Van Bölgesi – Halk Hekimliği

Yazar: Adom H. Bucikanyan, 21/05/20 (son değişiklik: 21/05/20), Çeviren: Sevan Değirmenciyan

Giriş ve Coğrafi Konum

Vanlılar usta zanaatkardı. Kuyumculuk, demircilik, dokuma ve halı üretimi onların ustalaştığı alanlara örnek olarak verilebilir. Hayotz Tzor’daki çayırlarda hayvancılıkla uğraşan Vanlılar, sulak düzlüklerde ise tarım, meyvecilik ve bağcılıkla meşguldüler. Meyve veren ağaçların bolluğu nedeniyle Van’ın en önemli mahallelerinden birinin adı Aykesdan’dı (Bağlar).

Kesin bilgiler bulamamamıza rağmen, tarım ürünleri ile beslenen halkların, ki onlar arasında Vanlılar da var, yüksek bir sağlık seviyesine sahip olduklarını söyleyebiliriz.

Van-Vasburagan bölgesinin tarihi haritasını incelediğimizde, halkların bir arada yaşamasını ve komşuluk ilişkilerini (olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla), siyasi çalkantıları, sürekli askeri hareketleri farkediyoruz. Tüm bunlar yerel kültür üzerine etki etmişler, bilgi alışverişi yapılmış ve yerel şartlara uygun hale getirilmiştir [1]. Bu anlamda Vanlıların Yunan, Arap, İran, Asur ve diğer halklardan gelen tıbbi bilgileri tercüme edip zenginleştirdiği mümkün görülmekte. Van Gölünün güney-batısında bulunan Hoğats Manastırında çalışmalar yapmış Amedli Ğazar’ın 1696’da tercüme ettiği eser (At, Katır veya eşek tıbbi kitabı) buna bir örnek teşkil edebilir [2].

Mistik din adamı ve her derde şifa olarak görünen “Narek” (Ahlar Kitabı) [3] dua kitabının yazarı Narekli Krikor (951-1003), Van’da bulunan Narek Manastırında yaşamış ve eğitim almış. “Narek”in halk hekimliği alanında sahip olduğu “mucizevi” etkiden daha sonra bahsedeceğim.

Vasburagan bölgesi birçok şehir ve köyden müteşekkil. Van bölgesi hakkında tıbbi bilgiler az da olsa, şu yerleşim birimleri ile ilgili bazı kaynaklara ulaşabildik; Van, Ahlat, Aralez, Ardzge, Erciş, Pergri, Urants, Harzit ve Hizan. Van şehri (Van gölünün güney-doğu yakasında) Yerküre’nin kuzey (38°38′) ve doğu  (42°49′) koordinatlarında, deniz seviyesinden 1708 m. yükseklikte bulunur [4]. Van gölü (3755 km2) tektonik bir yapıya sahip. Bir kaç ırmak bu göle akarmakta, fakat suyun buharlaşması nispeten yüksek olduğundan göl madeni tuzlar açısından yüksek bir orana sahip [5]. Sengiz Alper’e göre, gölün tuzluluk oranı %11.9, yani denizlerdeki maden yüzdesinden yaklaşık olarak üç kere daha yüksek. Sodyum klorür ve karbonat birlikte %11, magnesium sulfate ve chloride birlikte՝ %0.65 [6]. Acaba Vanlılar tıbbi bir çözüm olarak gölde yüzerler miydi? Van bölgesi volkanik olduğu için sıcak su kaynaklarına sahip; Hakkari’deki kaplıca örnek olabilir.

Van Bölgesi Sağlık Durumuna Genel Bakış

XIX. yy. Ikinci yarısından itibaren Van’da bir çok dokumacılık atölyesi açılmış, dericilik gelişmiş, ABD ve Avrupa’dan ithal edilen düzeneklerle makine yapımı desteklenmekteydi. XX. yy. başında dokumacalık alanında yaklaşık 1500 işçi çalışmaktaydı [7]. Harput gibi Van’da da bir işçi sınıfı vardı. İşçi sınıfının sağlık durumu, özellikle mesleki yoldan edinilen hastalıklar hakkında verilere ulaşmak mümkün olmadı. Atölye gibi dar bir ortamda beraber çalışıp yaşamanın hastalıkların hızlıca bulaşmasına ortam hazırladığını dikkate almak gerekir.  Tabakhanelerdeki çürümüş deri parçalarının çeşme, dere ve artezyen kuyulardaki kullanılan veya içme sularını kirlettiğini unutmamak lazım.

Haneler.- Bazı Vanlıların 1-2 katlı, balkonlu evlerde yaşadıklarını biliyoruz. Orta iyi halli sakinler ise 2-3 katlı ve balkonlu evleri vardı [8]. Bu durumda, şehrin belli bir kısmını oluşturan iyi halli sakinlerin kalabalık olmayan, tenha yerlerde, havadar evlerde yaşadıklarından dolayı bulaşıcı hastalıklardan uzak kaldıkları çıkarımını yapabiliriz. Diğer soru ise şu; kent sakinlerinin çoğunluğunu oluşturan diğer kısım, yakın bölgelerde ve köylerde yaşayanlar ne şartlarda yaşamaktaydı?

Bölgenin Toplumsal Sağlık Şartlarına Bir Bakış

Haftalık “Van-Dosb” (I. yıl, no: 1) 26 Ocak 1913 tarihli nüshasında yayımlanan “Köylerdeki hastalıklar” başlıklı bir yazıdan köylülerin sağlık durumunun pek iyi olmadığı bilgisini alıyoruz. Yergnakar adlı (Gök taşı, bir mahlas) muhabir Van’daki bir köyü (adı meçhul) ziyaret edip bazı hastalıklar görür ve tanıklar kaleme alır. Genç bir kadın, mesela, kocası trafından dövülür ve düşük yapar, kan kaybeder. Rengi atmış kadın yırtık kıyafetler içinde, ahırın kötü kokan bir odasında yatmakta. Yaşlı ve genç kadınlar başucunda sohbet etmekte. Aralarında işbilen bazı “saflar” aynı hastalıktan muzdarip bir tanıdıklarının nasıl öldüğünü anlatmakta. Diğerleri uzak veya yakın azizlere adak yapmalarını salık verir. Narekli Krikor da bu azizlerin arasındadır. Daha pratik bir kadın ise hastanın başucunda “Narek” okunmasını öğütler.

Yazar ateşten dolayı yüzü al-al olmuş, bitkin birdurumda sayıklayan ve tandır fırının üzerine yatmış genç bir babanın durumunu da anlatır. Hasta şehirden köye dönerken, “ısınmak” için rakı içer, soğuk havada dereye girer, sonra da yürüyerek köye gelir. Genç herhangi bir tıbbi yardım almaksızın vefat eder. Köylülerin büyük kısmı tedavi için şehre gitmek gibi bir alışkanlığa sahiğ değildi, veya artık çok geç olduğunda, yani hasta ölüm döşeğindeyken doktora gidilirdi [9].

Yazar şu sonuca varıyor: “Köylerde ölüm ve hastalıklar genelde sonbaharın sonundan bahara kadar meydana gelmekte. Nedenleri yaklaşık olarak şunlar; değirmenlerde yatmak, soğuk algınlığı, ahırların nemli ve kötü kokan havası, yazın sağlıklı havasından ve tutumlu yaşamından hemen sonra düğünlerin ve ziyafetlerin başladığı çalışılmadan geçen ve aşırı yeme-içme dönemine girilmesi. Alkolün anormal etkisi altında değişken olarak sıcaktan soğuğa, soğuktan sıcağa geçilmesi” [10]. Gazeteci köylüyü bu durumdan kurtarmak için devlet bütçesi ile taşra merkezlerinde gezici doktorlar, eczahaneler bulundurulmasını, köylüler için anlaşılır bir dille tıbbi derslerin verilmesini ve bulaşıcı hastalık zamanında gezici doktor ve eczahane sayısının ikiye katlanmasını önerir [11]. Van bölgesindeki olağan dışı yeme-içme gelenekleri hakkında Hampartzum Yeramyan’ın bir çalışmasında rastlıyoruz [12].

-Haftalık “Van-Dosb” gazetesinin 25 Mayıs 1913 tarihli nüshasında isimsiz bir yazar sağlık ihtiyaçlarını iyileştirme konusunda hükümetin sergilediği yavaşlığını eleştiriyor. Timar sancağındaki Alür köyünde iki hafta zarfında gululu, yani boğmaca salgını nedeniyle 20 çocuğun öldüğünü, salgının bitmediğini ve günde 2-4 kişinin hayatını kaybettiğini yazıyor. Yazar köyde en ilkel tedavinin bile olmadığını belirtmekte [13].

-Vanlı Hampartzum Yeramyan’ın çiçek hastalığına yakalanmış olmasını incelemek ilginç olabilir.  Çiçek aşısına karşı aşı 1798 tarihinde İngiliz doktor Edward Jenner tarafından bulunmuştu. Jenner ilk aşı denemesini 8 yaşındaki James Phipps üzerinde yapmıştı [14]. Feza Günergün’e göre, XIX. yy. Ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nda çiçek hastalığı salgını kurbanlar almaya devam ediyordu. Bu durum kısaca bşöyle özetlenebilir: 1847’de Osmanlı İmparatorluğu’nda aşı hazırlığı Jenner’ın deneyi üzerine kurulmuştu. Kısa bir süre sonra fakat sağlık alanındaki sorumlular tekrar XVII. yy.’da Orta Asya’dan ulaşan eski bir yöntem benimser. Sonuçta çiçek hastalığı virüsüne karşı koymak yerine, aşı olanlar hastalanıyordu. Halktan bir kesim aşı olmayı reddeder. Bu şartlar altında sağlık alanındaki yüksek devlet yetkilileri aşıyı mecburi kılamaz [15]. Hampartzum Yeramyan’ın annesi de aşının oğluna uygulanmasını reddeder, fakat çocuğa hastalık bulaşır ve hemen hemen tamamen görme yetisini kaybeder. Yeramyan Almanya’ya, uzamn bir göz doktoruna gönderilir, fakat tedavi başarılı olmaz. Güvenilir bir aşısını olmadığı için, Osmanlı İmparatorluğu’nda çiçek hastalığının bir bela olduğunu söyleyebiliriz [16].

Van Bölgesinde Halk Hekimliği

Daha önce de yazdığımız gibi, bu konu hakkında genel kaynaklar bulamadık. Fakar Huşamadyan sayfalarında yaptığımız diğer araştırmalar (Dersim, Urfa, Kayseri, Harput bölgeleri hakkında), sağlık alanında farkedilir benzerlikler olduğunu gösterdi. Bu makaleyi hazırlarken büyük ölçüde Vasburagan Arcak sancağı halk hekimliği üzerine Serine M. Avakyan’ın araştırmasından faydalandık. Orada bulunan verileri genelleştirip tüm vilayet üzerine yaymamızın mümkün olduğunu düşünüyoruz.

Arcak sancağı Van şehrinin doğusunda bulunur. Burada acı tuzlu (yüksek oranda tuzlar) bir göl, başlıca yerleşim birimi Arcak, 30 kadar başka köyler de var [17].

Arcak sancağı Van’Dan sadece 30-35 km. Uzakta bulunur. Bu yakınlık nedeniyle, iki yerleşim arasında asırlar boyu tıbbi bilgiler alışverişi olması muhtemel. Bu bilgilerin Van gölü kıyısında bulunan diğer şehir ve köylere de geçtiğini düşünebiliriz.

İnançlar ile Tedavi

Dualar, adak ziyaretleri, buralardan beklenen mucizeler ve doğa üstü güçlerin müdahalesi vs. halk hekimliğinin bir parçasını oluşturur.

Batıl İnançlar

Babil kraliçesi Semiramis ve Ermeni kralı Ara Keğedzik (Güzel Ara) hikayeleri Van bölgesi halk edebiyatının bir parçası. Ara Keğedzik savaş alanında öldüğünde, ceseti Lezk köyünde bulunan pagan mabedinde onu yeniden canlandırmak için doğa üstü güçlere sahip Haralez köpeklerine teslim edilir. Daha sonra Lezk’de bu mabedin yerine S. Amenapırgiç (Kurtarıcı) kilisesi inşa edilir [18].

Sirun Yeğişyan Paskalya’dan iki hafta sonra Van’da Lezk festivali yapıldığını aktarır. Festivalde yapılan falcılık oyunu Hampartzum bayramı geleneklerine benzerdi. Yeğişyan Van’da bulunan bir tepede açılmış Mihr Kapısı’nı da anlatır. Yeğişyan’ın anlatısına göre, kapının ardında bulunan Zemzem mağarasından “sesler gelirdi”. Ölümsüz iki aziz gömülmüştü oraya. Mucizevi bir kaynağın çıktığı bir de ağaç vardı orada. Yeğişyan’ın aktardığına göre, bu kaynağın suyu kardeşinin yüzünde bulunan yarayı iyileştirmişti. Uzak Harput’tan bile buraya iyileşmeye gelir, yüzlerindeki yarayı ıslak bir bezle silerlerdi [19].

Serine Avakyan tüm Arcak halkının şeytanların varlığına inandığını yazıyor. Şeytanları alt etmek için Van halkı farklı yöntemlere başvurur; mesela hamurun üzerine haç çıkarır ve peynir üstüne “İsus Krisdos” (Ermenice, İsa Mesih) sözünü fısıldar. Vanlılar esnedikten hemen sonra dudakların üzerine haç çıkarır, ki şeytan açık ağızdan girmesin. “Şeytan karnına girmiştir” sözü muhtemelen bu alışkanlıkla ilgili.

Halk arasında şeytanların yeni doğanlara ve yeni annelere tehlike arzettikleri yaygın bir inanıştı. Köylerin dışında bulunan harabeler arasında, özellikle Arcak yakınında bulunan bir vadide yaşasalar da, bir doğum olduğunda “şeytan anası” insan, tilki veya kurt şekline bürünür, köye gelir ve yeni doğum yapılan eve giderdi. Eve bir kedi olarak girer, daha sonra sinek ve saç şeklini alır, doğum yapmış kadının karnına girer, karaciğerini koparır ve kadını öldürürdü.

Tüm bunlardan korunmak için, yeni doğum yapmış kadın doğum sancısı öncesi günlerde yalnız kalmamalı, elinde çengelli bir şiş veya tandır fırınından ekmeği çıkarmak için kullanılan demir aleti (Ermenice agiş, )tutarak devamlı yürümeliydi.

Kadının doğum sonrasında soğuk su içmesi yasaktı. Yağlı, kavrulmuş, tüyü olmayan hububatla beslenirdi. Şeytanların bu yiyeceklerden kaçıp kaçmadıkları bilinmez, fakat bu diyetin anne sütünü çoğalttığı muhtemeldi. Sekiz günlük bebek vaftiz edildiğinde, anne her ne kadar “şeytansız” sayılsa da, günlük hayatını haç çıkarıp, “İsa Mesih” diyerek idame ettirmesi akıllıcaydı [20].

Göz değdirmek veya göz vermek (niyet).- Ne zaman farklı ifadelerle başarılı bir çalışmayı övmeye kalkışsak veya bir güzelliğe, bir kudrete karşı hayranlığımızı ifade etsek –kişi veya evcil hayvan oması farketmez-, halk arasında benzer sözlerin bu kişi veya hayvana zarar vereceği görüşü hakimdir, özellikle bu ifadeler “gözü çarpan” birinden geliyorsa. Çocukların “göz almaya” daha meyilli oldukları söylenir.

Fakar Arcaklı “göz değmiş” çocuğu kurtarmanın yollarını bilir. İki farklı çalışma yöntemi var, kendine has diplomatik yaklaşımlarla.

Gözü vuran eğer iyi biriyse, çocuğun çevresi bu kişiyi niyetini geri çekmeye davet eder. Bu durumda göz vuran kişi çocuğun yanına gelir, ona güzel sözler söyler, daha sonra üzerine tükürür, çocuğun saçlarından bir bukle ve onun kıyafetinden parçalar alır, hemen yakıp, dumanını çocuğun solumasını sağlar.

Diğer durumda ise gözü çarpan kişi güvenilmezdir. Buradaki strateji ilkinden farklıdır. Bu kişinin saç telleri, kıyafetinden parçalar veya evinden tahta parçaları gizlice ele geçirilir ve çocuğun burnunun dibinde yakılır. Kötü kişinin basdığı yerlerden dikkatlice yürümek veya basdığı yerlerden toprak almak ve çocuğun banyo suyuna katmak da bir başka yöntemdir.

Gördüğümüz üzere, sağlık inançlar vasıtasıyla muhafaza edilse dahi, çocuk sağlığı o zaman dahi halkın başlıca endişe kaynağıydı. Bulaşıcı hastalık durumunda bazıları “maazallah” göz değer veya durumu daha kötüye gider endişesiyle çocuğa bakmaktan dahi imtina ederdi [21].

Ailenin koruyucu iyi ruhu; tovlat/tolvat/dovlat.- Bu ruhun dış görünümü kendisini muhafaza eden evin durumuna göre farklılık gösterirdi. Tovlat, evlerin kilerinde yaşar, zehirsiz yılan, farklı hayvanlar veya insan suretinde olabilirdi. Evde yaşayan evcil hayvanların iyi bakılmadığını gördüğünde, koruduğu aileye darılabilirdi. Tovlat aile bireylerinin yeni bir ev inşa edip, eskisini terkettiklerinde de aileye kırılabilirdi. Bu nedenle, yeni bir ev inşa edildiğinde, aie fertlerinin gördüğü rüyalar iyi ruhun artık yeni evde bulunduğu şeklinde yorumlanmasına kadar, eski evde kandil yakılırdı [22].

Ailevi bir iyi ruh daha; kudret.- Mütevazı ve genç bir gelin veya utangaç bir kız suretinde olan bu ruh tandır fırını, kiler veya un deposunun arkasında saklanır. Bu ruh yeni doğmuş çocuğu korur ve evde kimse olmadığında zor olan ev işlerini yapar. İyi kalbli ev hanımları ekmek pişirdiklerinde bu görünmez hizmetçi için bir ekmek de tandır ocağının duvarına yapıştırırlar. Dahası, Kudret Van bölgesinde kullanılan bir kadın adıdır [23].

Zor durum ve hastalıklardan kurtulmak için yerel halk çevresine taze lavaş dağıtma sözü verir. Ekmek gece yarısı hazırlanır ve gün doğmadan ev sahibinin damından şu haykırışla aşağı atılırdı; “Uyanın, taze ekmek, Allah kabul etsin”. Öğlen hazırlanan ve yine haykırışlar eşliğinde, et su ile dağıtılan kurban da vardı. Çığırtganların bu ekmek ve kurban etinden yemesi yasaktı [24].

Hristiyanlık inanışları yoluyla Tedavi

“Narek”

Narekli Krikor’un memleketinde yaşayan Vanlıların diğer bölgelerde yaşayan Ermeniler gibi “Narek” dua kitabına başvurmaları ve hasta için kitaptan uygun bölümler okuyup Tanrı’dan şifa talep etmeleri son derece normaldi. Narekli Krikor’un “Ahlar Kitabı” yaklaşık 95 duadan oluşur ve bu duaşardan bazıları özel hastalıklara mahsustur [25].

“Narek”e olan inancından başka Van bölgesi Ermeniler, diğer bölgelerde olduğu gibi, şimdi bahsedeceğimiz şu geleneksel inanışlara sahip.

‘Nareg – Dua Kitabı –  Aziz Vartabed Krikor Naregatsi’nin söylediği dualar, İstanbul, 1782 (Kaynak: Staatsbibliothek, Berlin).

Kutsal Mekanlar

Abbardzin (Asdvadzadzin) Manastırı Kalıntıları

Arcak’tan 2 km. Uzaklıkta bulunur. Sunak bölümünün sağında Meryem Ana’nın kemerinden bir parçanın gömüldüğü rivayet edilen bir mezar var. Mezarda Ermenice yazılar bulunur. Manastır yakınında bulunan Kaytun göl adı verilen soğuk su havuzu mucizevi özelliklere sahip. Sıtma ve uyuz olan kişilerin burada yıkanıp iyileştiklerine inanılırdı. Mucizevi kaynaklar manastıra ait tarlaları sulardı. Ağustos ortasında kutlanan Meryem Ana yortusunda, Ermeni ziyaretçilerden başka, Süryani, Kürt ve Ezidiler de buraya akın ederdi. Adak ziyareti arefe olan Cumartesi gününden, kurban günü olan Pazartesine kadar üç gün sürerdi [26].

Manastır Kralı İncil

Mezarlığa yakın bu evde kırmızı kaplı, parşömen bir Kitab-ı Mukaddes vardı. Evdeki tandır ocağının yanında bulunan kilerdeki ahşap kutuda muhafaza edilirdi. Anahtarı evin en büyük erkeğindeydi ve nesilden nesile evladlarına miras bırakırdı. “Güçlü ve mucizevi” bu kitaba kadınlar el süremezdi [27].

Sağ ve solda Van’da hazırlanmış gümüş İncil kabı. Mesrop Maşdots Kitaplığı, Erivan.
Ortada Hizan'da hazırlanmış gümüş İncil kabı. Mesrop Maşdots Kitaplığı, Erivan.
(Kaynak: Osep Tokat,
Armenian Master Silversmiths, Tigran Mets Printing House, Yerevan, 2005).

Aziz Sarkis Tepesi Kalıntıları

Geniş bir alan kaplayan ve sivri tepenin Arcak tarafında kadınlar hatmi kökü toplarken bakır tepsiler bulur. Bundan dolayı eskiden buraların bir yerleşim bölgesi olduğu fikri oluşur. Daha sonra yerli Ermeniler bu kalıntıları ibadet alanına çevirir ve bunlardan ışık saçıldığı haberleri yayılır [28].

Esmer Çocuk (Tukh Manuk)

Arcak gölü yakınında bulunan tepenin adı. Zirvesinde taş duvarlı ve üzerinde herhangi bir haç bulunmayan bir adak yeri kalıntısı mevcut. Aziz hakkında herhangi bir rivayet yok. Bir pagan mabedi olması muhtemel. Adak için ziyarete gelenler binanın yarıkları içinde kandil yakıp, oradan kutsanmış ışık çıkarırlardı. Böylece kalıntılar arasında yaşayan azizin egzema, göğüs yaraları, kulak ağrısını iyileştirdiğine ve kabusları güzel rüyalara çevirdiğine inanırlardı. Topraktan bir avuç alıp vücudun hastalıklı bölgesine serperlerdi. Bölgenin farklı yerlerinden insanlar Esmer Çocuk’a ziyarete gelirlerdi [29].

Bir Çok Haç (Pazum Haçer)

Biri Közar, diğeri de Pos mahallesinde olmak üzere Arcak’da “Pazum Haç” adında iki adak yeri vardı. Bunlar Esmer Çocuk’un kalıntılarını anımsatırdı; mum veya kandil konacak yarıkları vardı.İlkinden farklı olarak buralarda duvarlara kazınmış haçlar bulunurdu. Ziyaretçiler kutsal sayılan Pazan gününü önceleyen Cumartesi akşamı sadece kendi ruhları için ricada bulunur, sağlık konusunda talepleri olmazdı. Rivayete göre, bir Ortaçağ ozanı olan Nahabed Kuçak Poz mahallesindeki kutsal mekanda bir rüya görmüş, sonrasında da oradaki bir taşa yumruğu ile bir çivi çakmıştı. Gördüğü bu rüya bir sanatçı olarak kendisine ilham kayanğı olmuştu [30].

Farklı Hastalıklar İçin Uygulanan Tedavi Yöntemleri

Bu bölümde Van bölgesinde gözlenmiş farklı hastalıkları ve bunların tedavisi için kullanılan bitki, halk hekimliği çöüzmleri, yiyecekler vs. gibi doğal metodları inceleyeceğiz.

Göz Hastalıkları

Göz Hekimliği.- Duman ve toz içinde çalıştıklarından dolayı Arcak’ta kadınlar göz rahatsızlıklarına erkeklerden daha çok maruz kalırlardı. Ailedeki en büyük, yaşlı kadın, göz hekimi (halk hekimi) olurdu. Onların ilaç listesinde büzücü etkiye sahip dört formül vardı. Bunlardan biri antiseptik özelliklere sahip bakır sülfattı. Avakyan koyu renkte kâşmiki hatırlar: Bunun yassı çekirdeğinin sarı olan iç kısmını hekim ısıtır ve toza dönüştürürdü. Kırmızı bir toz olan rasut ve gri olan sivday da vardı. Rasut ve sivday Van’da yaşayan Hekim Sırpig’de bulunurdu. Kâşmik, rasut ve sivday’ın bilimsel isimlerini bulmak mümkün olmadı.

Toz halinde olan ilaçlar, göze değdir (ilaç koyucu?) adı verilen kemikten ince bir çubukla sürülürdü. Bu çubuk Van esnafında bulunabilirdi. Tan-tana adı verilen göz hastalığı durumunda, hekim bakır sülfatın kristal parçasını doğrudan hastanın göz kapağının üzerine veya altına sürerdi. Tan-tana muhtemelen trahom hastalığına verilen bir isimdi (bknz: diğer paragraf) [31].

Trahom.- Genelde 3-6 yaşındaki çocuklar, yazın sıcak ve kuru havasında bu hastalığa yakalanırdı. Chlamydia trachomatis sinek veya insanların birbirine dokunmasıyla bulaşan bir virüs. BU hastalık neticesinde gözler bulaşır, şiddetli bir ağrı olur, gözün dış yüzeyini saran ince doku tabakası olan konjunktiva ve göz kapaklarının iç kısmı zarar görür ve iltahapa benzeyen ve bulaşıcı olan bir sıvı akar. Avakyan, bu ağrıyı dindirmek için göze 1-7 yaşlarında bir kız çocuğunun idrarını veya kız annesi sütünü damlattıklarını söyler. Bu hastalığı tedavi etmek için şu üç yöntem var:

  •  (a) Seramik kabı tandır fırınında ısıtın (mikroplarden arındırmak için bir yöntem olabilir mi?), yumurtanın beyazını içine dökün ve içine bir parça beyaz şir (acaba beyaz üzüm suyu mu?) katın. Yumurta beyazı ikiye ayrılır; birincisi olan sulu ve sıcak kısmı gözün içine damlatılır, daha katı olan ikinci kısım ise göz kapağına konur.
  • (b) Bu sefer sadece yumurtanın sarısını kullanırlar. Tekrar doğranmış şir katılır.  Elde edilen karışımı günde üç kere göze damlatılır.
  • (c) Bu iki tedavi sonuç vermezse, şir ile olan başka bir tedavi daha var. Şir kurumuş karanfil tohumuna katılıp tandır ocağında pişirilir. Elde edilen karışım toz haline getirilip toz şekere katılır. Daha sonra ise akşamları tereyağı sürülmüş göz kapaklarına serpilir. Bu ilacı dört kere tekrarladıktan sonra sonucun olumlu olacağını söylenir.

Avakyan iyileşmemiş trahomun göz içinde, göz kapakların altında “saç bitirdiğini” anlatır. Bu durumda hekimler bu kılları cımbızla çeker veya jöleye benzeyen bir karışım ve ince bir iğneyle saçları göz kapaklarına yapıştırırlardı [32]. Trahom hastalığı sırasında tabii ki saç bitmez, göz kapakları içe döner ve böylece kirpikler göze zarar verebilir. Çağdaş tıp trahomun tedavisi için azithromycin, doxycycline ve tetracycline kullanır [33].

Toz.-  Başına aldığı bir darbe ile kişinin görme yetisi zarar gördüğünde, hemen yağ ve bal karışımı bir sıvı içirmek gerekir, aynı zamanda sekiz gün boyunca başını bir alev üzerinde ısıtılmış su ile yıkamalı [34].

Çiçek hastalığı ile zarar görmüş gözlere herhangi bir tedavi uygulanmazdı.

İdrar ve anne sütünün mikroplara karşı etkisi hakkında şimdilerde bilimsel çalışmalara ulaşmak mümkün [35].

Gece Körlüğü veya Niktalopi.- Bu hastalıktan muzdarip kişiler güneşin batmasından sabaha kadar görme yetilerini kaybeder. Bu hastalığa genelde güneşin altında çalışanlarda, örneğin çiftçilerde rastlanır. Tedavisi şu; hastayı yıkadıktan sonra, başından dizine kadar örtülür. Bu durumdayken haşlanmış karaciğer yemeli, karaciğer suyu içmeli ve gözlerini açık tutup buhara karışmış karaciğer kokusunu içine çekmeli. Bu işlemi bir veya bir kaç defa tekrar ettikten sonra hasta iyileşir [36]. Karaciğer görmeyi, özellikle gece görüşünü iyileştiren A vitaminine sahip. Buharın güneçten kurumuş göz çeperlerini nemlendirdiği ve orada oluşmuş küçük yaraları hafiflettiği de düşünülebilir.

Farklı Ağrıların ve Yaraların Tedavisi

Kulak Ağrısı

Hasta yeni doğmuş bir bebekse anne sütünü kulağına damlatırlar. Yetişkinlerin kualk ağrısı ise “başının üşümesine” bağlanırdı. Isıtılmış tuz torbalarını kulağın üzerine veya zeytinyağına batırımış kızartılmış soğan filizini kulağın içine koyarlardı. Zeytinyağı, soğanın antiseptik maddelerini çözüp zarlar tarafından emilmesini kolaykaştırabilir. Ağrıyan kulağın üzerine konan, beze sarılmış sıcak lapalardan da sonuç alınabilir [37].

Diş Ağrısı

Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları diğer bölgelerde gördüğümüz gibi, Van’da da ağrıları ağızda tutulan sigara dumanı ile hafifletirlerdi. Rakıya batırılmış pamuk parçasını çürümüş dişin içine tıkar ve böylece acıyan sinirler uyuşurdu. Ağrıyan diş üzerine suyla gargara yaparlar, bunun uyuşturan ve antiseptik etkisi olduğunu düşünürlerdi. Ağrıyan diş kovuğuna beyaz şir (muhtemelen üzüm şırası) veya ateşte ısıtılan ceviz içi koyulurdu. Tüm bunlardan sonuç alınmadığı zaman, Arcak’ta dişi zangoç çekerdi. Tüm dişler ağrıdığında ise, ısıtılmış küçük tuz torbalarını ağızda tutarlardı. Acı çeken sigara tütünü ile karışık happuk adında bir bitkinin dumanını içine çekerdi [38]. Happuk pazı ailesinden bir bitki. Tütünde bulunan nikotinin acıları iyileştirme özelliği bilinirdi [39].

Kemik Ağrıları

Kemik çıkığı durumunda sınıkçı adı verilen kişi zarar görmüş bölgeyi sıcak suya koyar ve ayrılmış kısımları dikkatlice ovaladıktan sonra aşağıda olan kısmı yukarı doğru iterek onları birleştirir. Daha sonra bu kısmı sıcak bezlerle sabitler ve 2-3 gün boyunca böyle muhafaza eder. Kırılmış kemik durumunda sınıkçı kuvvetli birinin yardımıyla yaralı kısmı “yerine oturtur”, onu üzeri yumurta sarısına karıştırılmış yapışkan tozu sürülmüş temiz bir bezle bağlar. Kemiğin bu kısmını hareketsizleştirmek için çevresine tahta parçaları koyup bağlanır. Bağlama yöntemi kırılmış yere göre (ayak, diz veya el) değişkenlik gösterir. Dahası, sınıkçı yaralı kişinin jelatin zengini olan paça yemesini ve şarap içmesini salık verir [40].

Başağrısı

Yetişkin ve büyük ölçüde kadınlarda görünür. Van bölgesinde başağrısı nedeninin soğuk algınlığı ve büyük ruhsal sarsıntılar olduğunu düşünüyor ve hastalığın nihayi tedavisinin olmadığına inanıyorlardı. Acıyı dindirmenin bir yolu dal vurma idi; çorap örmek için kullanılan şişleri ateşte kızartıp şakak bölgesine sürekli olarak hafif hafif darbeler verilir. Hastanın şakak derisinde küçük yanıklar oluşur. Daha sonra bu yaraların üzerine rakı ile ıslatılmış ve ısıtma özelliği olan zencefil kökü karışımı ile hazırlanmış bir pansuman koyarlardı. Ertesi gün pansumanı toz haline getirilmiş günlük, kara biber, zencefil, beyaz sakız (muhtemelen ağaçlardan akan bir tür yapışkan madde) ve yumurta sarısı ile hazırlanan karışımı bir yara bandına sürerlerdi. Bu karışımı önce bir beze sürülür, sonra hastanın alnına sarılırdı. Bez kendiliğinden sökülüne kadar orada kalırdı. Bu tedavinin amacı ağrayan bölgeyi deriyi tahriş eden küçük yanıklar, bitkilerin kimyasal karışımından oluşan sıcaklık gibi daha hafif acılara maruz bırakıp, asıl ağrıyı unutturmak. Bu yaklaşım karşı tahriş edici teoriye göre, çağdaş farmakolojide halen mevcut. Avakyan Arcaklıların zencefili Van’daki baharatçılardan temin ettiklerini aktarır [41].

Morarma / Ezilme

Bu, darbe veya kuvvetli bir baskı sonucunda kanamasız seyreden bir yaralanmadır. Yumuşak doku yaralanması olduğuna işaret eder. Bir diğer deyişle farklı katmanlarıyla cilt ve altında bulunan kaslar zarar görmüştür. Bu durum kendini yaralı yerin morarması veya şişlik oluşmasıyla belli eder. Kaynağımızın aktardığı bilgiye göre Arcaklılar tedavi için yarayı içinde üzerine tuzlu su serpilmiş tandır fırınından alınmış sıcak kül bulunan bir bezle sarardı [42].

Hamlamak

Kas ağrıları nedeniyle hareket etmek ve yürüme imkanlarının sınırlanmasına taşrada hamlama denirdi. Uzun süre kasları işlevsiz bıraktıktan sonra kişi bir işe başladığında ortaya çıkar. Avakyan’a göre Arcaklı tuzlu su ile tedavi yöntemine başvurur. Hafif ağrılar durumunda, ağrıyan yer tuzlu su ile ovulur, şiddetli ağrılarda ise özel bir lavaş ekmeği kullanırlar. Bu ekmeği hazırlarken maya ile beraber iki avuç un ve iki avuç tuz yoğururlar. Hamuru merdane ile açın, daha sonra kaynar suya atın, çıkarın ve ağrıyan yere sarın. Bir gece hastanın üzerinde tuttuktan sonra, hamuru çıkarın ve o yeri tuzlu su ve bir çocuk idrarı ile yıkayın [43].

Mayasıl (Hemeroid)

Anüs bölgesinde bulunan damarların, örneğin kabızlık neticesinde baskılanıp genleşmesi sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Ağrı, տըհրտ ve kaşıntı yapar. Bağırsaklar boş dahi olsa, dışkılama ihtiyacı meydana getirir. Bazen kanama da olabilir. Tedavi için şu yöntemler uygulanır.

Acı yiyeceklerden uzak durmak ve tandır ocağının sıcak kenarına yakınlaştırmak suretiyle makatı sıcak tutmak. Taruç (ekşi) adı verilen bir bitkinin suyunu makata sürün. Taruç bitkisinin tam olarak ne olduğunu tesbit edemedik. Aynı şekilde halk ağzında hindiba olarak bilinen bitkiye yakın, ekşi tarinç (Picris altissima) bitkisi ile bir alakası olabilir. İsimlerdirme konusunda belli bir karışıklık olabilir, mesela Cichoria olarak geçen hindibanın yaklaşık 6 tane çeşiti mevcut. Avakyan Mayasıl çiçeği ile yapılan bir tedaviden bahseder. Taze veya kuru bir halde bu çiçeği “haşlayıp, suyunu sıcak sıcak içiyor ve haşlanmış bir halde bir kaba koyup üzerine otururlardı” [44]. İltihap ve kasılma engelleyici, ağrıkesici, yaraları iyileştiren, basuru engelleyen vd. tedavi edici özelliklerinden dolayı, Beyaz Hindiba bitkisinin halk hekimliğinde kullanıldığını belirtmek gerekir (İtalya, Bosna, Bulgaristan, İran, Türkiye vs.) [45].

Dolama veya Paronişi

Kişinin parmak tırnağının etrafı kızarır, ağrır, tahriş olur, ısınır ve derisi solar. “Hastalanmış parmağı sık-sık kaynamış süte, süt olmadığı zaman da kaynar suya sokar ve ağrıyan parmağın derisinin yanma derecesine gelmesi, beyazlaması ve iğnelemelerin dinmesi beklenirdi”. Bu tedavi sonuç vermediği takdirde, yaranın açılması ve iltihabın akması için yara şeker/yağ ile yoğrulmuş bir hamura sarılırdı. Daha sonra üzeri zeytinyağı ve kızartılmış soğan ile hazırlanan bir pansuman, veya lahana yaprağı yahut Sinirli ot bitkisi ile sarılırdı [46].

Paronişi, Staphylococcus aureous mikrobundan veya onun çeşitlerinin bulaşmasından meydana gelir. Şimdilerde antibiyotiklerle tedavi edilmekte, doktor ise neşterle yarayı açıp, iltihabı dışarı akıtır [47]. Şeker, soğan ve lahananın dezenfekte edici özelliği var. Andrew Chevalier’e göre, sinirli ot bitkisinin çekirdeklerinin ıslatılmış kabukları lapa şekline getirilip, çıbanları ve parmaklardaki apseleri dezenfekte etmek için kullanılır [48].

İshal – (muhtemelen Dizanteri)

Bölgede ender görünen bir hastalıktı ve uygulanan tedaviler genelde başarılı olurdu. Hastalık karın kasılmaları, sancılar ve kanlı dışkı ile seyreden ishale neden olurdu. İnsanlar bunun nedeninin soğuk algınlığı olduğunu düşünürler, hastanın karnını sıcak bir bezle örter, makat bölgesine yağda kaynamış keçe koyarlardı. Hastaya yoğurtlu şıra, unla pişmiş yemek yedirir ve haşlanmış nar kabuğu suyu içirirlerdi [49].

Hastalığın sebebi Şigella çeşidi bakterinin bulaşmasıydı. Yoğurdun faydalı probiyotik etkisiyle hastalığa neden olan bakterilere karşı mücadele ederdi. Undaki nişasta bağırsakların sulu muhteviyatını sertleştirir ve ishali durdurur. Nara gelecek olursak, sağlık açısından faydalı özelliklerinin yanında, antibakteriyel özelliğe de sahiptir [50].

Bulaşıcı ve diğer hastalıklar

Sarılık

Cilt, göz beyazı ve idrardaki koyu sarı renk ve solgun renkteki dışkı başlıca belirtileridir. Vücutta bulunan bilirübinin (kandaki eskimiş alyuvarlardan doğal yollarla üretilen bir madde), safrakesesinden arınarak bağırsağa geçmesi ve oradan da dışarıya atılması gerekirken, farklı nedenlerden dolayı kanda kalması nedeniyle (հyperbilirubiemia) sarılık meydana gelir. Bu duruma farklı nedenler sebep olur: Mesela sefrekesesini tıkayan taşlar veya safrakesesinin tıkanması Epstein-Barr virüsünün bulaşması ve hepatit [51].

Çocuklarda.- Çocuğu ekşimiş inek yoğurdu ile yıkayıp, gırınzi taf adı verilen bir bitkinin büyük yapraklarına sarar, terletirlerdi. Gırınzi taf hakkında birşey bulamadık, fakat terletmenin sıcaklığı düşürmede etkili olduğunu biliyoruz. Bazıları da çocuğu söğüt ağacı yaprağının suyu ile yıkar, ağacın haşlanmış sıcak yapraklarına sarardı. Çocuğun banyo suyuna kehribar sarısına benzeyen bir taş koyar, sonrasında da bu taş boynuna asılırdı. Bu tedavi “gün tam doğmadan” yapılmalıydı.

Söğüt ağacının ağrı kesici ve vücud ateşini indiren aspirin özelliği içerdiği bilinmekte. Üzerine sürülen ilaçlar çocuğun sıcak cildinden içeriye kolaylıkla girer. Aspirinin çocuklarda Reye sendromu gibi farmakolojik bazı istenmeyen, ölümcül olabilecek sinirsel bozukluklara yol açabileceğini de burada belirtmek isterim.

Yetişkinlerde.- Sarılık yetişkinlerde birden alınan kötü bir haber veya bu haberin neden olduğu korku ile meydana çıkabilir. Beklenmedik haberlerin safrakesesi girişini gerdiği, sarı safranın bağırsağa akışını ve oradan dışarı atılmasını engellediği fikri yaygın. Bu yığılma en nihayetinde safranın kana karışmasına ve vücuda yayılmasına neden oluyor. İşte bu yüzden bazı dokular sararır. Avakyan’a göre, tedavi hastaya bir şok yaşatmakla mümkün olurdu, mesela kendisini tokatlamak. Bu, safra kesesinin tıkanmış yolunu açmaya yarayabilir. 

Tedavi genel olarak bir kaç ay sürebilir, bu zamanda et ve zeytinyağı kesinlikle yenmemeli, yumurta ve yağ az tüketilmeli, bolca meyve, sebze ve tatlı yemeli [52].

Sıtma

Arcak ve yakınında bulunan Harakonis köyü sulak alanlar oldukları için, mevsim sıcak ve nemli olduğunda, buralarda çok sayıda bataklık oluşurdu. Bunun sonucu olarak sıtmaya neden olan sivrisinekler çoğalırdı. Bu sivrisineklerin dişisi iğnesi vasıtasıyla Plasmodium denilen ve alyuvarları hasta eden tek hücreli parazitleri kana enjekte eder. Plasmodiumlar vücutda biyolojik dolaşımlarını tamamlar, bu sırada farklı evrelerde hasta atşlenme, baş ve bedeb ağrısı, terleme, sayıklama, iştahsızlık ve şiddetli titreme gibi krizler yaşar [53].

Avakyan, Arcak ve Harakonis’in yaz iklim şartlarını göz önüne alındığında, bu iki köyün tüm bölgedeki sıtma ile özdeşleşen mekanları olduğunu yazıyor.

Hastalar su ile karıştırılmış kınakına tozu içerek veya bu ağacın kabuğunu kemirerek iyileşir. Bu ilacı Van’da bulunan yegane eczaneden temin etmek mümkündü. Kinakına Güney Amerika’da yaşayan bir açağ çeşidi (Cinchona species). 1630’lu yıllarda Civzit misyonerler Peru’dan İspanya’ya getirmiştir. Misyonerler yerli halkın bu bitkii sıtma ve yüksek ateşe karşı tedavi yöntemi olarak kullandıklarını farketmişlerdi. 190 yıl kadar kınakına tedavi yöntemi olarak kullanıldı. 1820’de Pelletier ve Caventou adlı Fransız farmakologlar ağaç kabuğunun hastalığa neden olan Plasmodium parazitlerini öldüren kinin içerdiğini buldular [55].

Solunum Hastalıkları

Nezle veya Soğuk Algınlığı.- Kent sakinleri hastalığın bulaşıcı olduğunu bilirler, fakat buna karşı olağanüstü önlemler almazdı. Soğan, sarımsak ve mavi yanmış bezlerin koku/dumanını içlerine çekmekle yetinirlerdi. Baş, burun ve ağızlarını kendi iç çamaşırlarıyla kapatırlardı [56].

Influenza.- Hastalık, uzun süren yüksek ateş, öksürük, titreme, baş ağrısı, genel bitkinlik ve eklem ağrıları ile kendini gösterir. Hastalığın İnfluenza 1 ve B virüslerinin bulaşmasıyla başladığını biliyoruz. Avakyan “İnfluenza eve girdiğinde, herkese bulaşacaktır” der. Geleneksel hanelerdeki karmakarışık yaşam biçimini göz önüne aldığımızda bu gayet anlaşılır bir durum. Tedavinin ilk ayağı olarak hasta terletilir. Bunun içinse havlıcan bitkisinin köklerinde bulunan sıvı kullanılırdı. İnfluenzayı antiseptik özelliği bulunan soğan ve güllük karışımı ve küllenmiş ayva yedirerek de tedavi ederlerdi. Hatmi çiçeğinden hazırlanan çay de içirirlerdi. Hastanın damak ve boğazına içerden masaj uygulanırdı. Masajı yapan kişi bir beze sarılı parmağını kullanırdı. Amaç, damak ve boğaz üzerinde oluşmuş kabuğu koparmaktı. Ateşle mücadele etmek için hastanın şakak, avuç ve ayak altlarını rakı ile ovarlardı [57].

Satlıcan/Pneumonia.- Hastalığın tanısı solunumun zorlaşması, titreme, yüksek ateş ve bilinç kaybıdır. Hastalığın yerel tedavi yöntemi ise hastayı farklı yollarla terletmekti. Mesela, tandır ocağında iki inek tezeği yakılırdı. Ateş söner sönmez, hasta soyunur ve tandır ocağına iner ve ayaklarını henüz sıcak tezekte dinlendirip, sırtını sıcak duvara yaslar. Tandır ocağını sadece nefes alacak ve hava oynayacak kadar bir boşluk bırakarak yorganla kapatır. Hasta sadece iyice terlediğini söylediği zaman tandırdan çıkabilir. Hastaya bakan kişiler kendisini kuru bir bez ve yorganla sardıktan sonra, yeniden harladıkları tandır ocağına yakın bir yere yatırırlar. Tandır ocağı ile terletmek mümkün olmadığı zaman, hasta yatağına ahşap kapaklı ve bezle örtülü kaynar su dolu bir tencere koyulur. Hasta ayaklarını tencerenin üzerine uzatır ve yorganı üzerine çeker. Üç hafta boyunca hastalık eğer geçmezse, başka bir yönteme başvurulur: Yeni kesilmiş besili koyunun derisine, sıcaklık veren baharatlardan bir karışım serpilir ve hasta bu deriyle sıkı sıkı sarılır. Hasta bu vaziyette, sürekli terleyerek, sayıklayarak ve eziyet çekerek iki saat kalır. Daha sonra bu “tıbbi” paltoyu hastanın üzerinden çıkarırlar, Vücudu kızarmış, yumuşamış ve çok hassaslaşmıştır. Kendisine sıcacık, yumuşak pamuktan giysiler giydirirler [58].

Yemek Borusu Tıkanması

Yutkunurken hissedilen acıyı Arcaklılar yemek borusunun yiyecekle tıkalı olmasına yorarlardı. Tedavi olarak ise rahatsız olan kişi bir şey yemeden ve karnı boşken, sabah ağzına su alır ve yutmadan bir ağaç dalından asılır. Ayakları yerden yaklaşık bir metre havada kalmalı, sallanmalı, aşağı atlamalı ve havada olduğu anda suyu yutmalı. Yemek borusu eğer hala kapalı kalırsa, lokmanın yer ettiğini söylenir ve yavaşça, zaman içinde kendiliğinden boğazdan inmesini beklenir [59].

Çocuk Hastalıkları

Çiçek, Çiçek Hastalığı

Çiçek hastalığının önünü almak için Arcaklılar her ne kadar aşının gerekliliğine inansada, hastalıkla mücadele büyük ölçüde geleneksel yollarla yürütülürdü. Avakyan bu geleneksel yöntemlerden şunları öne çıkarmakta; çocuğu banyo yapmamak, yatakta tutmak, çocuğun gözüne ışık yansımaması için odayı aydınlatmamak, tatlı, kuru üzüm, nöbet şekeri yedirmek. Et, zeytinyağı ve diğer yağlar yasak. Fakat bu önlemler doğal olarak hastalığın ilerlemesini, hatta bazen bu yüzden meydana gelen körlüğü engelleyemiyordu. Bir çocuk çiçek hastalığına yakalandığında, köyün diğer çocuklarına da bulaştırırdı [60].

Kızıl

Kaynağımız bu hastalığı “kaçınılmaz bir çocuk hastalığı” olarak tanımlar. Tedavisi çiçek hastalığı için köyde uygulanan yöntemlere benzer, fakat bu durumda hastayı kırmızı bezlerle sararlar ve hasta en azından bir kere eşek sütü içmeli.

Kızıl, Arcak’da çiçek hastalığından daha fazla cana kıyardı. Hastalığın belirtileri boğaz ağrısı, ateş ve özellikle vücudun kabarcık halinde kızarması. Hastalık Streptococcus A tipi bakteri tarafından bulaştırılır. Evlerin kalabalık ortamı ve komşularla günlük iletişim göz önüne alındığında, 5-15 yaşları arasında olan çocuklara hastalık çok çabuk bulaşır. Hastalık kalp, akçiğer ve böbrekte sıkıntılara yol açar. Avakyan 1915 Soykırımı sırasında sürgün yollarına düşmüş Arcaklılarda kızıl hastalığının şiddetlendiğinden bahseder [61]. Tedavi olarak eşek sütünün kullanımına değinecek olursak, Joe Schwartz’a göre, bu süt içerik bakımından kadın sütüne en yakın olanıydı. Anne sütünün çocuğun bağışıklık sisteminin gelişiminde oynadığı önemli rolü ve barındırdığı antibekteriyel maddeleri çok iyi biliyoruz [62].

Difteri (Kuşpalazı)

Bulaşıcı mikrobun adı Corynebacterium diphtariae: Halk şu tedavileri uygulardı: Çocuğun şişen boğazını parmakla sıkmak, eşek sütü içirmek (konu hakkında yukardaki paragrafa bakınız), benzin sürmek.  Kaynağımız hafif boğaz ağrısı sırasında uygulanan tedavinin faydalı olduğunu aktarıyor. Boğaz ağrısı özellikle taşranın bu kesimlerinde büyük yıkımlara neden olurdu [63].

Boğmaca

Bulaşan miktobun adı Bordatella pertussis: Çocuk “hırlamaya” ve Avakyan’ın yazdığı gibi horoz sesleri çıkardığında, zangoça başvurulur. Bu sırada hastanın alnına dövülmüş sarımsak ve tuztan hazırlanan bir sargı sarılır. Zangoç eve vardığında, sargıyı çıkarılır. Zangoç hastanın kafa derisinden ustura ile kan çıkarır, daha sonra katılaşmış kanı temizledikten sonra rakı sürer. Bu müdahaleden sonra çocuğun soluk alışverişinin düzeleceğine inanılır [64].

Susuzluk Çekme

Sekiz aylıktan başlayarak bir yaşına kadar bebekler şiddetli bir şekilde sussuzluk çekebilir ve su içmek isteyebilir. Hastalığın başıca belirtisi budur. Bu sırada zayıflar ve iştahları kesilir. Avakyan’a göre, bunun nedeni annenin bir gün bebeğe su vermeyi unutması veya “susuzluğunu dindirmemesi”. Bundan dolayı çocuk devamlı su içmek ister. Deneyimli kadınlar (ikiz annesi olan kadınlar), bebeklerin susuzluğunu şöyle dindirir: Bebeği yatırıp, ayaklarını başından yüksek bir şekilde tutarlar ve baldırının karna değen kısmına masaj uygular ve karnın alt tarafını sıkarlar. Bebeğin karnından gurultu gelmesi, tedavinin başarılı olduğuna bir kanıttır. Bu tedavi genelde olumlu veya olumsuz bir sonuç vermez. Kaynağımız, genç annelerin bu tedavi yöntemine inanmadıklarını aktarıyor [65]. Fakat Avakyan’ın tanımladığı belirtiler hastalığın çocuklarda görünen Type-1 (T1D) şeker hastalığına tekabül ediyor, her ne kadar bu hastalık sıklıkla 5-9 yaşlarındaki çocuklarda görülse de [66]. Her halükarda Avakyan’ın susuzluğu niçin bulaşıcı hastalıklar kategorisinde değerlendirdiğini bilmiyoruz.

Tıbbi Bitkilerle Tedavi Yöntemleri

Avakyan, genel olarak Doğu halklarında olduğu gibi, Arcak sakinlerinin de nesilden nesile çeşit-çeşit bitkiyi tedavi amaçlı kullandıklarını söyler [67].

Avakyan’ın kitabında kullandığı Van diyalekti, bu bitkisel tedavi yöntemlerini anlamamız açısından ciddi bir engel teşkil eder; yazarı ek bilgiler de vermemektedir bu konuda.

Bu bölümde Avakyan’ın kitabında yer alan bitkileri ve onların özelliklerini teker teker ele alacağız. Bu sunuş biçiminin tümüyle tatmin edici olmadığını da belirtmek gerekir, çünkü bitkilerin karmaşık kimyasal karışımı kendilerine çeşitli farmakolojik özellikler kazandırmakta.

Sığırdili (Anchusa officinalis)

Arcaklı hekimler sığırdili bitkisi tohumlarını sığır veya inek sütüne karıştırıp kaynatırlar. Elde edilen lapayı henüz kapalı olan çıbanların üzerine sürerler. Bu sayede yara açılır ve iltahap dışarı akar. Sığırdili bitkisinin haşlanmış yaprak veya tohumlarının sıcak suyunu mide rahatsızlıklarını tedavi için de içerler [68]. Bir diğer kaynağa göre sığırdili bitkisi mide ve bağırsak ülseri, ishal, karaciğer ve dalak hastalıkları, boyun şişleri, iltahaplı yaraları, kanser ve aritmiyi iyileştirmek için de kullanılır. Sığırdili saponin, mikroelementler ve mikrop öldürücü maddeler içerir. Kökünde kırmızı boyo malzemeleri de vardır [69].

Çoban Döşeği

Avakyan, yerel hekimlerin bu bitkinin kurutulmuş ve toz haline getirilmiş yapraklarını iyileşme safhasına gelmiş yaraların üzerine serptiklerini ve böylece onların iyileşmesini hızlandırdıklarını ifade etmekte [70]. Chevallier ise bitkinin kanama ve tahrişi önlediğini belirtiyor [71].

Hapıpuk-Barbat

Avakyan bitkiyi tarif ederken açık renkli, boru şeklinde bir çiçeği olduğunu, kapsülünün yuvarlak ve açtığında tohumlarını dışarı fırlattığını söylüyor [72]. Bu betimleme çok zehirli ve ölümcül olan ve köylüler için ağır sonuçları olabilecek Boru Çiçeğini (Datura stramonium) anımsatmakta. Bu nedenle bitkiye “barbat” veya “berbat” ismi verilirdi. Bitkinin İngilizce halk dilindeki karşılığı Jimsonweed & Angelstrumpet [73]. Chevallier’e göre, bu bitkinin aşırı dozu halisülasyonlara neden olur. Önceleri akıl hastalıklarının tedavisi için kullanılırdı. Tropan sınıfına ait kimyasal maddeleri deri tarafından emilir ve eklem ve sinir ağrılarını dindirebilirdi [74]. Avakyan, diş ağrıları söz konusu olduğunda, Vanlıların bu bitkinin tohumlarını bir kağıda sarıp, dumanı ağızlarında tutup, sigara gibi tüttürdüklerini anlatıyor.

Kızıl Süpürge

Bu şifalı bitkinin kimliğini tespit etmek bazı soru işaretleriyle mümkün oldu. Kapikyan, “süpürge” (avel) kelimesine bitki ile alakalı, süpürge yapan 15 kadar kelimenin bileştiğini söyler; mavi süpürge, çalı süpürgesi vs. [74]. Avakyan’ın aktardığına göre, doğum zamanında gebenin ağrılarının hızlanmayıp durması ve ebenin kadının üşüdüğüne ikna olması halinde, gebenin yakınında kızıl süpürge yakılır ve gebe tüten ateşin üzerine çömeltilirdi [76]. Gebe bu ateşte ısınırdı, fakat kasılmaların bu şekilde tekrar balaması mümkün müydü? Uterotropin etkisine sahip süpürge cinsi bitkilerden süpürge otunu da burada hatırlayabiliriz. Süpürge otunun kimyasal bazı karışımları iyileştirici bazı imkanlar vermekte kendisine, bunlardan en önemlisi de rahim kasılmalarını hızlandırmaktır. Rahim kasılmalarının doğumu kolaylaştırdığını ve bebeği dışarıya ittiklerini biliyoruz. Diğer taraftan Kızıl Süpürge olarak bilinen bu bitkinin botanik bilimindeki adı Calluna vulgaris. Chevallier bitkinin tedavi edici farklı özelliklerinden bahseder; idrar organı ve safra kesesi için antiseptik olan bu bitki aynı zamanda bir idrar söktürücü ve safra ve böbrek taşlarının vücutdan atılmasını sağlar. Tüm bunların yanında, rahim kasılmaları sağlayıp sağlamadığı hakkında herhangi bir bilgi yok [77].

Papatya

Latince; Anthemis tinctoria (Golden marguerite)։ Avakyan, diş ağrısı ve diş etlerinin tahriş olması durumunda, yerel halkın çiçek demini kaynattığını ve ağzını buhara tuttuğunu yazar [78]. Giustino Orlando ve diğerleri Anthemis bitkisinin kimyasal ve farmakolojk özelliklerini iyice incilemiştir. Bu çeşit antiseptik, ağrıkesici, tahriş önleyici ve kozmetik amaçlarla kullanılır. Bitkinin başlıca uçucu yağları da şifa verici özelliğe sahip [79].

Uzmanlar bir çok başka faydanın yanı sıra Anthemis bitki çeşitlerinin diş ağrısına da iyi geldiğini söylüyor. Yukarda bahsi geçen demlemeden ortaya çıkan buharın uçucu yağlarla zengin olduğunu, bu yüzden de karşısında ağzı açık duran Arcaklıların diş ağrısını dindirdiğini söyleebiliriz.

Hatmi

Latince Althea officinalis. Avakyan bu bitkinin tıbbi faydalarının üzerinden çok çabuk geçer. Sadece kış aylarında bu bitkinin kurutulmuş çiçekleriyle çay hazırladıklarını ve hastalara içirdiklerini anlatır. Bunun dışında, insanların hatmi kökü suyunu sabun gibi kullanıp kafalarını yıkadıklarını öğreniyouz [80].

Hatminin kimyasal ve şifa verici özellikleri üzerinde çok durmadan, Amirdovlat Amasyalı’nın (1420-1495) diğer hastalıkları iyileştirme özelliği yanında, hatminin uyuz, kellik, kafa derisinin kepeklenmesi vb. sorunlara iyi geldiğini söyler [81].

Sonuç

Haftalık “Van-Dosb” gazetesinin 1913 yılına ait sayılarında Van’da süregelen ciddi sağlık sorunlarına tanıklık ediyoruz. Şehrin Ermeni doktorlarından acana kaçı köyleri ziyaret ediyordu?

Halk hekimliği konusunda olan kaynakların azlığı, Vasburagan bölgesi çapında bu konu ile ilgili kapsayıcı bir manzara çıkarmamıza müsade etmedi. Fakat Osmanlı İmparatorluğu dahilinde Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı dört bölge ile ilgili (Dersim, Urfa, Kayseri ve Harput) bugüne kadar yaptığımız çalışmalar, sağlık açısından bölgeler arasında varolan gelenek benzerliklerine işaret etmekte. Dolayısıyla, Vasburagan sınırları içinde yer alan Arcak sancağındaki halk hekimliği hakkında sunduğumuz bu bilgileri, belli ölçüde tüm Van vilayeti üzerine yayabiliriz.

Yerli halkın göz hekimliği konusunda sergiledikleri uzmanlık, hatta cürret gerçekten dikkat çekici. Köy sakinleri şehir doktorları tarafından terk edilmiş olsalar dahi, ümitsizliğe kapılmadan yerelde tedavi imkanlar yaratabilmişlerdir. 15 kadar hastalığın tedavi yöntemlerini ve 5 bitkisel ilaçların kullanımı konusunu anlatmaya gayret ettik. Yetişkin ve çocuklar için farklı tedavi yöntemlerinin olduğunu dahi gördük. Dil konusunda yaşadığımız zorluklar (Van diyalekti, yazılı kaynaklarda kullanılan Doğu Ermenicesinin halk ağzı) bazen adı geçen bitkilerin veya hastalıkların isimlerini teyid etmemizi zorlaştırdı.

  • [1] Richard G. Hovannisian (Ed.), The Armenian Van/Vaspurakan, R.G. Nazda publishers, Costa Meza, CA, 2000, s. 1.
  • [2] Jasmine Dum-Tragut, “The Armenian manuscript in horse medicine”, Journal of the Society for Armenian Studies, volume 23, 2014, California State University, Fresno, s. 150.
  • [3] Robert H. Hewsen, “Van in this world, paradise in the next, the Historical geography of Van/Vaspurakan”, Richard G. Hovannisian (Ed.), The Armenian Van/Vaspurakan, s. 27.
  • [4] https://www.worldatlas.com/eu/tr/65/where-is-van.html
  • [5] en.wikipedia.org/wiki/Lake_Van
  • [6] Cengiz Alper, A Unique Historical Treasure in Beautiful Eastern Anatolia. Van, Ankara, 1986, s. 49.
  • [7] Ermeni Kısa Ansiklopedisi [Հայկական Համառօտ համայնագիտարան], IV cilt, Yerevan, 2003, s. 572.
  • [8] a.e., s. 574.
  • [9] Yergnakar, «Köylerdeki hastalıklar», Van-Dosb haftalık gazetesi, Hovnanyan matbaası, Van, I. yıl, no: 1, 26 ocak 1913, s. 9. 
  • [10] a.y., s. 10.
  • [11] a.y.
  • [12] Hampartzum Yeramyan, Anıt [Յուշարձան], I. Cilt, Aram Kasbaryan Matbaası, İskenderiye, 1929, ss. 68-71.
  • [13] Muhabir, «Doktora İhtiyaç Var », Van-Dosb haftalık gazetesi, Van, I. yıl, 25 mayıs 1913, no: 18, s. 209.
  • [14] Wikipedia, smallpox vaccine
  • [15] Feza Günnergun, “Diseases in Turkey: A Preliminary Study for the Second Half of the 19th Century”,International Research Centre for Japanese Studies, Ocak 18-22, 2000, ss. 185-86.  
  • [16] Yeramyan, Anıt, ss. 73-74.
  • [17] Serine Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak [Հայ ազգագրութիւն եւ բանահիւսութիւն. Արճակ], VIII. Cilt,  Sovyet Ermenistanı Bilimler Akademisi Yayınları, Yerevan, 1978, s. 10.
  • [18] Vahan Kurkjian, A history of Armenia, AGBU yayınları, New York, 1958, ss. 309-310.
  • [19] James R. Russell, “Grace from Van: A Micro-Historiola”, Journal of the Society for Armenian Studies, Vol. 7 (1994), s. 36.
  • [20] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 88.
  • [21] a.e., s. 90. 
  • [22] a.e., ss. 90-91. 
  • [23] a.e., s. 91.
  • [24] a.y.
  • [25] armenianhouse.org/grigor-narekatsi/tenets.html
  • [26] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 86.
  • [27] a.e., s. 86.
  • [28] a.y.
  • [29] a.e., s. 87. 
  • [30] a.y.
  • [31] a.e., ss. 74-75.
  • [32] a.e., s. 75.
  • [33] Robert S. Porter et al., The Merck Manual of Diagnosis and Therapy, Wiley publisher, edition 2009, ss. 1439-40.
  • [34] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 75.
  • [35] Mohanty M. et al, “Milk Derived Antimicrobial Bioactive Peptides: A Review”, International Journal of Food Properties, Mayıs 2015, ss. 837-846; Michael Zasloff, “Antimicrobial Peptides, Innate Immunity, and the Normally Sterile Urinary Tract”, JASN, Nov. 2007, 18 (11), s. 2816.
  • [36] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 77.
  • [37] a.e., s. 76։
  • [38] a.y.
  • [39] Joseph W. Ditre et al, “Acute Analgesic Effects of Nicotine and Tobacco in Humans: A Meta Analysis”, Pain, 157(7): 1, Mart 2016.
  • [40] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 76.
  • [41] a.e., ss. 76-77.
  • [42] a.e., s. 77.
  • [43] a.e., ss. 77-78.
  • [44] a.e., s. 78.
  • [45] Renée A. Street et al, “Cichorium intybus: Traditional Uses, Phytochemistry, Pharmacology, and Toxicology”, Evid based complement alternative medicine, 2013: 579319.
  • [46] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 77.
  • [47] Porter et al., The Merck Manual of Diagnosis and Therapy, ss.. 1339-40.
  • [48] Andrew Chevallier, “Monograph Psyllium - Paragraph Applications externs”, Encyclopedie des plantes medicinales, Readers Digest, Modus Vivendi, Canada, 2018.
  • [49] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 80.
  • [50] Jyotsana Sharma et al, Pomegranate Phytochemicals: Nutraceutical and Therapeutic Values; National Research Centre on Pomegranate, Solapur, Maharashtra, India, 2010.
  • [51] Adult jaundice; Cleveland clinic.clevelandclinic.org
  • [52] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 78.
  • [53] Porter et al., The Merck Manual of Diagnosis and Therapy, ss. 1218-20.
  • [54] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, ss. 78-79.
  • [55] Trease George E., Evans William C., “Cinchona”, Pharmacognosy, 12th edition, 1983 Bailliere and Tyndall, London, ss. 613-617.
  • [56] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 79.
  • [57] a.y.
  • [58] a.e., ss. 79-80.
  • [59] a.e., s. 80.
  • [60] a.e., s. 80.
  • [61] a.e., s. 81.
  • [62] Joe Schwartz, “Leave the Donkey Milk to the Donkeys”, Office for Science Society, McGill university, Mart 20, 2017.
  • [63] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 81.
  • [64] a.e., s. 82.
  • [65] a.y.
  • [66] David M. Maahs et al, “Epidemiology of Type 1 Diabetes - Incidence and Prevalence of T1D”, Endocrinol Metab Clin North Am, 2011.
  • [67] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 82.
  • [68] a.y.
  • [69] H. S. Harutyunyan, Ortaçağ Ermeni Tıp Kitaplarındaki Şifalı Bitkiler [Միջնադարեան հայկական բժշկարանների դեղաբոյսեր], «Luys», Yerevan, 1990, ss. 62-63.
  • [70] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 82.
  • [71] Chevallier, “Monograph Psyllium…”.
  • [72] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 83.
  • [73] en.wikipedia.org/wiki/Datura
  • [74] Chevallier, “Monograph Psyllium…”, Datura, ss. 200-201.
  • [75] Garabed Kapigyan, Ermeni Bitkiler Dünyası [Հայ բուսաշխարհ], S. Hagopyants Matbaası, Kudüs, 1968, s. 24.
  • [76] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 83.
  • [77] Chevallier, “Monograph Psyllium…”, Genêt à balais, p. 200.
  • [78] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 83.
  • [79] Giustino Orlando et al, “Comprehensive Chemical Profiling and Multidirectional Biological Investigation of Two Wild Anthemis Species (Anthemis tinctoria var. Pallida and A. cretica subsp. tenuiloba): Focus on Neuroprotective Effects”, Molecules, 2019, 24(14), 2582.
  • [80] Avakyan, Ermeni Etnoloji ve Sözlü Edebiyat. Arcak, s. 83.
  • [81] A. Torosyan, Ermenistan’da Şifalı Bitkiler [Հայաստանի դեղաբույսերը], Yerevan, «Hayastan» yayınları, 1983, ss. 261-267.