Aziz Mesrop Dağı'nın yamaçlarında kurulu Palu şehri (Kaynak: Victor Pietschmann, Durch kurdische Berge und armenische Städte, Wien, 1940)

Palu – Tarım (Buğday)

“Tarım” alt başlığındaki bu bölüm Palu’da buğday tarımının ekim ve hasattan harmanın savrulup bulgur hazırlanmasına kadar olan ardışık aşamalarıyla ilgilidir.

Ekim ve hasat

Köylüler buğday için ayrılan tarlayı her bir fasıldan sonra 10-15 gün ara vererek dört-beş fasıl sürmeye başlarlar. Daha sonra Eylül ortalarında, sürülen tarlaların sulanmasına geçilir. Toprak ancak iyice nemlendikten ya da Palulu köylülerin deyişiyle “tarbis” olduktan, yani suya doyduktan sonra buğday tohumlarını ekmeye koyulurlar. Bu işlemin ardından, tohumları toprağın daha bir derinine gömmek için tarlayı sabanla yeniden sürerler. Sabanı ise sayesinde geniş karıkların [saban izi] kapatıldığı, toprağın düzlenip hâlâ yüzeyde kalan tanelerin yerin altına gömüldüğü tırmıklama işlemi izler.

Buğday ekiminin ilk aşaması böylece tamamlanır. Köylüler bir daha, izleyen yılın Nisan ya da Mayıs ayında, karlar eriyip buğdayın yeşil filizleri toprakta uç verdiği zaman tarlaya dönerler [1]. Eğer kuraklık ya da dolu vurmamış ise tarlada yapacakları özel bir şey yoktur ve bu durum Haziran’a, yani hasat zamanına kadar devam eder. Aslında buğday tarlasında yararsız otları vs. çıkarıp temizlemek de gerekmez. Hasat, ya da köylerde denildiği gibi “kağ”, yani ürünü toplama işi köylüleri Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları boyunca meşgul eder. Bu topluca gerçekleştirilen bir çalışmadır; bütün köy hasadın yapılacağı ilk günü birlikte kararlaştırır, herkes haberdar edilir ve aletlerini çıkarıp o güne hazırlanır. Köyün kizirinin [köyün muhtarının yardımcısı, kâhya ya da bekçisi] hasattan bir gün önce akşam vakti yüksekçe bir damın üzerine çıkıp: “Vağı, mangağ ı! Mangağ ha! Hazır eğek vor taşd ertak! Çısek vor çi lısetsink ha! [Yarın orak günü! Orak ha! Tarlaya gitmeye hazırlanın! Duymadık demeyin ha!]” diye yüksek sesle duyurduğu da vakidir. [2]

Hasatçılar gün doğmadan önce orakları omuzlarında tarlalara doğru yollanırlar.  Bütün köy seferber olmuştur. Evlerde yalnızca yaşlılar, ev hanımları ve 6-7 yaşın altındaki çocuklar kalır. Henüz memeden kesilmemiş çocukları da tarlaya götürürler. Çiftçilik yapmayan ya da tarladan yoksun kimseler de yeterince kol gücüne sahip olmayan çiftçi aileleri için ücret karşılığı çalışırlar. Bunların yevmiyesi genellikle 7 ila 9 kilo buğdaydır. Köylerde hasadın süresi 80 güne kadar uzayabilir, öyle ki bütün bu dönemde ücret karşılığı çalışan bir köylü sonunda 560 kilo buğday istifleyebilir [3].

Her bir grup düz çizgili sıralar oluşturup birlikte tarlada yerlerini alırlar. Hasatçılar sol ellerinin beş parmağına koruyucu yüksükler geçirir, sağ elleriyle de orakları tutarlar. Onlar hasada, mahalli lehçeyle mangağa, yani orağa hazırdırlar ama oncinin [öncü, grubun reisi] buyruğunu beklerler. Onci grubun en tecrübelisi; süratli orak darbeleriyle öne çıkan ve yanındaki köylülere bütün çalışma boyunca direktifler veren kişidir. Oncinin işi aynı zamanda tarlayı “on”lara, yani hasat için belirlenmiş, her birinin üzerinde ortaklaşa çalışmak gereken eşit kısımlara bölmektir. Bu işi yerine getirdikten sonra haç işareti yaparak yüksek sesle: “Hanun Hor yev Vortvo yev Hokvuyn Sırpo, Amen [Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına, Âmin]…” der, orağın ağzına bir avuç buğday değdirir ve başlama işareti böylece verilmiş olur. Oraklar buğday başaklarını biçmeye koyulurlar. Hasat tarlanın, aynı zamanda buğday demetlerinin toplandığı orta yerinden başlar. Bütün bu hareketler toplu halde ve uyumla icra edilirken oncinin sesi yeniden duyulur: “Khurts hambar ı ıs onı”, yani “on”daki her hasatçı kendi biçtiğini demet yapmalıdır. Nitekim çalışmanın kendi kuralları var; “on”lardaki her hasatçı günde100-120 demet oluşturmak zorundadır. [4] Demetler yapmak için ise bir ip çeşidi olan gemi kullanırlar. Gemi köylü kadınlar hazırlar; önce bir demet buğday başağını köklerinden ayırır ve bunları tam bir gün boyunca çeşme havuzunda bekletirler. Saplar suyu emer, yumuşar ve esnek bir hal alır. Daha sonra bu saplardan onar tane alıp birbirine bağlar, böylece aşağı-yukarı iki metre uzunluğunda ipler oluştururlar.

Grup iki “on” buğday biçtikten sonra “sırdateğ [yürek ilacı]” tabir edilen kahvaltıya oturur. Bunun zamanı sabah saat 7 ila 8 arasıdır. Ardından yeniden çalışmaya koyulur ve iki “on” daha biçerler. Daha sonra grup yeniden yarım saat istirahat eder. Tarlanın orta yeri zaten khozana, yani biçilmiş, anızlık bir tarlaya dönüşmüştür. Demetler, burada 5-6 metre çaplı bir daire içinde birbiri üzerine dizilmeye başlar ve sonunda 6-7 metre yüksekliğinde koni şeklinde yığınlar oluştururlar. Güneşin ışınlarının kavurucu zamanıdır, hasatçılar terli ve yorgundurlar ama yeniden oraklara sarılırlar. Ancak yine de çalışanların gücünü tutumluca kullanmak gerektiğinden bu saatlere denk düşürülen “on”ların daha küçük olması gözetilir. Öğleyin ise çalışmaya yeniden ara verilir. Orakçılar yüksek buğday demedi yığınlarının gölgesi ya da kendi gerdikleri üçayaklı çadırların (çatma) altına sığınırlar. Evin kadını öğle vaktinin bulgur pilavı, kavrulmuş et, ayran, yoğurt çorbası, tereyağı tsuazeğ [yumurtalı hamur, omlet] vs. den oluşan zengin yemeğini zaten getirmiştir. Yemeğin ardından orakçılar iki saat kadar uyurlar. “Oncu” yeniden buyruk salar ve toplu çalışma kaldığı yerden devam eder. Güneş batana kadar 4-5 “on” daha biçerler. Bu hasat günlerinde poşaların [çingene], orakçı köylüleri davul ve zurna ile neşelendirmeye çalışarak onlardan buğday demetleri dilenmek için tarlalara uğradıkları da vakidir [5].

Bütün buğday tarlaları Ağustos sonlarında beyaz khozanlara dönüşür. Buralarda yalnızca pozgeg denen ot biter. Pozgeg buğday tarlalarında bolca yetişen, zararsız bir ottur. Bir-iki ay ancak ömrü vardır, ondan sonra da kurur, yeşil rengi siyaha çalar ve son derecede yanıcı bir hal alır. Köylüler buğday biçildikten sonra tarlaların yüzeyinde biten pozgegi ateşe verirler; diğer zararlı otlar ve dikenler de bu yangınla bertaraf edilmiş olur. Yanan bitkilerin külü toprağı verimlileştiren bir rol oynar [6].

Harman yeri

Köylüler ekin biçildikten sonra evlerine dönerler. Çok geçmeden harman dövme çalışmaları başlayacağı için istirahatleri yalnızca birkaç gün sürer. İlkin, harman yerinin yüzeyini korumak amacıyla önceden üzerini kapladıkları, mahalli dilde gışkurtabir edilen, kalıplar halindeki kuru hayvan gübrelerini kaldırırlar. Ailenin her bir üyesi birkaç gışkuryükü sırtlayarak eve taşır. Ardından harman yerini sular, sabanla sürer ve iyice düzlenip hiçbir bitki kalmayıncaya kadar tırmıklarlar. Bir-iki gün kendi haline bırakırlar, böylece yer iyice kuruyup sertleşir. Daha sonra loğlama, yani silindir şeklinde ağır bir taşla yüzeyi iyice düzleştirme işlemine koyulurlar. Aynı işlemi üç ila dört kez tekrar ederler. Böylece harman yeri yalnızca düzleştirilmiş değil, aynı zamanda bir güzel sertleşip taşlaşmış olur. Bu, izleyen haftalarda bütün harman boyunca birçok insan ve hayvanın üzerinden geçiyor olacağı göz önüne alındığında büyük önem arz etmektedir. Harman yerinin, savrulan ve ayıklanan buğday tanelerinin toprak ve taşla karışmaması için sertliğini muhafaza etmesi gerekir [7].

Harman yeri bu haliyle hazır sayılır. Köylüler ilk olarak bezelye, mercimek, arpa, ketken tohumu ve baklayı buraya taşırlar. Ancak bunların savrulup tanelerinin ayıklanması iki hafta kadar sonra bittiğinde, harman yeri bütünüyle, köylünün başlıca yazlık uğraşı olan buğdaya tahsis edilir. Köylülerin, harman yerini bizzat buğday tarlasının içinde, anızın üzerinde kurdukları da vakidir. Hasadı yapılan buğday miktarının sınırlı olduğu tarlalarda bu durumla sık sık karşılaşılır. Yine de harman yeri genellikle köylülerin evlerinin yanında kurulur. Köylüler tarlalarının buğdayını ya da arpasını arabalar ya da atlarla buraya getirirler. Bu taşıma işlemine [hasat edilen ekini taşımakanlamında] orangrel adı verilir ve bir ila iki hafta sürebilir [8].

Palu’nun öküz arabası

Köylüler bu nakil aracına sal[sayl: öküz arabası] adını verirler. Sal, mahalli lehçede, yeri kaplamada kullanılan yassı taş anlamına da gelmektedir. Araba şu kısımlardan oluşur: iki ok [areğ ya da areği], iki teker [klan], bir dingil [ned], dört diş [arğan] ve taşıma yeri [dun].

Oklar [arış].- 3 ila 3,5 metre uzunluk ve 15-20 santimetre genişliğinde, kabukları soyulmuş ve tıraşlanmış kerestelerdir. Bu iki kereste birleşerek demir bir halkanın (anur) pekiştirdiği bir üçgen tepesi oluşturur. İki okun birleştiği nokta salın başı, yani arabanın başıtabir edilir. Tepenin ya da başın karşıt tarafında aşağı-yukarı 1,75 metre uzunluğunda bir açıklık oluşur. Birincisi 2, ikincisi 1 metre uzunluğunda diğer iki kereste bu okların üzerine yerleştirilir ve böylece onları sabitleyip daha pekiştirirler. Eklenen yeni iki kerestenin arasında yaklaşık olarak 1,5 metrelik bir mesafe muhafaza edilir ve bu mesafe birbirine koşut keresteler yerleştirilerek doldurulur. Öküz arabasının bu bölümü duntabir edilir ve taşınacak mallar üzerine yüklenir.

Dişler [arğan (agra)].- Bunlar okların altındakarşılıklı olarak dikey bir şekilde sıkıca yerleştirilmiş, aşağı-yukarı 30-35 santimetre uzunluğunda direkler olup taşıma kısmının ya da dunun tam orta noktası üzerinde yer alırlar.

Dingil [ned].- Dişlerin görevi dingilin emniyetini ağlamaktır. Dingil aşağı-yukarı 2,5 metre uzunluğunda bir kereste olup iki ucu, karşılıklı duran dişlerin dörtgen delikleri içinde sıkıca sabitlenmiştir. Dingilin sert bir ahşaptan yapılması önemlidir. Bu nedenle de Palu’da sık sık dut ağacı tercih edilir.

Tekerler [klan].- Dingilin iki ucu dişlerden 10-15 santimetre daha dışa uzanır. Bu uçlara iki tahta teker ya da klanlar geçirilir. Tekerler genellikle sedir ya da servi ağacından yapılmış olup demir bir çember içinde berkitilmiştir. Her birinin çapı aşağı-yukarı 1 metredir. Bu değirmi tahtalar yekpare, tek bir parçadan değil, çiviler ve zift ile birbirine bitiştirilerek yuvarlak bir şekil verilmiş çeşitli ahşaplardan oluşmaktadır. Palu’nun tekerlerinin genellikle Sivas’ın Gemerek köyündenithal edilmesi eski bir gelenektir. Bu çeşit bir teker yüz yıldan fazla iş görebilir.

Keza, taşıma yeri dunun dört köşesine dikeylemesine ve her biri 1 metre boyunda dört direk çakarlar. Arabanın sağ tarafında yer alan iki direk ufki çubuklarla birleştirilerek pekiştirilir. Aynı şey sol taraftaki direkler için de yapılır. Üst taraftaki bu inşa arabanın yüklenmesini kolaylaştırır. Taşıma yerinin ön ve arka kısımları açık bırakılır. İki tekerden oluşan araba öküz koşulmadığı zamanlar genellikle tepe [baş] kısmı üzerine yaslanır. Arabayı ufki bir şekilde tutmak gerektiğinde ise tepe kısmının altına Palu’da kılıkhde[baş koyacak yervs. anlamda] tabir ettikleri, 1 metre kadar uzunlukta bir destek korlar. Aynı kasabanın, Aradzani (Murat) suyunun sol kıyısındaki köylüleri ise bu desteğe dark[Palu, Muş taraflarında dağ zirvesianlamında] adı verirler [9].

Harman dövme

Buğday demetleri harman yerinin yanına artık yığılmış olup iki ila üç ay sürecek harman işlemine başlanabilir. Toplanan bu buğday demetleri harman sayesinde ufalanıp samana dönüşür, buğday taneleri ise kepeklerinden ayrılıp ayıklanır. Bu işlem için her biri 170 santimetre uzunluk, 50 santimetre genişlik ve 4-5 santimetre kalınlığında, birbirine bitiştirilmiş iki çam tahtasından oluşan düven kullanılır. Bu iki tahtanın her birinin bir ucu gözle görülürcesine eğrilik arz edecek şekilde yukarıya doğru yükselir. Bunlar 1 metre arayla üzerlerinde berkitilmiş diğer iki tahta ya da kuşak ile birleştirilmiştir. Düvenin bu dış yüzüne düvenin sırtı, diğer yüzüne isealtya da alt yüzderler. Düvenin alt yüzü sivri çakmak taşı parçalarıyla kaplanmıştır. Nihayet, düvenin eğri ve yukarı kalkık kısmına düvenin başıadını verirler. Düvenin başının yakınındaki tahta kuşağın tam ortasında düveni kanca uçlu bir çubuğa bağlayan bir ipin geçirildiği bir delik bulunmaktadır. Çubuğun kancalı kısmı da koşulacak çiftin kayışına bağlanır ve böylece öküzler düvene koşulmuş olur. Kanca uçlu bu çubuğa gamınde[düveni çifte bağlayan çubuk anlamında] derler ve bir ila iki metre uzunluğunda olur [10].

Harmanın ilk evresi olan, savrulacak tahılın harman yerine serilmesi çarç tabir edilir. Buğday demetleri, başaklar daima çemberin iç kısmına dönük olarak daire şeklinde yerleştirilir. Gemler, yani demet bağları çözülür ve 200-300 demet buğday yere serilir. Köylüler, ellerinde dirgenler [tahtadan çatallar], savrulacak buğdayı ya da sapları eşit bir şekilde dairenin içine yayarlar.Bütün bu işlem e yaymaksermekanlamında çarçeldenir. Serilen ilk harmanlık ekinin yüksekliği aşağı-yukarı 75 santimetreyi bulur. Ardından harmancıların çalışması başlar. Çift koşulan hayvanları ve onların çektiği dövenleri buğdayların üzerine çıkarmak büyük bir zahmet gerektirir. Başlangıçta öküzler ya da camızlar buğday denizinin içine karınlarına kadar gömülürler. Harmancı köylüler onları daire şeklinde döndürerek gezdirirler. Devirler birbirini izler ve bu ilk evre, yayılan buğday örtüsünün yüksekliği en alçak seviyeyi buluncaya kadar 4-5 saat böylece devam eder.

İlk buğday yaygısı [çarç] harman edildikten sonra aynı daire içinde bırakılır ve üzerine 1 metre yüksekliğe ulaşan yeni bir parti buğday eklenir. Her bir yaygının harmanı aşağı-yukarı iki günlük bir emeği gerektirir. İşlenecek çok miktarda buğdayın söz konusu olduğu harmanlarda bazen aynı zamanda altı döven birden kullanıldığı görülmüştür. Aradzani’nin [Murat Suyu] sol kıyısındaki köylerde, serilen harmanlık buğdayın üzerine, döveni yerleştirmeden önce bütün koşum hayvanlarını çıkarmak adettendir. Böylece, hayvanlar buğday yaygısını çiğneyerek, 1 metre yüksekliğindeki seviyeyi oldukça alçaltırlar [11].

Harmanın savrulması

Dövenle ezilen bu tane ve saman karışımı buğdayı harman yerinin bir köşesinde toplayarak 1,5 metre kadar yükseklik ve 3-4 metre kadar uzunlukta yığınlar [teğ: henüz taneleri ayrılmamış ekinler] oluştururlar. Bu toplama işlemine teğel[taneleri ayırmaya hazırlamak] derler. Bir sonraki evreyi oluşturan, taneleri ayırma işlemi sırasında, köylünün yazın genellikle batıdan esen rüzgârdan yararlanabileceği düşünülerek, savrulacak ekinlerin batıdan doğuya uzanan bir doğrultuda dizilmiş olmaları önemlidir. Ayrıştırılmaya hazırlanan buğday, öşürü, yani mahsulden alınan ondalık vergiyi belirleyen hükümet görevlisi (şahna [subaşı]) gelene kadar günlerce bekleyebilir [12].

Palulu köylüler buğday tanelerini ayırmak için iki yola başvururlar. Bunlardan birincisi rüzgârdan yararlanmaktır. Harmancı ayrıştırılmayı bekleyen buğday yığınının üzerine çıkar ve rüzgâr esmeye başladığı zaman, samanla karışık buğdayı (malağma [harman yerinde dövülmüş tahıl]) yabasıyla havaya savurur; samanlar uzaklara, taneler ise daha ağır olduklarından yığının üzerine düşer.  Belli bir süre sonra bir tarafta samanlar, diğer tarafta ise tanelerden iki ayrı öbek oluşur. Bu, geleneksel, uzun süren ve zor yoldur. İkinci yolda, ayrıştırıcı bir makineden yararlanılır. Bunun için, mekanik manivelalarla döndürülebilen kanatlı bir tekerlek, yani bir çeşit pervane kullanılır. Pervane ne kadar hızlı dönse meydana getireceği hava akımı da o kadar güçlü olur. Bu makinenin üzerine, tekerlek döndüğünde sağa-sola hareket eden, madeni tellerle örülmüş bir de kalbur yerleştirirler. Daha sonra malağmayı kalburun içine doldurmaya başlarlar. Aynı zamanda harmancılardan biri de olanca süratle tekerleği döndürmeğe koyulur; oluşan güçlü hava akımı samanı dışarı atar, kalburun sağa-sola hareketleriyle sarsılan buğday taneleri ise kalburun deliklerinden dışarı uğrar ve ona bitiştirilmiş bir borudan geçerek yere, makinenin arkasına düşerler. Tanelere ayrılmış buğdaya aynı makine ile bir fasıl daha hava püskürtürler; bu kez, daha temiz ve iyice süzülmüş taneler elde edilmesini sağlayan daha küçük delikli bir kalbur kullanılır. Harman yerinde dövülmüş bütün bir buğday yığınının tanelerini makine ile bir-iki saatte ayrıştırmak mümkündür [13].

Bir sonraki evre, savrulup taneleri ayrılmış buğdayın ölçülmesi ve öşürün, yani üründen tahsil edilen ondalık verginin takdiridir (bu konu için “Mahalli Yetkililer” alt başlığına bakınız). Ardından köylüler kendi paylarını buğday için özel olarak inşa edilmiş ambarların bulunduğu evlerine götürürler [14]. Samanlar, gotnigler(başakların iyice ayrıştırılamayan küçük sapları, hububat kabukları vs.) ve çimento harcında kullanılan küçük sap kırıntıları (mığeğ) henüz harman yerinde kalmıştır. Köylüler samanı ve küçük sap kırıntılarını samanlıklarına taşırlar, kalan gotniglerle de harman yerinde dövülüp taneleri ayırma işlemine tabi tutulacak yeni bir buğday yaygısı oluştururlar [15].

Köylüler eve götürüp ambarlara koydukları buğday tanelerini elekten geçirip en temizlerini, en büyük ve olgunlarını daha sonra tohumluk olarak kullanmak üzere ayırırlar.

Bulgurun hazırlanması

Bılğurya da bığlurköylülerin ayrı ayrı muhafaza ettikleri ve yemek hazırlamakta kullandıkları, gorgoddiye bilinen kırık buğday [irmik] ya da arpa, dzedzadzdenen kepeksiz tahıllar, mercimek, nohut, bakla gibi besinlerdendir. Bu çeşit maddelere abırtsu[çorbalık,yarma] adını verirler. Bulgurun hazırlanması oldukça zordur ve günler sürer. Aşuretabir edilen ve ekmek unu yapımında da kullanılan buğday çeşidinden yapılır. Evin hanımı önce, aile üyelerinin sayısına göre, bulgura dönüştürülecek buğday miktarını kararlaştırır. Genellikle her bir kişi yılda üç ölçek, diğer bir deyişle 92,1 kilo bulgur tüketir. Hazırlığın ilk evresi, köylü kadınların işi olan tepirlemek ya da tepirden [tepir: tahılın taşını ayıklamaya yarayan tahta tepsi ya da elek]geçirmek işlemidir. Buğdayı kısım kısım alır ve aşağı-yukarı 75 santimetre çaplı tahta bir tepsiden ibaret olan tepiriniçine doldururlar. Ardından tepiri içindeki buğdaylar havaya savrulacak şekilde yukarıya doğru sallarlar. Böylece kepekler ve saman kırıntıları tepsinin dışına düşer, taşlar ise orta yerde birikir. Bundan sonra kadınlar, tepside kalan buğdayları bütün yabancı maddelerden arınana kadar yeniden ayırıp temizlerler [16].

İzleyen evrede, ocakların üzerine yarıya kadar suyla doldurdukları birkaç bakır tekne koyar ve ısıtmaya başlarlar. Biraz ısındıktan sonra her bir teknenin içine bir ya da bir buçuk ölçek  (30,72 ila 46 kilogram) temizlenmiş buğday doldururlar. Su kaynamaya başlar, teknelerin içeriğini büyük kepçelerle karıştırmaya koyulurlar; buğdaylar şişer ve yüzeye doğru yükselmeye başlar. Bu, artık haşlandığına işarettir. Ardından, haşlanmış buğdayı alır ve dama çıkarırlar. Burada, meyneltabir edilen işlemi uygularlar, yani buğdayı eşit bir seviyede damdaki düzlüğe yayarlar ve güneşin altında kuruyana kadar birkaç gün bekletirler. Daha sonra damdan eve geri getirirler ve buğdayı tepirdengeçirme işlemi ikinci kez başlatılır. Buğday bütünüyle hıyırlanmış[hıyırvadz], yani temizlenmiş olur. En sonunda büyük çuvallara doldurur ve her birinin ağzını bir iğneyle kapatırlar [17].

Buğdayı bu haliyle tsitihank[zeytinden esinli: tane ezenyağını çıkarananlamında] tabir edilen, erkeklerin çalıştıkları cendere ya da preslere götürürler. Burada buğdayı öğütme işi icra edilir. Bulgurluk tahılı her seferinde üzerine biraz su dökerek kısım kısım cendere tavasına doldurur; daha sonra dikey cendere taşını bir öküz, camız ya da at marifetiyle daireler çizerek döndürürler. Bu ağır taşın baskısı altında buğday kepeğinden ayrılır. Buğday iyice kepeğinden arınırsa o zaman bulgurun niteliği daha üstün olur.

Bazı köylerde su değirmenlerine yakın inşa edilmiş olan özel cendereler vardır. Bunlara dıngadı verilir ve su değirmeni örneğinde iki katlı evciklerdir. Alt katında suyun gücüyle dönen, palamut ağacından yapılma bir çark bulunmaktadır. Dingilinin uzunluğu 2,5 ila 3 metre, yarıçapı 8 ila 10 santimetredir. Aynı dingile, sağlam bir satıh üzerinde çarkla birlikte dönen bir değirmen taşı yerleştirilmiştir. Keza burada, temizlenmiş buğdayı dıngın tablasına ya da harman yerine dökerler ve taşın baskısıyla buğdayı kepeğinden ayırırlar [18].

Öğütülen buğdayı kepekleriyle karışık bir halde bir kez daha dama çıkarır, yine eşit bir seviyede yüzeye yayar ve nemi tamamen giderilinceye kadar tam bir gün orada muhafaza ederler. Bütün bu buğdayı daha sonra kalburdan geçirerek bulguru kepeklerden ayırırlar. Ardından genellikle evlerde küçük değirmen taşlarıyla icra edilen öğütme işlemine geçilir. Evin içine iki ila beş değirmen taşı yerleştirilir; çalışmayı, kendilerine el vermeleri için bu vesileyle komşu arkadaşlarını çağıran delikanlılar üstlenirler. Bunlardan biri değirmen taşının kenarına tespit edilmiş kazığı tutar ve onu iterek bütün taşı döndürür. Aynı anda, taşı döndüren kişinin yanı başında duran bir diğeri ise avuç avuç bulguru dönen değirmen taşının üzerindeki delikten içeri doldurur. İşte bu aşamada bulgur yuvarlak parçalara dönüşür. Öğütülen bulgur daha sonra, onu bir kez daha öğüten kadınlara ve kızlara teslim edilir. Asıl amaç büyük bulgurları küçüklerden ayırmaktır. Büyükler pilav, küçükler ise köfte için kullanılır. Öğütülen ve ayrılan bulgurları, daha sonra, ağızlarını kille bir güzel sıvadıkları küplere korlar [19].

Abırtsutabir ettikleri çorbalık yarmalardan ve ikinci derecede önemli olan kırık [gorgod] ve kepeksiz buğday [dzedzadz] da hazırlarlar. Bu iki tahıl, taneleri sert olduğu için genellikle ekmek yapımında kullanılmayan mancak buğdayından hazırlanır. Kırık ve kepeksiz buğdayın hazırlanması o kadar da zor değildir. Şöyle: önce mancağı kalburdan, ardından tepirden geçirirler, sonra da cenderede [tsitihank] uzun süre öğütürler. Bu buğday, önceden haşlanmamış olduğu dikkate alınırsa, daha kolay öğütülür. Öğütülen buğdayı daha sonra dama götürürler; orada kuruduktan sonra, tanenin kepeğinden ayrıldığı harman işlemi başlar. Sonuncu işlem ise kalburdan geçirmektir. Bu amaçla, biri büyük, diğeri küçük delikli iki çeşit kalbur kullanırlar. Büyük delikli kalburdan geçenler kepeksiz buğday, diğerinden geçenler ise aslında kepeksiz buğdayın kırıntılarından oluşan kırıklardır. Palu’nun kuzeyindeki köylerin sakinleri kepeksiz buğdaya gorgod, yani kırık buğday derler; güneydeki köylerde ise gorgodyalnızca kırıntılara verilen addır [20].

  • [1] Papaz Harutyun Sarkisyan (Alevor), Palu: adetleri, eğitim ve entelektüel durumu ve lehçesi[Palu: İr sovoruytnerı, gırtagan u imatsagan vicagı yev parparı (Բալուիրսովորոյթներըկրթականուիմացականվիճակըեւբարբառը), ç.n.], (Ermenice) Sahag-Mesrob Matbaası, Kahire, 1932, s. 86, 87.
  • [2] A.y., s. 88.
  • [3] A.y., s. 88, 92.
  • [4] A.y., s. 88-90.
  • [5] A.y., s. 89, 90-91.
  • [6] A.y., s. 93.
  • [7] A.y., s. 95-96.
  • [8] A.y., s. 96-97, 101.
  • [9] A.y., s. 97-100.
  • [10] A.y., s. 101-102.
  • [11] A.y., s. 102-104.
  • [12] A.y., s. 104.
  • [13] A.y., s. 106-107.
  • [14] A.y., s. 109.
  • [15] A.y., s. 111-112.
  • [16] A.y., s. 112-114.
  • [17] A.y., s. 114-115.
  • [18] A.y., s. 115-116.
  • [19] A.y., s. 117-118.
  • [20] A.y., s. 118-119.