. Sonra yeniden tur atarak havayı daha da gererler. Ardından, ilk raundu 15 dakika sürecek olan güreş başlar. Kısa bir aranın ardından güreşe devam edilir. Yirmi dakika mücadele ettikten sonra Tadım kahramanı yere düşer, Sara ağaları Pehlivan Ohan’ı galip ilan ederler ve yarışma sona erer. İzleyen sene, Pehlivan Ohan, göçmen işçi olarak Kilikya’ya gider. Burada da ünlü bir güreşçidir ve Boğosyan bu konuda da bize çeşitli bilgiler aktarır. [33]
 
Parçanc’ın ünlü güreşçileri:
Misagents Donabed, Khocig Mahdesi Marsub, Misagents Bedo, Dıngoz (Herko Baci’nin kocası), Herko Giragos (Dıngoz’un oğlu), Hodo Mahdesi Khaço, Goşgar Misagents Khaço, Khoci Krikor’un oğlu Mardiros ve Gelenents Arut. [34]

Kharadonoyents Don Amu, Tadım’lı ünlü bir güreşçidir. [35]

Pazmaşen’in ünlü güreşçileri:
Badveli Kaprelents Ohan, Yezgants Khaço, Bedoyents Giragos, Berber Khaço, Bedoyents Kevamun, Çoboyents Dono, Arko Khaço, Hazarkhanents Ovagim ve Muradents Kevo. [36]

İki güreşçi. Fotoğraf Osmanlı döneminde, İzmir’de çekilmiş. (Kaynak: Mişel Pabuçciyan koleksiyonu)

Deve-oyunu

Karnaval günlerinde oynanan komik bir oyundur.

İriyarı iki adam, omuzlarında bez ve paçavralardan yapma bir deve, devenin üzerinde yine pılı pırtıdan yapma, yüzü siyaha boyanmış, elinde uzun ve çamurlu bir değnek tutan bir sarban [deve sürücüsü; ç.n.] taşırlar. En önde, aynı şekilde paçavralar giyinmiş, yüzü siyaha boyalı bir yeniyetme, devenin yularından çekmektedir.
Deveyi davul-zurna eşliğinde köyün sokaklarında gezdirirler; sarban ise şakalarıyla halkı daha da coşturur. Böylece tören alayı, örneğin kasap ya da bakkalın önünde durur; sarban, asılı duran etlere ya da bakkal dükkânının önünde sergilenen çeşitli mallara doğru değneğini uzatır ve “irek hokhkhanots boçov khaburğa mı ( üç okkalık kuyruklu bir kaburga)” ya da “hokhkha mı garmir çamiç (bir okka kırmızı kuru üzüm)” der. Ve ekler: “Çe ne, inç vor ga çamur ginim, ha! (Yoksa ne var ne yok çamur ederim ha!)”. Malı alır ve yoluna devam eder. Yolda sarbana şarap da ikram ederler. O da devenin sırtından iner ve oynamaya başlar. Genç yaşlı herkes büyük bir coşkuyla deve alayının peşinden giderler. [37]

Paylivan oynamak (ip cambazlığı)

Paylivanlar (pehlivan; burada ip cambazı anlamında) Harput ovasına genellikle tarlalarda çalışma bittikten sonra, bir diğer deyişle köylü yılın en ağır işini tamamladığı zaman rahatlama ve eğlence ihtiyacı duyduğunda Muş’tan gelirler. Bunlar, lüzum gördükleri çeşitli şeyler ve küçük davulların hepsini üzerlerine yükledikleri eşekleriyle gelen dört-beş kişilik topluluklardır. Pehlivanlar aynı zamanda müzisyendir ve her daim boyunlarından asılı kamançaları [kemençe; ç.n.] vardır. Oyun alanının üzerinde iplerini gerer, kamança ve davul çalıp köyün sokaklarında gezerek halkı gösterilerini izlemeye davet ederler. Bunun üzerine bütün köy toplanır ve gösteri başlar. Birinci pehlivan, “Ya Surp Garabed!” diye bağırarak ipin üzerine atlar. Yalın ayaktır ve iki eliyle uzun bir değnek tutmaktadır. Her bir önemli harekette “Ya Surp Garabed!” nidaları atarak ipin üzerinde sıçrar, tek ayakla yürür, asılır, koşar. Bazen ipin üzerine bir tepsi koyar ve içine oturup ağır ağır kayarak ilerlemeyi başarır. Pehlivanlardan biri ipin üzerinde marifetlerini sergilerken diğerleri kamança ve davul çalıp havayı daha da coştururlar. Giriş parası istemezler ama oyun bittiğinde seyircilere yaklaşıp parsalarını toplarlar. Köylüler, para dışında onlara taze ekmek, buğday, bulgur, eşeklerine de kabuklu buğday ve arpa verirler. [38]

Muş’ta çekilmiş bir fotoğraf: Surp Garabed manastırı önünde ip cambazları (Kaynak: Keğuni, No. 1-10, 1903, 2. yıl, Venedik, San Lazzaro)

Editörün notu

Harput ovasında oynanan, bildiğiniz başka oyunlar var mı? Nasıl oynanıyordu ve kuralları nelerdi? Bu makalede yer alan bilgilerle ilgili olarak ekleyecekleriniz ya da itirazlarınız var mı?

Yorum ya da bilgilerinizi houshamadyan@gmail.com adresimize gönderebilirsiniz. Mektubunuzda ad, soyadı ve bilgi kaynağını belirtmeniz gerekir.

  • [1] Manug B. Dzeron, Parçanc köyünün mufassal tarihi (Բարջանճ գիւղ. Համայնապատում [Parçanc küği hamaynabadum]) (1600-1937), Boston, 1938, s. 152 (Ermenice); Hagop Ğarib Şahbazyan, Tankaran köyümüz ve kanlı sevgi çiçeklikleri ( Թանգարան գիւղը մեր եւ սիրոյ արիւնոտ ածուներ [Tankaran küğı mer yev siro arünod adzuner]), Fransa, 1967, s. 42 (Ermenice)
  • [2] Dzeron, Parçanc köyünün…, p. 130.
  • [3] a.e., y. 153.
  • [4] a.e., s. 152-153.
  • [5] a.e., s. 153.
  • [6] a.e..
  • [7] a.e..
  • [8] a.e., s. 154.
  • [9] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 44.
  • [10] Dzeron, Parçanc köyünün …, s. 154.
  • [11] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 45.
  • [12] a.e.
  • [13 a.e.
  • [14] a.e., s. 46.
  • [15] a.e., s. 47.
  • [16] Dzeron, Parçanc köyünün …, s. 154-155.
  • [17] a.e., s. 155.
  • [18] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 44.
  • [19] Dzeron, Parçanc köyünün …, s. 155.
  • [20] a.e., s. 155.
  • [21] a.e.
  • [22] a.e., s. 156.
  • [23] a.e., s. 156; Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 42.
  • [24] Abdal Kolec Boğosyan, Pazmaşen’in mufassal tarihi (Բազմաշէնի ընդարձակ պատմութիւն [Pazmaşeni ıntartsag badmutyun]), ‘Baykar’ Boston, 1930, s. 89. (Ermenice)
  • [25] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 42-43; Habus köyünün tarihi (Հապուսի գիւղին պատմութիւնը [Habusi küğin badmutyunı]), ‘Baykar’, 1963, s. 65. (Ermenice)
  • [26] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 41-42։
  • [27] Habus köyünün…, s. 65.
  • [28] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 43.
  • [29] Dzeron, Parçanc köyünün …, s. 156.
  • [30] a.e., s. 156-157.
  • [31] a.e., s. 157.
  • [32] a.e., s. 157-158.
  • [33] Boğosyan, Pazmaşen’in mufassal …, s. 64-66.
  • [34] Dzeron, Parçanc köyünün …, s. 158.
  • [35] Şahbazyan, Tankaran köyümüz..., s. 38-39.
  • [36] Boğosyan, Pazmaşen’in mufassal …, s. 64.
  • [37] Dzeron, Parçanc köyünün …, s. 158.
  • [38] a.e., s. 159.