Sasun - Dini Anâneler

Yazar: Sonya Taşcıyan, 04/10/19 (son değişiklik: 04/10/19 ), Çeviren: Sevan Değirmenciyan

Sasunlular, Ermeni kaynaklarında geleneklerine ileri derecede bağlı olarak tasvir edilir. Aile ve aile gelenekleri çok önemlidir kendileri için. Kaba ve kavgacı olabilecek derecede gururlu, muhafazakar ve geleneklerine düşkündürler. Günlük hayata dair herhangi bir sıkıntı yaşanmadığı sürece herkese karşı yumuşak huyludurlar. Fakat gurur veya onurları yara aldığında, herhangi bir tehlike hissettiklerinde tamamen değişirler; o anda düşünmeksizin bir dostlarını veya düşmanlarını öldürebilirler. Asırlardan beri gelenekleri dağları gibi sarsılmaz. Milli ve sosyal hayatın merkezinde oldukları gibi, aileleri söz konusu olduğunda bencil ve içe kapanıklar. Çalışkan, dağlı, kendi toprak, su, dağ ve geleneklerine bağlı basit insanlardır. Hayat her ne kadar zor da olsa, atalarının topraklarında kalmayı tercih ederler. Düşmanlarla çatışmaya girmek yerine, dağlara sığınmış ve devasa kayaları doğal birer sur gibi kullanıp, onların evlerini onların arasına inşa etmişlerdir. Genel olarak hayvancılıkla geçinirler. Bu; kendilerini ve sürüyü koruma, ail eve sülaleye, dolayısyla kendi ırkından olana sahip çıkma içgüdüsünü de geliştirmiştir. [1]

Açık yürekli ve merhametli, kendi toplumlarına yardımcı olmaya hazırlardır. Ölüm veya doğal afetler sonucunda mağduriyet yaşamış kimselere içlerinden geldiği gibi (herkes kendi imkanı ölçüsünde) yardımcı olur ve kendi varlığından onlara pay çıkarır. Asırlar süresince oluşan bu imece yönteminin adı zubara’dır. Genelde 20’den 150 kişiye kadar insan beraberce ağır bir çalışma yapmak için yanyana gelir; mesela ev inşa etmek, ormandan odun kesmek ve taşımak, su değirmeni için taş taşımak ve inşa etmek, hayvanların yemesi için yaprak toplamak vs.

Zubara, ertesi günü Pazar olmasından ve dinlenme vesilesi olduğu için, Cumartesi günü olur. Zubara sahibi bir kaç gün öncesinde gerekli ölçüde yiyeceği hazır eder; yogurt, peynir, ekmek, et vs. Daha sonra Cuma günü insanlara zubara mekanını söyler. Herkes gerekli araç-gereçle beraber sabah erkenden çalışma alanına gelir. Hep beraber akşama kadar çalışmayı bitirirler. Gisraradirutyun da benzer bir çalışmadır. Malzeme veya insan gücünün eksik kalanını tamamlamak için beraber çalışırlar, sonrasında da sonucunu beraberce paylaşırlar. [2]

Komşuluk ilişkileri çok samimidir. “Benim veya senin” gibi tartışmalar yoktur. Gerekli olan eşyaları bir diğerinin evinden almak çok normal. Çalışırken, adak ziyaretine giderken, mutlu veya hüzünlü olduklarında her beraberler. Toplum içinde de birbirlerine karşı saygılılar; selam verirken sağ ellerini  göğüslerine götürür ve başlarını eğerler. Sasun’da selamlaşırken kucaklaşmak veya tokalaşmak Kabul görmez.

Tartışma ve anlaşmazlıkları, kavgaya, kin eve kan dökmeye vardırmamak için hemen çözmeye gayert ederler. Genelde köyün ileri gelenleri davalara ve barışmalara müdahale eder. Ama eğer buna karşın taraflar küs kalırsa, bayramlardan önce, Kutsal Komünyon almadan evvel, yanyana gelir ve barışırlar.

Misafirperverlik eskilerden gelir. “Tanri misafiri” derler. Sevgi ve saygı içinde misafir eder, özen gösterir ve evin kapısına kadar geçirirler. Yoksullar varlıklı kişilerin kendilerini reddetmeyeceğini bilir ve herhangi bir şeye ihtiyaçları olduğunda çekinmeden onlara başvurur. Herkes ihtiyaç sahiplerine yardım etmek gerektiğini bilir. Özellikle bayramlardan önce muhakkak onlara da pay çıkarmak gerektiğini ve daha sonra aile sofrası etrafına oturmak gerektiğini bilir.

Sasunluların ahlaki disiplini, benzer bir derin yardımlaşma ve merhamet duygusu üzerine kurulmuştur.

1) Dalvorig bölgesinden eski bir resim (Kaynak: EDF arşivi, Watertown, Massachusetts).
2) Ağpi/Akhbi köyü, Sason kazası. Buğday tarlarını tırmığıyla düzleştiren bir köylü (Kaynak: EDF arşivi, Watertown, Massachusetts).

Aile

Geleneksel Sasun ailesi kalabalık olur: 30-40, hatta bazen 60-70 kişi aynı çatı altında yaşar. Aileyi malkho adı verilen ailenin atası ileri yaşlarına kadar yönetir. İleri gelenin ölümünden önce evlatların evden ayrılma gibi bir alışkanlığı yoktur. İhtiyaç olduğunda baba evinin bitişiğine yeni ev inşa edip, beraberce yaşamaya ve çalışmaya devam ederler. Bitişikte bulunan komşular çoğu kez aynı sülalenin üyeleridir. Ailenin ileri geleni çopo, yani büyük babadır. Büyükanne ise çoço olarak geçer. Ailenin diğer üyeleri birbirlerine şöyle hitap eder: bab (baba), mam veya dayo (anne), khalbab (annenin babası), khalmam (anneanne), dığa veya orti (evlat), ağçik (kız evlat), abo (amca), harsig (amcanın eşi), khalo (dayı), khalogınig (dayının eşi), hars (kardeşin eşi), anertzak (kadın eşin erkek kardeşi), balduz (baldız), dekır (kocanın kardeşi), dekargin (elti), tur (torun), toran dığa (torun evladı), toran tur (tornun torunu). Evlatlar eşleri, çocukları, torun ve torunların çocuklarıyla aynı çatı altında yaşar. Çoğu kez aynı evde bir kaç beşik beraberce sallanır. [3]

Yaşlılara karşı derin bir saygı vardır. Ailede sorunlar olduğunda onların fikri önemlidir ve evdeki tüm gelişmelerden haberdar edilirler. Nine dışındaki kadınların söz hakkı yoktur. Gelin ve öz kızlar “evin dış duvarı” olarak adlandırılır. Miras hakarı da yoktur. Sasun’da boşanma olmaz. Dul kalmış kadın yeniden evlenebilir, fakat miraz hakkı veya erkek evladlarını yanında götürme hakkı yoktur. Onlar baba ocağının mirasçılarıdır. Ebeveynler evin ocağı sönmesin diye her daim erkek evladları olsun ister. Erkek evladı olmayan kadınlar adak ziyaretlerine giderler ve erkek doğurduktan sonra da adak adadıkları azizin adını koyarlar çocuklarına. Erkek evladı olmayanlara “Allah bedenini çiçeklendirsin” temennisinde bulunurlar. [4]

Kadınlar genelde ev işleri ile meşguldür, fakat tarla çalışmalarının yoğun olduğu dönemde de erkeklere yardımcı olurlar. Ürünün toplanması gibi bazı çalışmalar kadınlara aitken, ekme, sulama, taşıma vb. işleri sadece erkekler yapar. İnsanların eve kapandığı kış aylarında ise her aile sahip olduğu atölye bölümünde kapkacak yapar, tel ve deri hazırlar vs. Her ailenin sürdüğü bir tarla, büyük baş hayvan sürüsü, bahçesi ve depoları vardır. Toprak sahibi olmayan fakir aileler ise varlıklı ailelerin toprağında çalışır ve günlük kazanç elde ederler.

Kadın ve erkeklerin ayrı-ayrı yemek yemesi adettendir. Yere bağdaş kurup otururlar. Yemek tepsisi ortaya, biraz yüksek bir sehpa üzerine konur. Üzerine ekmek ve yemeğin bulunduğu tencere olur. Her biri kaşığı ile tencereden yemeğini yer [5].

Keçeyi ot balyalarının üzerine serip uyur, yorgan olarak da üzerlerine kilim alırlar. Evliler çocukları ile beraber tek kilim altında, kıvrılıp, yanyana uyur. [6]

Genelde kıyafetlerikadınlar diker ve örer. Evlilikten önce ve sonra kıyafet ve takılar değişir.

Çamaşır yıkamak için yakında bulunan dere veya çeşmelere gider, evde, hamamda veya ahırda banyo olurlar.

Evlilik Öncesi

Sasun’da iki kadının, hamilelik döneminde, farklı cinsiyette çocuklara sahip oldukları takdirde birbirlerine dünürlük sözü vermeleri eski bir âdet. Ve gerçekten de, beklenen farklı cinsiyetteki çocuklar doğduğunda, beşikte nişan yapılır. Bu duruma oruts khazil (beşiğe çentik atma, çizgi çekme) veya oruts nışnil denir. Daha sonra, beklenen gün gelene kadar, samimiyet ilerler, dünürler birbirlerini ziyaret eder, çocukların nişanlı olduklarını tekrarlar [7].

Adak ziyaretleri ve kollektif çalışmalar genç erkek ve kızların birbirlerini görmeleri ve aşık olmaları için iyi birer vesile. Genç kızlar saçlarını örüp aralarına renkli tokalarla süsler ve başlarına çiçekli taçlar geçirirler. Kendi güzelliklerinden utanıp, özellikle genç erkeklerin kendilerini farketmeleriyle kızarırlar. Nişanlanmak isteyen genç erkekler ise “Utangaç kız namusludur” derler. Gençler güç, beceri ve cesaretlerini güreşerek, ok atarak ve zeki şakalarla gösterir. Dikkat çeken gençler ise daha çok avcılık ve atçılıkta uzmanlaşan deli oğlan lardır [8].

Arkadaşlık teklif etmenin özel bir yöntemi var. Aşık genç, çeşme yolunda kızı takip eder ve ayaklarının önüne kırmızı elma yuvarlar veya nar hediye eder. Bir diğer geleneğe göre, düğün sırasında, gelin tarafında olan erkeklerden biri “dünürleri öpme” şakası olarak damat tarafının kızlarının birini öper. Tabii ki kendi beğendiği kızlardan biridir bu. Bu öpücük kız için belirleyicidir. [9]

Aşık kız sevdiceğini gördüğünde, çeşmenin başında durur ve elindeki çiçekleri suyun akışına bırakır. Aşağıda duran oğlan kızın niyetini anlayıp çiçekleri alır ve böylece teklifi kabul ettiğini belirtir. Kurun bir diğer ifadesi de oğlanın kıza ait olan su testisini kırmasıdır. Bu aşk tanrıçasına yapılan kurban töreninden kalma bir gelenek [10].

Gençlerin azizler vasıtasıyla kahinlik yapmaları da yaygın bir gelenek. Özellikle Aziz Sarkis yortusunda pokhindz adı verilen bir tür çörekten bir parçayı gençler çatıya koyar ve bir kuşun gelip gagalamasını bekler. Müstakbel eşleri kuşun uçtuğu tarafyan geleceğine inanırlar [11].

1)Şenig [Alaniçi] ve Geligüzan’ın önde gelen Ermeni köylüleri. 
2) Geligüzan’dan bir Ermeni aile.
(Kaynak: Raymond H. Kévorkian, Paul B. Paboudjian,
Les Arméniens dans l’Empire Ottoman à la veille du génocide, Paris, 1992)

Birbirlerine aşık olan oğlan ve kız sırlarını ilk olarak annelerine açar. Eğer ebeveynlerin bir itirazı yoksa gençlerin seçimini destekler. Genelde ebeveynler gençlerin seçimi uygun görmez, dolayısıyla gençler büyüklerin isteğine boyun eğer ve hayallerini sona erdirir. Fakat itiraz edip, kaçanlar ve evlenip bir başka köye sığınanlar da olur. Daha sonra ebeveynlerle müzakere edip af dilerler. Genelde büyük bir patırtıdan sonra ebeveynler evladlarını affeder ve eve davet ederler. Affetmedikleri ve onların varlığını reddettikleri de olur. Kaybolmuş anlamında gorug-molorug derler onlara. Bazen bu kaçışlar trajik bir sonla bitebilir. Baba ve kardeşler asi gençleri kovalar ve onları ölümle cezalandırır [12]. Her halükarda, kız kaçırma eski zamanlardan kalma bir evlilik ritüelidir. Sasunlu Davut’ta yer alan kız kaçırma sahneleri bunun kanıtı [13].

Genelde kızlar için evlilik yaşı 13-15, erkekler için ise 16-18. 20 yaşını geçkin kız “evde kalmış” olarak nitelenir ve dul bir erkekle evlenmeye mecbur kalır. Ya da çocuğu olmayan bir kadının eşinin ikinci eşi olur. Yazılmamış bir kanuna gore, çocuğu olmayan kadının eşinin ikinci bir eşle evlenmesi toplum tarafından kabul görmekteydi. İlk eş ise ev hanımı olarak kalır, çocuklara analık eder, misafir ağarlar, yemek yapar vs. [14]

Eş seçiminin “7 göbek” ötedeki kişilerden yapılması gerekir, fakat akraba arası evliliğe de rastlanır. Khalan, yani başlık parası geleneği de var. Yoksul erkekler bazen bu nedenle kız kaçırır. Bazen kızın çeyizi başlık parasından fazla olur. Bu durumlarda pazarlık eder ve bir orta yol bulurlar. Yani, başlık parası eskilerden gelen sembolik bir gelenek.

Geleneğe göre, gelin adayını oğlanın anne babası seçer ve teklifi onlar yapar. Fakat kız annesinin de damat seçtiği olur. Oğlana olup hayranlığını dillendirmesi ve kızını gelin olarak vermeyi teklif etmesine kötü gözle bakılmaz [15].

Gelin evinde erkek çocuk olmaması durumunda, veya eğer damat yetim veya yabancı ise, ender de olsa iç güveysi alınır.

Evlilik ritüeli bir kaç aşaması var: Söz, nişan, khalangdur yani başlık parası verme, gıtkhan-khılğat yani gelinlik kumaş ve hediyeleri verme töreni, düğün, kilise düğünü, gerdek [16].

Söz veya Sözalma

Kız görme ritüeli dikkat çekmemesi için belli bir gizlilik içinde yapılır. Kız isteme anlamına gelen uzıngan adı verilir. Genelde aileler dışında kimsenin haberi olmaz, basit bir ziyaretmiş gibi, gizli olarak yapılır. Ev sahipleri uygun bir misafirperverlik sergiler, bu sırada misafirler (erkek tarafı veya aracı kişi) konuyu açıp kızı ister. Kız tarafı farklı gerekçelerle (kız henüz ufak, bu yıl kurak geçti, ailede ölüm var, gurbette olan var, bekliyoruz vb.), redettmemek, fakat erkeğin ailesini araştırmak için zaman kazanmak için, kararı erteler. Son karar verildikten sonra söz kesmek için tekrar bir araya gelinir [17].

Başarısız olduğu takdirde tarafların saygınlığını yitirmemesi adına söz de gizli yapılır. Söz; aslında iki aile arasında dünürlük bağı kurma yönünde yapılan bir sohbet, öncül bir antlaşma. Nihayi uzlaşıdan sonra misafirler maddi bir hediye koyarlar masaya, bu da sözün bir işareti olur. Ritüel sona erdiğinde “sözü gizli tutma” yönünde birbirlerine söz verirler. Bundan sonra kız ve oğlan birbirlerini görmekten imtina eder, özellikle kız çevrede görünmemeye dikkat eder [18].

Nişan

Nişan bazı çevrelerde ekmek kesmek (hatsgıdrel) veya yarım nikah (gesbısag) anlamına gelen Ermenice kelimelerle ifade edilir. Yeni dünürler arasında tanışma ve samimiyeti geliştirme vesilesidir bu. Evlilik ritüelinin en belirleyici evresi olduğundan, anne-baba haricinde bazı akrabalar da törene katılır. Köy muhtarı ve papaz da hazır bulunur. Nişanı verecek olanlar oğlan evinden çıkmadan, “tilki” adı verilen haberciyi, bir koyun, yağ testisi, bir çuval bulgur, meyve ve tatlı ile kız evine gönderirler. Tilki görevini yerine getiren aracı bu görevini ustalıkla ve gizlice yapmalı ve nişanlının evine ulaşabilmeli, aksi takdirde mahallenin çocukları ve delileri öğrenir, büyük gürültü çıkarıp, farklı şakalarla kendisine eziyet eder. Tilki kızın evine vardığında dünürlerin geleceğini haber verir.

Nişan verecek olanlar bayramlık kıyafetler giyinip ve hediyelerle yüklenmiş bir halde yola çıkarlar. Kızın ailesi ve akrabaları kapıda karşılar onları. Damat adayı, kirve ile beraber kapı önünde durup davet bekler. Kızın dayısı kendisine tatlı ikram edip içeri davet eder, fakat o içeri girmeye imtina eder ve kayınpederin bir hediye sözü vermesini bekler. Daha sonra içeriye girip kayınpederinin elini öper, kayınpeder de onun alnını. Damat adayı tüm ziyaret boyunca saygı nişanesi olarak ayakta durur [19].

Misafirler ocağın çevresine serili kilim ve yastıklara konumlarına göre oturur. Kadın ve erkekler ayrı ayrı odalardadır. Genel konular hakkında muhabbet edilir, ta ki nişan takmak için gelenler arasından yaşlıca biri kızın babasına “Ocağınızdan evimize bir ateş götürmeye geldik” diyene dek. Bu ifade eskiye dayanır. Kadın evin ocağının yanına oturup ateşi harlamak zorundaydı. Baba, eşine dönüp, “Hanım, kızımıza sen süt verdin, nedir fikrin?” diye sorar. Anne heyecanlı bir halde cevap verir: “Bey, senin ve gelen saygın kişilerin dediği olsun”. O zaman baba soru sorana kişiye şöyle der: “Hoş geldiniz, Allah bizi utandırmasın, olur”.

Kapıda veya damda bulunan “casus”lar damadın evien doğru koşup “gözünüz aydın olsun” demek için birbirleriye yarışırlar, sürekli “oldu, oldu, müjdemi isterim” diye tekrarlarlar [20].

Dünürler kızı içeri davet eder ve kendisi için getirdikleri değerli hediyeleri (altın küpe, yüzük, kolye. Duruma göre, bazen hepsi, bazen bunlardan biri…) ortaya çıkarırlar. Papaz onları takdis eder ve kutlar. Orada bulunanların temennisi şudur: “Tanrı kutsasın”. Daha sonra yaşlı bir kadın hediyeleri kızın üzerine takar. İkramlar başlar. O sırada kuzu kebap ve yemekler hazırlanır, şarap getirilir ve sofra kurulur. Nişan töreni sabaha kadar sürer [21].

Başlık Parası

Khalan adı verilen başlık parasını teslim etme ritüeline gıtkha (hediye) adı verilir. Fakat aslında bu bir başlık parası değil, gelinin ailesine ceyizi hazırlaması için yapılan bir yardımdır. Verilen rakam ailenin maddi imkanlarına göre 1 ile 20 altın arasında değişir. Bazen tartışma konusu olabilir, fakat hep bir orta yol bulunur [22].

Khılğat

Nişan töreni sonrası gelin-görme geleneği yaygındır. Hediye ve tatlılarla gelin adayını görmeye ve kendisi ile tanışmaya gidilir. Hediyeler, genelde dünürlerin gelin çeyizi hazırlamak için gerekli şeyler. Çeyiz için önlerinde düğüne kadar uzunca bir zaman var. Genelde erkek tarafı düğün hazırlıklarında geline yardımcı olur. Kendisine gelinlik ve çeyiz için gerekli kumaşları verir. Düğüne dair bu hediyelerin verilmesine khılğat adı verilir. Bu hediyeler farklı vesilelerle ve bayram ziyaretleri sırasında teslim edilir. Erkek tarafı, kaynana önderliğinde, herkesin pay ve bohçalarla dünürleri ziyarete gider. Bohçalarda mevsimlik meyveler, ceviz, helva, çörek, küp şeker, leblebi, hurma, pestil, aynı zamanda takı, kırmızı yazma, mendil vs. vardır.

Özellikle yortularda gelini kiliseye götürmek de adetten. Hamama sıra geldiğinde ise, müstakbel görümce kendi yaşıt kızlarla beraber gelin adayını hamama götürür [23].

Daha sonra kızın akrabalarına gelinliğin dikimi sirasından önerilerde bulunurlar. Elişi ve dikim işlerini nişanlı kızın yapması becerilerini göstermsi açısından tercih ve takdir edilir. Gelinlik değerli kumaşlardan hazırlanır. Düğün yaklaştığında, düğünde giyilmek üzere kırmızı ayakkabı, duvak vs. hediye etmek için de vesile yaratılır.

Tüm bu esnada damat adayının herhangi bir vesile ile kız evine gitmesine müsaade yoktur. Görüşmeler ve buluşmalar kız için yasaktır ve ayıplanır. Fakat becerikli oğlanlar, adak ziyaretlerinde meydana gelen genel kargaşa sırasında sevdikleri ile gizlice görüşmeye vesile bulurlar [24].

Düğün

Sasun’da düğünler genelde tarla çalışmaları bittikten sonra yapılır, yani sonbahar sonundan Şubatta yapılan Karnaval’a kadar olan dönemde. Düğün tarihine beraberce karar verirler, fakat düğünden bir kaç gün önce gelinin evine tekrar gizlice bir “tilki” gönderilir ve hediyeler eşliğinde düğün tarihi resmen bildirilir. Daha sonra khonti denilen saygın konukların ve katılımcıların bir listesini hazırlarlar. Davetlilerin ilk isimleri köyün önde gelenleri. Zurnacı ve şarkıcı, gelin evinde ağlayacak olan kadınlar, güreşçiler, iyi koşucular, damatı esir alma muharebesini sahnelemek üzere süvariler de çağrılır. Bu tüm düğünlerde yapılan bir ritüeldir aslında. Geline eşlik eden nedimeler de vardır ve bunlar gerdek gecesine kadar gelinden ayrılmaz. Azapçari adı verilen damadın arkadaşları ise düğün boyunca damatla olur. Özel konukları davet etmek için özel pastalar, koyun veya tavuk etinden lokmalar, rakı ve şarap hazırlanır. Daha sonra davet eden kişi onları alıp dağıtır ve davet eder [25].

Cuma bir ön hazırlık gecesi ve adı da azapçari gecesi. Cemaatin gençleri eğlenmek için yanyana gelir [26].

1) Gelin ve damat, başlarında düğünde takılan taç ve tak ile
2) Sasun Ağpik köyünden Ermeni bir aile
(Kaynak: Vartan Bedoyan, Sasun, «Nakhapem» Yayınevi, Yerevan, 2016)

Düğün günü tüm davetlilker ve akrabalar, güzel ve törensel giyinmiş bir halde, gün batmadan damatın evinde toplanırlar, beraber yemek yer ve sonra gelin evine doğru yola çıkarlar. Yolda müzik, dans ve şarkı olmaz, sadece sohbet eder ve törensel bir ağırlık içinde yürürler. Kebep için gerekli et, bulgur, yağ, tatlılar ve meyveler de yanlarındadır. Gelin evinde sıra ile otururlar. Getirilen koyunlar kesilip, rakı ve şarap eşliğinde sunulan düğün yemekleri hazırlanana kadar hafif bir ikram olur. İlk ziyafetten sonra, müzik ve dans, eğlence başlar. Sabaha kadar süren bu eğlenceden sonra gelin ve damadı giyindirme ritüeli başlar.

Gelin ve damadı yıkayıp giydirmek Sasun düğün ritüelinde özel bir yere sahip. Düğüne katılanlar gelini eve yolculatıktan sonra, damat evinde damadı yıkama ve giydirme töreni başlar. Daha sonra bir kaç genç, düğün gecesine kadar, koruma misali damadın yanında kalır. Bunların adı azapçari’dir. Kral adı verilen damat ve bir azapçari leğene oturtulur. Onları yıkarlar. Fakat azapçari ye biraz daha fazla eziyet edip, sıcak su veya kar ve buz atarlar üzerine. Azapçari devamlı bağırır ve kral odaklanmış olan “kötü cin”lerin dikkatini üzerine yoğunlaştırır. Yıkayıp, kurulayıp ve iç çamaşırlarını giydirdikten sonra, evin merkezine götürüp, oturturlar ve giyindirmeye başlarlar. Azapçari lerden biri kral-damadın kıyafetlerini bir tepsi üzerinde içeri getirir. Diğerleri bir bir alıp, her biri için özel şarkı söyleyip damadı giydirirler, orada bulunan insanlar ise “Tanrı kutlu kılsın” derler. Omuzundan beline kadar inen kırmızı ve yeşil bir bant konur. Taçı koymadan evvel, palyaço-berber damadın yanına gelir ve traş etmeye başlar. Bu sırada şakadan da olsa bazı engeller çıkartırlar, ki ordada bulunanlar kendilerine hediyeler (tatlı, meyve, para) versin. Bu sırada söyledikleri özel bir şarkı da var. 

Av kuşu ve vahşi hayvan isimleri sayıp, aynısını evde de tekrar ederler. Daha sonra, takıların sonuncusu taç giyinme törenidir. Taç, etrafı siyah yazmalı bir şapkadır. Şapkanın içerisine, kötülükleri kovması için ahşap bir haç koyarlar, etrafında rengarenk (kırmızı, yeşil, beyaz) tüy ve teller vardır.

Öncesinde orada bulunan tüm katılımcılar hayat ağacını da hazırlayacaklar. Bu ritüele urk khımlel denir. Urk 2 metre boyunda bir sopa, üzerinde de eşit aralıklarla, 3’lü sıralar halinde, her birinde 4 tane olmak üzere, eşit açılarla dizilmiş 12 adet küçük çubuk var. Hayat ağacına bolca taze ve kurutulmuş meyveler, çörekler ve fındık-fıstık asılır. Çöreğin üzerine kırmızı yumurta koyarlar. Yani, hayat ağacına evin ürün ve nimetlerini asarlar. Bunun törensel bir anlamı var ve “muharebenin” hedefl olacak [27].

Damat evinin geniş odasında, konuklar yanyana oturur, odanın merkezinde bulunan tahtta ise damat-kral, yanında kirvesi, solunda azapçariler oturur. “Kralın huzuruna çıkma” töreni başlar. Misafir kadınlar, aydınlatılmış tepsiler üzerinde farklı yemekler getirir: çörekler, kuru ve taze yemişler, kaymak ve tereyağı, bal ve yoğurt vs. Azapçariler yemekleri alır ve onları ve getireni över. Tepsiyi getiren kişi damadı öpmek için yaklaşır. Sabaha kadar eğlence, ziyafet, mutluluk, dans ve müzik, şakalar devam eder. Daha sonra düğüne katılanlar gelecek ve hayat ağacını ele geçirmek için mücadele başlayacağından, azapçarilerin başı olan kişi önderliğinde nasıl savunma yapmak gerektiğine dair bir strateji belirlenir.

Geline dair törende ise, henüz gelin getirme töreninin öncesinde, gelinin annesi, gelinin “baş yıkama” töreninin nerede yapılacağına karar vermiş olur. Bu saygın ve talep edilen bir ritüeldir. Yapılan tercih nedeniyle, tercih edişen ev sahibesi geline özel hediyeler verir. Gelini ertesi günü yıkarlar, fakat gelinliği ilk ziyafet sonrasında, sabah olduğunda, baba ocağında giydirler. Gelinlik törenine herhangi bir davet beklemeksizin tüm köy ahalisi katılabilir. Giydirme töreni sırasında her bir kıyafeti takdis edip, mutluluk veren, ama aynı zamanda katılanların gözünden yaş getiren şarkılar söylenir. Ziyafet ve şenlik sabaha kadar sürer [28]. Sabah damadın babası (veya temsilcisi) gelinin anne babasından gelini alıp götürmek için müsaade ister. Anneye şöyle der: “Dünür, kızın emdiği süt helal midir?” Anne üzgün bir şekilde cevap verir: “Helal olsun, dünür, helal olsun”. Daha sonra baba dünürün avucuna hediye olarak bir altın koyar. Gelin kız arkadaşları ve nedimeler eşliğinde, düğüne katılanlarla beraber baba ocağından dışarı çıkar. Gelini süslü bir ata bindirirler. Etrafında atlı veya yaya davetliler çevreler gelini, mücadeleye hazıdırlar. Düğünü yöneten kişi takım arkadaşlarıyla saldırı planını hazırlamıştır bile. O askerleri meçhul yollardan damat evinin çatısına yaklaşmaları ve damat ve hayat ağacını esir almaları için yollamıştır bile.

Damat çoktan kirvesi ve hayat ağacını elinde tutan azapçarilerle “kale” evin damına çıkmıştır. Damadı ve hayat ağacını savunmak amacıyla damın kenarlarına diğer azapçariler dizilmiş. Sokağın başına kadar ordu hazır ve nazır gelin alayını beklemektedir.

Damat evine yaklaştıklarında, düğünü yöneten kişi saldırı emrini verir. Muharebe kılıç ve kalkanla, sopa ve bastonla başlar. Bazıları yumrukla, bazıları göğüs göğüse çarpışır, atlılar kaleye doğru hamle yapar. Muharebe hayat ağacını ele geçirene kadar devam eder, fakat çoğu kez başarılı olamazlar. Hayat ağacı için verilen bu mücadele anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişin bir kalıntısıdır.

Tüm bu curcuma içinde gelin ve heyeti dokunulmazdır. Onlar damat evine rahatça ulaşır. Evin eşiğinde gelinin başından aşağıya metal para, kuru incir ve üzüm, ceviz ve fistic atılır. Daha sonra kaynanası veya yaşlı bir kadın geline kötülükleri kovalaması amacıyla, evin eşiğine vurup kırması için nar veya kilden bir tabak verir. Eve girip nedimelerle çevrelenmiş gelini kendisine tahsis edilen köşeye götürürler. Kadınlar tanışmak için yanına gelir. İki taraf davetlileri artık barışmıştır, eve girip, yerlerine otururlar. En son damat heyeti ile beraber içeri girer ve yerine oturur. “Kralın huzuruna çıkma” töreni tekrarlanır. O sırada şarkıcılar şarkı söyleme şeklinde damat tarafından nedimelere ve dünürlere verilecek hediyeleri sıralar [29].

Tarafların durumuna göre, düğün genelde 3-7 gün surer. Daha sonra dini ayin için kortejle kiliseye giderler. Yolda kirve kılıç elde gelin ve damada gururla mihmandarlık eder. Hayat ağacını taşıyan azapçari yanından yürümektedir. Rahip ve muganni kilise girişinde gelin alayını karşılar. Gelin ve damat günahlarını itiraf eder, daha sonra davetlilerin kendilerini bekledikleri kiliseye girer. Mihrap önünde gelin ve damadın başları birbirlerine değip, onlar ele tutuştuklarında, kirve haçı onların üzerine tutar. Daha sonra kafalarını uzaklaştırdıklarında, muganni kirvenin elinden kılıcı alıp onların elinin arasından geçirir ve birbirine bağlı elleri ayırır. O esnada papaz ve kirve kırmızı (damadın erkekliğini simgeler) ve beyaz (gelinin bakireliğini simgeler) teller bağlayıp, gelin ve damadın başı etrafından onların birliğini tasdik eden bir taç oluşturur. Düğün ayini hayat ağacını kırarak sona erir. Rahip hayat ağacının üzerine konulan yumurtayı çıkarıp, masanın üzerine koyar ve şöyle der: “Kanun yerini buldu”. Ve hayat ağacını adil bir şekilde herkese dağıtır. Ayinden sonra rahip damadın evine gider [30].

Gelin alayı sevinçli ezgiler, şarkı ve dansla damat evine varır. Kaynana gelin ev damadı kapıda karşılar, onların omuzuna ekmek koyup, gelini öper ve içeri alır. Gelin sağ ayağı ile kapının eşiğine ağzı aşağıya gelecek şekilde konmuş pirinç kazanın üzerine basıp, içeri girer. Daha sonra omuzuna konan ekmekleri çıkarır, onları odanın yüksek bir köşesine atar, ki evde ekmek bereketli olsun. Davetlilerden biri gelinin babasının evinden “çaldığı” bir kabı koynundan çıkarıp, duvara vurup kırar, ki gelinin bazı kötü özellikleri damat evine girmesin [31]. Yeniden ziyafet, zengin sofralar, dilekler. Ziyafet sonrasında, damat ve azapçariler kendi masalarına konmuş tabakları kırar, damadı alıp evlerine giderler. Damat ve azapçariler 7 gün boyunca eğlenceye farklı evlerde devam eder. O sırasa gelin nedimelerle beraber damat evinde kalıp, yeni ortama ve yeni hayat şartlarına alışmaya çalışır.

Garabedian/Sassouni/Matoian/Antoyan ailesine ait Sasun’da kullanılan geleneksel ayakkabılar. Şimdilerde Fresno, California’da muhafaza edilmekte.

Mezkekhil (Gerdek Gecesi)

Yeni evlilierin gerdek gecesine mezkekhil adı verilir. Damat 7. gün heyeti ile beraber eve döner. Annesi oğlunu karşılar ve alnını öperek onu eve davet eder. Sofra hazırdır. Bu son ziyafet. Azapçariler iyi dileklerini sunup evden ayrılır ve damat teşekkür ederek onları yolcular. Konuklar hediyelerini geline sunduktan sonra evden ayrılır. Gelin herkesin elini öperek teşekkür eder ve tevazu gösterir. Kaynana erkeğin takını kafasından çıkararak, onları gerdek yatağının üzeine koyar. En yaşlı nedime geline şu tavsiyede bulunur: “Başını önce Tanrı’ya, sonra erkeğinin önünde eğ”. Daha sonra damatı geline yaklaştırır ve “bir yastıkta kocayın” temennisinde bulunduktan sonra kapıyı kapatır.

Haberi müjdelemek ve kötülükleri korkutmak için dışarda havaya ateş açılır [33].

Ertesi sabah onların odasına ilk giren nedime olur ve çarşafı toplayıp üzerindeki lekeyi kaynanaya gösterir. Bu vesile ile bir hediye alır ve gelinin erkek kardeşi ile gözün aydın demek için gelinin anne babasının evine giderler [34].

Bir hafta sonra gelinin annesi kızına banyo yapmak için dünürlerin evine gider. Bu ziyaretin adı kılukhlıvanek, yani baş yıkamadır. Çeyiz de bu vesile ile götürülür. Dolayısıyla, günler öncesinden anne tanıdık ve akraba olan kadınlara davetiye olarak üzerine helva konmuş bir çörek gönderir, kirveye ise pişmiş tavuk ve şeker gönderilir. Kadınlar çeyiz teslim törenine katılır. Hediyeler birer birer sergilenir. Kirve de hediyeleri göndermiş olur. Misafir kadınlar da hediyelerini sunar. Damadın annesi de uygun hediyelerle misafirleri yolcular. [35]

Çeyizi genellikle sandıklar içinde verirler. Maddi durumuna gore zengin veya orta dereceli bir çeyiz olabilir, fakat yatak takımı (çarşaf, yorgan kılıfı, yastık yüzü), çocuk beşiği ve gereçleri olmazsa olmazlardır. Maddi duruma göre 12’şer tane gömlek, çorap, don, hırka, önlük, kalın ve ince yazma, mintan, peçe, havlu vs. da çeyizde yer alır. Bir takım da iş gömleği, bir kaç içlik ve çerkes ceketi de hazırlanmalı. 2’şer ayakkabı, tahta pabucu ve pabuç, işlemeli mendiller, havlu, sabun, ayna, hasır, dikiş takımları da çeyizde yer bulmalı. Takı olarak da 1 gümüş kemer (duruma gore altın kaplama da olabilir), altın kaplama tarak, 1 şerit altın vs. Yoksulların çeyizi camdan veya kemikten olur [36].

Gelinin yüz peçesi bir ay kalır, yani baba evinden büyük hazırlıklar yaparak gelip de yeni gelini baba ocağına geri götürene kadar. Eve getirenin gelinin kardeşi veya amcası olması adetdendir. Bu vesile ona da bir hediye verilir; genelde beyaz saplı bir hançer. Gelini baba ocağına yolcularken beraberinde yolluk ve dünürler için hediyeler (paru) verilir. Baba ocağına girdikten sonra peçeyi yüzünden çıkarırlar. Komşular, ahbaplar, akrabalar gelini görmeye ve halini sormaya gelir. Orada 15-20 gün kalır. Damat evinden törenle gelip kendisini götürürler. Dönüş yolu için de yanlarına kendileri ve gelip geçenlere vermek üzere yolluk yemek alırlar [37].

Gerdek gününden baba evine gidip gelene kadar gelinin ağır ev işlerini yapmasına müsaade edilmez. Fakat gerdek odasından çıktıktan sonra çalışkanlık ve alçak gönüllülüğünü göstermesi için evi süpürmeye başlar. Baba ocağından döndükten sonra ise kadınların yaptıkları çalışmalara kendisi de katılmaya başlar. Gelenek olduğu üzere, Sasunlu gelin konuşmaz. Bir kaç ay sonra, sadece yalnız kaldıkları zamanlarda kocası ile konuşmaya başlar. Başlarda evin küçükleri, daha sonra diğer üyeleri ile konuşur. Kaynanası ile konuşmaya ilk çocuğu doğurduktan sonra başlar, kayınpederi ile ise hiç konuşmaz.

Düğünden sonra damat uzun bir sure kaynanasını ziyaret etmez. Damatın onuruna verilen bir ziyafet vesilesi ile gerçekleşen ilk ziyarete damat hediyelerle teşrif eder. Gelinin ailesinin fertleri de damadı bir kaç gün kendi evlerinden misafir edip, ona değerli bir kıyafet hediye edip yolcular [38].

14 Şubat’da kutlanan ilk Diarıntaraç yortusunda yeni evliler kiliseye gidip, kutsal ateşin bereketli özelliklerini kuşanmak niyeti ile 7 kere ateşin çevresinden döner. [39]

Doğum

Düğünden sonra yeni gelin 40 gün boyunca doğum yapmış birisinin evini ziyaret etmez. Cinlerle karşılaşıp kendi hamileliğini engelleyeceklerinden endişe duyar.

Genelde Çarşamba, Cuma ve Pazar günleri çiftler cinsel ilişki kurmaz. Sasunluların asırlardır uyguladıkları Ermeni Kilise kurallarına göre bu günah sayılır. [40]

Kısırlık toplum tarafından genelde yadırganır. Dolayısıyla gebelik geciktiğinde, çift çocukları olmamasını gizler ve farklı yöntemlere başvurur: Hocaları ziyaret eder, muska yazdırır, Muş’taki S. Garabed Manastırı’na, Marut Dağı Keşiş manastırına adak ziyaretine giderler. Kadınlar Intskar köyünde bulunan “Dzag kar”a gidip delik taşın içinden geçer vs. Eskilerden gelen ilginç bir ritüel var: Çift 7 çeşmeden su getirir, gece ısıtır, ocağın karşısında, bir leğene sırt sırta çıplak oturur, birbirlerine dönüşümlü olarak su döker ve böylece kısırlığa neden olan “bağlı” durumdan kurtulduklarına inanırlardı [41].

Kadının kısırlığı veya erkeğin iktidarsızlığı nedeniyle de olsa boşanma müsaade edilmez. Kadın Sasunlu erkek ve ailenin namusu ve çoşkusudur, “kadının sözü yere düşmez”. Çiftler derin bir saygı ve sevgi ile bağlanır birbirine ve hayatın zorluklarından kendilerine düşen payı beraberce omuzlar.

Hamile kadının suya gitmesine, akan suyun üzerinden geçmesine, karanlık odaya girmesine veya gece sokağa çıkmasına müsade edilmez. Cinlerin kendisini çarpacağından endişe edilir. Kürtaj hakkında fikirleri yoktu. Herhangi bir şekilde meydana gelen düşükten kadın sorumlu görülür, büyük bir suç ve günahtır.

Doğmamış çocuğun cinsiyetini belirlemek için bir çok yol vardı. Küçük bir hamur topunu ateşe koyarlar. Eğer hamur şişip de çatlamasa, çocuk oğlan, çatladığı takdirde de kız olacaktır. Ses çıkarıp çatladığında kuvvetli bir oğlan doğacak demektir. Hamile kadın haşlanmış bir nohut tanesini alıp parmaklarıyla sıkar. Eğer tane yarılmadan veya ufalanmadan dışarı fırlarsa çocuk oğlan, aksi takdirde kız olacaktır [42].

Çocuğun anne karnında oynadığını ilk hissettiklerini an annesi ne görmüşse çocuğun da ona benzeyeceğine inanırlardı. Dolayısıyla gelini çirkin ve ucube şeylere bakmaması yönünde telkin ederlerdi. [43]

Doğum anında zorluklar olmaması veya kolay bir doğum yapabilmesi için hamile kadının beline ince bir zincirle makas bağlarlar. Böylece cinlerin kaçacağına inanırlardı. Elbisesinin altına İsa’nın Kudüs’e giriş yortusu olan Dzağgazart günü yakılan bir mumun kalıntısıyla (pasımpol) hazırlanan bir taç koyarlar. Kudüs, Eçmiadzin ve Muş S. Garabed manastırından getirilen 7 düğümlü bir ip bağlarlar beline.

Doğum geçiktiğinde sabanı evden çıkarır ve eşikte parçalara ayırırlar ki “ürün” annesinden ayrılsın. Kilise (yahut evin) kapısını üç kere açıp kapatırlar, ki doğum için kapı açılsın. Doğumdan önce koca sırtıyla eşine değdiğinde onu güçlendirdiğine ve eşinin kendisine dayanmasına müsaade ettiğine inanırlar. Burada bir başka amaç da var fakat: Cinlerin dikkatini ağrıların daha hafif olması için doğumdan başka yerlere yönlendirmek [44].

Doğum sancıları başladığında iki kadın hamile kadının koluna girer, çocuğun kolay doğması için onunla evde yürürler. Doğum genelde diz çökmüş şekilde olur. Tecrübeli bir ebe doğuran kadının yanındadır. Çocuk doğduğunda , göbek bağını kestikten sonra, yıkarlar, vücuduna tuz serperler, daha sonra kunağa sarıp annesinin yastığının yanına yatırırlar. Plasenta üzerine bir iğne soktuktan sonra kimsenin ayak basmadığı bir yere gömerler.

Anne sütünü göz ağrısı çekmemesi için yeni doğmuş bebeğin gözüne akıtır. Genelde doğuran kadına gücünü toparlaması ve sütünün bol olması için eritilmiş yağ ve bal, sahanda yumurta, helva, bakla vs. yedirirler. Doğum müjdesini, bahşiş alabilme ümidiyle, avluda oynayan çocuklar babaya verir. Doğan çocuk erkekse alacakları bahşiş de büyük olacaktır haliyle. Baba bebeğin kırkı çıkana kadar anneye ve bebeğe yaklaşmaz. Fakat komşu ve akraba kadınlar gözün aydına gelir, yeni doğmuş bebek için elbiselik kumaş, annesi için de çörek, pişmiş tavuk, helva ve şeker getirir. [45]

Tüm bu 40 gün süresince yeni doğum yapmış kadının başına ve beline bir şal bağlanır. Beline kem gözlerden koruduklarına inandıkları bir makas da bağlanır. Aynı amaçla yastık altına bir hançer koyulur. Evde Kitab-ı Mukaddes veya Nareg dua kitabı varsa, onu da yastık altına koyarlar. Aynı şekilde, yeni doğmuş bebeğin yıkanma küvetine metal bir eşya koyarlar. Bebeği sudan çıkardıklarında, suya tükürler ve şöyle derler: “Kötü gitsin, iyilik gelsin”.

Vaftiz töreninden sonra ancak anne ve evladı temiz ve helal sayılır, dolayısıyla bir hafta içinde bebeği evde yahut kilisede vaftiz etmeye gayret ederler. 

Kızıl Paskalya’da doğan çocuk Sasun’da özel bir vakaadır. “Pecırar” yani kahin olarak görülür. Bu nedenle kurban keserler. Kurban edilen koyunun sırt kemiğini alıp bir delik açarlar, daha sonra bunu yeni doğum yapmış anneye verirler. O da bu kemiği memesinden geçirip bu şekilde bebeğini 7 gün boyunca besler. Daha sonra bu kemiği tarlaya götürürler ve öyle bir şekilde gömerler ki içinden buğday yeşerir. Buğdaylar büyüdükten sonra, özenli bir şekilde toplar, özel olarak una dönüştürür ve anne sütünden sonra aldığı ilk besin olarak bebeğe yedirirler. Bu bebeğin büyüyüp kahin olacağına inanırlar [46].

Vaftiz ve Kırk

Gelenek olduğu üzere, Sasunlular yeni doğan bebeği 7 gün içinde vaftiz eder. Genelde vaftiz babası geniş aileden biri olur ve bu vazife ailede, nesilden nesile aktarılır. Bu kişi ailenin en saygın ve aileye en yakını sayılır. Bir saygı ve hürmet işareti olarak bebeğin annesi asla onla konuşmaz, sadece ölüm döşeğinde kendini ifade edebilir. Vaftize davet etmek ve bayram günleri vesilesiyle anne vaftiz babasına hediyelerle dolu bir valiz gönderir. İçinde şapka, mendil, nakışlı çorap, çörek, içki vs. vardır. Vaftiz babası da anneye ve bebeğe hediyeler gönderir. Vaftiz babası ve çocuğun annesinin ilişkileri eski zamanlara dayanır. Sasun ağzında Samanyolu “annenin samanı” olarak geçer. Anlatıya gore, bebeğin annesi vaftiz babasının samanlarını çalarken eve gitmek için acele eder, rüzgar samanı gökyüzüne dağıtır ve böylece annenin samanı meydana gelir [47].

Vaftiz töreni sırasında yeni doğan çocuk vatiz babasının kucağındadır. Papaz çocuğu vaftiz kurnasında vaftiz ederken, vaftiz babası onun adını koyar. Vaftizden sonra yeni bir kundağa sarılır, daha sonra papaz onun bedenini dular eşliğinde kutsal yağ ile takdis eder. Tören bittiğinde ruhani vaftiz babasının getirdiği özel teli kutsar ve çocuğun boynuna geçirir. Vaftiz teli kırmızı ve yeşil ipek tellerin örülmesi ile oluşur, uçlarına da genelde aynı renkte püsküller koyarlar. Yeşil ve kırmızı mutlu ve sağlıklı hayatı sembolize eder. Sasunlular iyi dileklerini sunduklarına “yeşillenesin” derler, yani hayatın sağlıklı ve uzun olsun.

Vaftiz babası papaza ve ebeye maddi yardımlar da bulunur, daha sonra vaftiz kurnasından anneye vermek için su alır. Bu suyu banyo suyuna katar. Anne “helal” olmak ve bebeğini besleyebilmesi için bunda yıkanır. Kutsal yağlı su ile yıkanmadıkça temiz sayılmaz, kendisiile iletişim kurmaz, tabağından kimse yemek yemez.

Ee döndükten sonra bebeği kendisi için hazırlanan yeni beşikte uyuturlar. O zaman kadar annesinin yanında uyurdu. Beşik üzerine “khıjkhıjik” adında bir oyuncak asarlar. Bu oyuncak küçük metal eşyalarla hazırlanır. Bunlar sallandığında birbirine çarpar ve ses çıkartır [48].

Vaftiz vesilesi ile aile hep beraber yemek yer. Bu yemek Vaftiz Yemeği olarak bilinir. Bebek erkek, ve özellikle ilk veya tek çocuksa, muhakkak kurban da kesilir, yeni ekmek pişirilir, keşkek, pilav, meyve, şarap, tatlı ikram edilir. Kız olduğu takdirde de daha mütevazı bir sofra hazırlanır, çünkü kızı “dış duvar” olarak adlandırırlar, erkek ise “evin direği”dir.

Yedi gün sonra çocuğu Kutsal Yağdan çıkarma ayini düzenlenir. Bir leğene su doldurulur ve bebeği yıkarlar ve Kutsal Yağı üzerinden silerler. Banyodan sonra ebe ve anne bu su ile ellerini yıkar ve bu suyu temiz bir toprağa dökerler. Bu toprağı yoğurup top haline getirir ve saklarlar. İlerde temizlik amacı ile kullanacaklardır. Mesela ebe daha sonra başka bir doğum yaptığında, bu topları suda çözerek ellerini yıkar. Veya leğene fare düştüğünde, leğeni bu şekilde yıkarlar.

Kırk gün boyunca yeni anne güneşe çıkmamalı, karanlık bir odada kalmamalı, gece kandili yanık, Kutsal Kitabı ve hançeri yastık altında tutmalı, ki kendisini korusunlar. Kırkdan sonra yasaklar biter. Papaz özel dualar okur. Hançer ve makası çıkarırlar, çünkü anne ve bebek artık hedef değillerdir. Anneyi yıkarlar ve kocası artık eşi ve çocukla uyuyabilir.

İlk aylarda eğer yeni doğan bebeğin gelişimi yeterli değilse cin çarptığını düşünürler. Yedi evden darı unu toplar, ekmek hamuru hazırlar ve tuzsuz, büyük bir ekmek pişirirler. Daha sonra ekmeğin ortasını, bir daire oluşacak şekilde çıkarırlar ve yeni doğmuş bebeği içinden 3 kere geçirirler. Ekmeğin ortasını küçük kısımlarla komşulara, akrabalara e yoksullara dağıtırlar, küçük bir parçayı da anne baba için bırakırlar. Ruhani muhkkak dua okumalı. Anne baba bazen de kahine başvurur [49].

Çocuğun Bakımı

Anne günlük işlerine dönse de çocuk daima kendi kanatları altındadır. Sütü bolsa ve bebek bunu tüketemiyorsa, anne sütünü evin ocağının üzerine, akan suya veya ayak basılmayan temiz toprak üzerine sağmalı. Bazen az sütü olan annenin çocuğuna başka bir anne süt verebilir. Bu durumlarda, bebek kendisne süt veren kadının evladı sayılır. Aynı anne tarafından emzirilen çocuklar süt kardeşi olur ve birbirleriyle evlenemez [50].

Annenin sütü azsa bebeği keçi veya inek sütü ile beslerler. En azından bir sene bebeği anne besler. Belli bir zaman sonra bebeğe darı unu ve hamursuzla hazırlanan pure yedirirler. Bebeği sütten kesmek için anne farklı yollara başvurur. Bebeği iğrendirmek için meme ucuna is veya biber sürer. Süt yerine çörek veya yogurt verirler, bazen de anne bebeğinden uzak kalmak ve meme ile beslenmeyi unutturmak için için bir kaç gün kendi anne babasını ziyarete gider. 

Anne sütü özellikle göz ağrısı ve hastalıkları için hem küçükler, hem büyükler için ilaç sayılır.

Bir yaşına kadar bebeği gün aşırı yıkarlar. Coğrafi diğer bölgelerde olduğu gibi, Sasun’da da bebeğin beşiğine kızarmış temiz toprak koymak adetten.

Bebeğin boynundan kınhılun adı verilen bir kolye asarlar. Bunun bebeğe rahat bir uyku vereceğine inanırlar. Kem gözlerden saklaması için de gömlek üzerine oracık adında bir düğme dikerler. Yürümesini çabuklaştırmak için baba evladı için üç tekerlekli, küçük bir kasnak hazırlar. Bebek buna yaslanıp yürümeye gayret eder.

Erkek çocuğun saçlarını ilk kez kestikten sonra, kimse ezip de çocuğa baş ağrısı vermrsin diye saçları ev duvarının bir çatlağına sokarlar. Eğer tek evlatsa, anne babası çocuğun saçlarını ilk kez Muş S. Garabed Manastırı’nda kesmek için adak adarlar. Bu vesile ile bir adak ziyareti ve kurban organize edilir. İlk saçlar kesildiğinde, bunları özenle saklar, kesene de bir hediye ile teşekkür ederler [51].

Çocukluk yıllarından başlayarak Sasunlular isimleri kısaltma geleneğine sahipler. Yetişkin olduktan sonra vaftiz isimleri ile anılmaya başlarlar. Mesela, Mose, Bedo, Giro, Kalo, Muro, Tsune, Nure, Zare bazı kısaltılmış isimler.

Yetişkin olmayanların eğitimi ailenin görevi. 4-5 yaşından itibaren erkek çocukları dışarı işlerine alıştırmaya başlarlar, koyunları otlamaya götürürler, çalışanlara yiyecek ve su götürürler, daha sonra at binmeyi, odun kesmeyi, nişan almayı, tarla işlerini yapmayı vs. öğrenirler. Yaşıtları olan kızlar ise ev işlerini öğrenir, kadınlara ev temlezlemede, ekmek pişirmede, su taşımada, sebze toplamadai dikişte, işlemede, hayvanları sağmada vs. yardım ederler. Ergenlik yaşına kadar oğlan ve kız çocukları beraber oynar, beraber tarlaya gider. Büyümeye başladıklarında, yavaş yavaş samimi sohbetlerden kaçınırlar ve her biri kendi cinsiyetindeki büyüklerle muhatap olmaya başlar.

Sasunda doctor yok. Hekim adı verilen halk doktorları ve muska açan hocalar var. Hastalık zamanlarında bu kişilere başvurulur. Muska yazanlar mucizevi kuvvetleri ile tanınırlar. Onşar muska yazıp cinleri uzak tutar ve insanların farklı hastalıklarını iyi ederler. Hastalık anında Sasunlular dualara, adak ziyaretlerine ve kurbanlara da başvurur.

Hekimler muska yazanlara inanmaz, sadece amelyat aletlerine ve şifalı bitkilere inanırlar. Asırlardan beri, nesilden nesile aktarılan yollarla ve Ortaçağ halk hekimliği bilgilerine dayanarak yetilerini daha fazla geliştirir ve insanların iyileşmesine yardımcı olurlar. Çevrenin zengin doğasının verdiği şifalı bitkilerden bolca faydalanır, ameliyat yapar, kırıkları düzeltir ve ilerleyen hastalıkları durdururlar vs. [52]

Diş Hediği

Çocuğun ilk dişini çıkarması törenle kutlanır. Adı da hadgasorig’tir. Buğday tanesi ve nohut haşlayıp, içine kuru üzüm katarlar. Çocuğu bir yastık üzerine oturturlar, önüne ise farklı eşyalar koyarlar: hançer, kalem, tarak vs. Evin diğer çocukları etrafına toplanır. Büyüklerden biri çocuğun başına haşlanmış taneleri koyar, diğer çocuklar ise dökülen taneler içinden nohut ve kuru üzümü birbirinden ayıklamaya çalışırlar, çocuk ise dökülen tanelerden kendine geldiğinde, önünde bulunan eşyalardan birini almaya çalışır. Eline aldığı ilk eşya, inanışa göre, çocuğun gelecekteki mesleği olacak.

Çocuğun ilk süt dişinin çıkarılması da özel bir törenle kutlanır. Çocuk kendi eliyle çıkardığı ilk dişi evin eşiğine gomer, sonra kapıyı üç kere açıp kapayarak annesinden öğrendiği satırları söyler: “Koyun dişi gibi ufak, katır dişi gibi sağlam”. [53]

Ölüm ve Defin

Sasunlular Tanrı’nın ölüm meleğini gönderdiğine inanır. O çatıdan eve girer ve bir tanıdık surety ile ölene belirir. Ölenin ruhu burnundan dışarı çıkar ve melekle beraber çatıdan uzaklaşır.

Ölen kişi ölüm kmasında canını teslim ederken ona su verirler, pozisyonunu doğuya bakacak şekilde değiştirirler. Bazen hastanın ricasıyla son bir kez dünyayı görmesi için onu dışarıya çıkartırlar. Ölenin gözlerini bu mantıkla kapatırlar, ki “rahat gitsin, gözü dünyada ve dostlarında kalmasın”. [54]

Ölüyü evin avlusunda yıkarlar, daha sonra içeri getirip, beyaz kefenle  sararlar, ayak baş parmaklarını ve ellerini telle bağlarlar. Yüzünü açıkta tutarlar, ağzına ise bir mendille örtülen kutsal ekmek koyarlar, uzun bir kumaşla kemer niyetine belini bağlayıp, bir başka kumaşla da göğüsünün üzerine haç şeklinde bağlarlar. Genelde varlıklı insanlar rahmetli için tabut sipariş eder, imkanı olmayan aileler ise sadece kafenle gömer. Cenazeyi omuzlarda götürürler. Ölen ünlü bir kişi ise, nefesli çalgı ile hüzünlü bir melodi çalınır, mezarlık yolunda kadınlar ağıtlar yakar ve rahmetliyi överek ağlarlar, yakın olan kadınlar saçlarını keser, elbiselerini yırtar ve yolun yarısına kadar cenazeye eşlik eder. Erkeklerin ağlaması rahmetliye onur getirmez. Onlar şapkalarını eğri koyup, sessizce takip ederler. Ölen erkekse, silah ve hançerini cenazenin üzerine koyarlar ve bu şekilde defnederler. Yetkili bir kişinin cenazesi sırasında tabuta atlılar eşlik eder. Cenaze töreni sırasında ateş açılır.

Özel mezar kazıcıları yoktu. Her bir erkek kazma işine katılmayı, saygı olarak, kendi görevi sayar. Mezarın zeminine taş dizer, daha sonra tabutu (veya naaşı) içine koyarlar. Bazı yerlerde rahmetlinin sevdiği eşyaları, elbiseleri da gömerler. Daha sonra üzerine taş dizerler. Bu tip göme işlemi taş-tabut adını almıştır. [55] Papaz bir avuş toprağı alıp kutsar. “Topraksın, toprak olacaksın, toprak toprağa, ruh Tanrı’ya, Tanrı rahmet etsin ruhuna” der ve toprağı mezara atar. Daha sonra cenzeye katılanlar sırayla gelir ve avuçla toprak atarlar, bazıları da metal para atar. Definden sonra cenazeye katılanlar rahmetlinin yakınlarına taziyelerini sunar, onlar da kendi evlerinde yapılacak can yemeğine davet eder.

Definden bir gün sonra, sabah saatlerinde, kadınlar günlük ve mumla mezarı ziyaret eder. Rahmetlinin evinde bir kaç gün boyunca ekmek pişirmezler, yemek hazırlamazlar. Komşular bu konuda yardıma koşar. Erkek ve kadın “günlüğe gidene kadar” başlarına siyah bağlar. Yedinci gün tekrar günlük ve mum alıp mezarı ziyaret eder. Mezardan döndüklerinde, can yemeği sofras hazır olur. Köydeki insanlar “Tanrı rahmet eylesin” demeye gelir ve yanlarında farklı yiyecekler getirir. Akşam, konuklar gittiğinde, yakın akrabalar ailedeki yaslı kişilerin başından yasdan çıkma sembolü olarak siyah bağları çıkarır.

Rahmetlinin anısına saygı duymak adına, birinci yılına kadar, onun payı olarak, ev halkı fakir bir aileye bir tabak yemek ve 2 dilim ekmek gönderir. Pazar günleri ise aynısını papaza gönderirler. [56]

Mezar taşını yassı olarak inşa edip, toprağın üzerine yatay olarak koyarlar. Başına bir haç kazırlar ve yazı yazarlar. [57]

Ölen genç bir adamsa, dul kadın bir kaç sene yasını tutar. Kadının akrabaları çörek, kebap, ekmek ve şarap alıp rahmetlinin evine geldiklerinde, bu ziyaret bedbaht kızlarını yeniden evlendirmek istedikleri anlamına gelir. Dolayısıyla, yemekten sonra hanesakinlerinden kızlarını kendilerine vermelerini rica ederler. Yakınları dul kadının ikinci kere evlenmesine rıza gösterir. Çoğu kez rahmetlinin anısına, düğün yapmadan kadını evlendirirler.

Tabii her zaman dedikodu edenler olacak, ve onlar “Kocasının veya karısının kemikleri dinlenmeden yeniden evlendi” diyeceklerdir.

Rahmetlinin ailesi eski gelinin eşi ile yakınlarıymışçasına ilgilenirler, ona pokhnag (vekil) adını verirler. [58]

  • [1] A. Kalantar, Sasun, Hovhannes Mardirosyants matbaası, Tiflis, 1895, s.  15.
  • [2] Y. Garabedyan, Sasun, HayBedHrad, Yerevan, 1962, s. 68.
  • [3] Vartan Bedoyan, Sasun, «Nakhapem» Yayınevi, Yerevan, 2016, s. 417.
  • [4] ae, s. 423.
  • [5] Garabedyan, Sasun, s.  81.
  • [6] ae, s. 82.
  • [7] Rafig Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri Evlilik Gelenekleri ve Ritüelleri, Yerevan, 2007, s. 33.
  • [8] ae, s. 37.
  • [9] ae, s. 39.
  • [10] ae, s. 42.
  • [11] ae, s. 43.
  • [12] Garabedyan, Sasun, s. 87.
  • [13] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s.  30.
  • [14] ae, s. 59:
  • [15] Bedoyan, Sasun, s. 427:
  • [16] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s.  75.
  • [17] ae, s. 67:
  • [18] Bedoyan, Sasun, s. 429.
  • [19] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s. 79.
  • [20] ae, s. 69:
  • [21] Bedoyan, Sasun, s. 429.
  • [22] ae, s. 431: 
  • [23] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s. 95.
  • [24] Bedoyan, Sasun, s.  431.
  • [25] ae, s. 432.
  • [26] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s.  106.
  • [27] Bedoyan, Sasun, s. 440.
  • [28] ae, s. 434.
  • [29] ae, s. 446.
  • [30] ae, s. 450.
  • [31] Garabedyan, Sasun, s.  90.
  • [32] Bedoyan, Sasun, s.  434 – 444.
  • [33] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s.  165.
  • [34] Bedoyan, Sasun, s.  453.
  • [35] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s.  94.
  • [36] ae, s. 90.
  • [37] Bedoyan, Sasun, s.  454.
  • [38] Garabedyan, Sasun, s. 92.
  • [39] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s. 165.
  • [40] Bedoyan, Sasun, s. 457.
  • [41] ae, s. 454.
  • [42] ae, s. 457.
  • [43] Garabedyan, Sasun, s. 93.
  • [44] Bedoyan, Sasun, s.  457.
  • [45] Garabedyan, Sasun, s. 95. 
  • [46] Bedoyan, Sasun, s. 458.
  • [47] ae, s. 460.
  • [48] ae, s. 461.
  • [49] ae, s. 462.
  • [50] ae, s. 462.
  • [51] ae, s. 464.
  • [52] ae, s. 466.
  • [53] ae, s. 463.
  • [54] ae, s. 477.
  • [55] Garabedyan, Sasun, s. 115.
  • [56] ae, s. 116.
  • [57] Bedoyan, Sasun, s. 480.
  • [58] Nahabedyan, Ağtzınik Ermenileri …, s. 53.