Ayakta, soldan sağa: Hrayr, Kristin, Annik, Jirayr. Oturanlar, soldan sağa: Dikran, Vartuhi.

Dikran Bızdigyan Arşivi - Atina

Çeviren: Nazlı Temir Beyleryan, 30/11/22 (son değişiklik: 30/11/22).
Bu sayfa Atina'nın “Armenika” dergisi ile iş birliği yapılarak hazırlanmıştır.

Dikran Bızdigyan, 1925'te Yunanistan'ın kuzeyinde bulunan Drama adlı  şehirde doğar. Babası Ohannes (Onnik olarak da bilinir) ve annesi Vartuhi, sırasıyla 1886 ve 1896 yıllarında Bursa’da doğarlar. Babası Bursa şehrinin güneydoğusunda yer alan Yeniköy’ündendir, annesi ise yine bu şehrin güneydoğusunda yer alan “Cerrah” isimli köydendir.

Onnik/Hovhannes meslek olarak marangozluk ile uğraştı. Vartuhi ise yaşadığı köyünde bulunan ipek fabrikasında çalışan bir işçiydi. Her ikisi de Ermeni Evanjelik topluluğunun üyesiydiler.

Soykırım yıllarında Ermeniler bu iki köyden yerlerinden edilmiştir. Onnik ve Vartuhi'nin o sırada zaten evli olduğunu tahmin ediyoruz. Dikran, Cerrah'tan sürülen bir grubun tifoya yakalandığını ve bunun sonucunda Vartuhi'nin yeni doğan iki çocuğunu, bu dönemde, kaybettiğini anlatır. Yine aynı nedenle Vartuhi'nin babası (Parsam) ile kız kardeşi ve iki erkek kardeşi de ölmüşlerdir.

1922 civarında, Onnik ve Vartuhi Yunanistan'a sığınır ve başlangıçta Drama şehrine yerleşirler. Dikran, bu mahallede doğar. Sonra, henüz altı aylıkken aile, Atina'nın Ermeni göçmenlerinin çoğunlukla yaşadığı Turguti/Fix semtine taşınır ve buraya yerleşir. Onnik ve Vartuhi'nin de yakın akrabaları, Ermeni nüfusunun yüzde 80'i gibi bu mahallede yaşamaktaydı.

Dikran'ın erkek ve kız kardeşleri de Turguti ilçesinde doğmuştur. Jirayr, Hrayr, Anahid/Annik. Dikran burada Evanjelik cemaate ait bir okula gider. Onlar yoksul bir aileye mensuptular. Dikran okul dışında ayakkabı boyacılığı yapardı.Omuzuna astığı ve Atina sokaklarında koşturduğu, kendine ait bir boyama kutusu vardı: "Ayakkabı boyarım, güzel parlatırım beyler" diyerek sokaklarda boyacılık yapardı.

Turguti'deki evleri, bu mahalledeki birçok ev gibi tıpkı bir kulübeydi. Bu ev, mutfak-yemek odası ve aynı zamanda yatak odası olarak kullanılan tek bir  odadan oluşurdu. Mutfakta banyonun ayaklarının altında büyük bir küvet bulunmaktaydı. Ev halkı, akşam yatacakları zaman yere yataklar serilirdi. Çok yer olmaması nedeniyle Dikran ve Jirayr aynı yatakta yatarlardı. Her sabah, sütçü on keçisiyle evlerinin önünden geçerdi. Müşterilerine sütü gözleri önünde sağıp satardı. Evde ise kaynak su yoktu. Her gün, Dikran’ın evinden aşağı yukarı 200 metre uzakta olan çeşmeden yaklaşık 12 kilo ağırlığında, iki bidon su  taşımak gerekiyordu. Bu iş genellikle Vartuhi tarafından çocuklar okuldayken ve eşi işteyken yapılırdı. Dikran 13 yaşına geldiğinde ise evin su getirme işini kendi üstlendi. Çeşmeden getirdikleri bu su ücretsiz değildi, her şişe su için bir lepta [yunan demir para] ödenmesi gerekiyordu.

Dikran'ın babası Onnik de Turguti'de marangozluk yapardı. Oto tamir atölyesinde çalışmıştı. O zamanlar kamyon ve otobüslerin dış kısımlarının çoğu ahşaptı. Günde 12 saate kadar çalışırdı, günlük ücret ancak 100 drahmi [yunan para birimi] idi, bununla 13 kilo ekmek veya 3 kilo et alınabiliyordu. Bu, altı kişilik bir aileye yiyecek sağlamak için yetersizdi. Akşamları, aile yemeğinden sonra Onnik, arkadaşlarıyla kağıt ve tavla oynamak için yakındaki kafeye giderdi. Onnik, Atina’da yayınlanan "Nor Or" [Yeni Gün] (günümüzdeki "Azad Or" [Özgür Gün] gazetesinin eski adı) gazetesine aboneydi. Nor Or'da çıkan tefrikaları her gün kesip biriktirmek, daha sonra kitap haline getirmek gibi bir alışkanlığı vardı.Birçok kişi bu romanları Onnik'ten ödünç alırdı. Dikran, babasının derlediği bu kitapların tümünü okudu.

1941'de Alman orduları Yunanistan'ı işgal eder. Savaş ve bunun sonucunda deniz taşımacılığının durdurulması, Yunan ekonomisine çoktan yıkıcı bir darbe indirmişti. Ayrıca Alman makamları, çoğu doğrudan Almanya'ya sevk edilen fabrikalara, madenlere ve tarım ürünlerine (zeytinyağı, un) el koymaya başlar. İşgal altında bulunan yönetimler, kaotik bir yönetim durumuyla karşı karşıydılar Yunanistan'ın tamamı, genellikle birbirine karşı olan ve ekonomik krizi daha da kötüleştiren çeşitli idari birimlere (İtalyan, Alman, Bulgar askeri bölgeleri) bölünmüştü. Bu koşullar altında, toplama kamplarının durumunu hariç tutarsak, o dönemde savaşın harap ettiği Avrupa'da, durumu en ağır olan ülke Yunanistan’dı. Burada çok büyük çapta ve  yaygın ölçüde bir kıtlık yaşandı.

Yunan kıtlığının sonuçları en çok 1920'lerde Türkiye'den gelen Ermeni göçmenler arasında göze çarpıyordu.Birçoğu mülteci kamplarında yaşıyordu ve fabrika işçisiydi. Bu, Ermenilerin hatırı sayılır bir nüfusa sahip olduğunu bildiğimiz Turguti ve Kokinia yerleşimlerinde toplanmışlardı. Böylece, o işgal yıllarında, yakıtın yanı sıra hammadde sıkıntısı nedeniyle birçok fabrika kapanmış ve binlerce muhacir günbegün işini kaybetmişti. Yunanistan'a yeni gelen bu göçmen topluluğun, yerlilerin aksine köylerde kır evleri veya akrabaları yoktu. Bu gerçek, o kıtlık günlerinde köyle olan bağın şehirde yaşayan aileler için bir kurtuluş olduğu düşünüldüğünde, çaresiz göçmenler için ölüm çağırısıydı. Böylece, tüm zorluklara rağmen, kırsal kesimde hayatta kalmak için az da olsa yiyecek bulmak hala mümkündü. Bu işgal yıllarında Turguti ilçesindeki 2.200 aileden 1.600'ü acil tıbbi bakıma ve temel gıdaya ihtiyaç duyuyordu. [1] Bütün bunlar, açlığın öldürücü darbesinin neden çoğunlukla yerleşim yerlerinde hissedildiğine dair bir açıklama verecektir. Anti-faşist direniş hareketinin bu aynı göçmenler arasında neden çok hızlı gelişeceğini ve birçoğunun uluslararası silahlı grupların üyesi olacağını daha net görmek de mümkün.

Dikran o zamanlar gençti. Bir gün Turguti'de bulunan yakındaki tepede yeşil bir çimenin bittiği haberinin nasıl yayıldığını hatırlıyor. Halk hemen oraya gidip onları toplamaya, daha sonra da kaynatıp yemeye başlar. Dikran, bir gün annesi ile birlikte bir Ermeni ailenin evine gittiklerini de hatırlıyor. Ailenin yaşlı bir üyesine Vartuhi bakardı. O evde Dikran, büyük olasılıkla evin bahçesinde yaşayan tavşanlara yem olması amaçlanan yırtık bir incir çuvalı bulur. Hayvanların çoğu çoktan kesilmiş ve yenmiştir. Karnı aç olan Dikran incirleri çabucak yer, sonra kurtlanmış olduklarını fark eder, ama aldırış etmez, cebine geri kalan incirleri de doldurup evden çıkar. Dikran, o yıllarda kedi ve köpeklerin Atina sokaklarında terk edildiğini de anlatır. Hatta köylülerin kaplumbağa getirip şehrin sokaklarında yiyecek olarak sattıklarını da. Dikran altı kez kaplumbağa yediğini hatırlıyor ama daha sonra kaplumbağaların da pazarda tükendiğini söyler...

Dikran'ın heybetli bir adam olan babası Onnik, o kıtlık günlerinde zayıf düşer ve 1942'de ölür. Onnik, oğlu Dikran’ın Atina sokaklarında hamallık yapabilmesi için iki tekerlekli bir araba yapmıştı. O açlık ve sefalet günlerinde, banyo ve sabun hayatlarından eksik olduğu için evlerinde bit yuvalanıyordu.

Babanın ölümünden sonra ailenin yiyecek bulması zorlaşır. 1942'de Dikran 17, kardeşi Jirayr ise 14 yaşındaydı. O sırada ikisi de Alman ordusu tarafından yol yapım projelerinde çalışmaya başlarlar. Daha sonra üzerine asfalt dökülsün diye toprağı kazarlardı. İş yerleri Atina'dan yaklaşık 20 km uzaktaydı. İki gencin maaşı 100 gram ekmek ve biraz da çorba almaya ancak yeterdi, başka hiçbir şey yapılamazdı.

II. Dünya Savaşı yıllarında veya hemen sonrasında, açlığın ve yoksulluğun sonuçları her yerde belirgin ve görünürken (Kaynak: "Armenika" gazetesi, Atina).

O kıtlık günlerinde, üç kardeş odun toplamak ve sonra şehirde satmak için sık sık Atina çevresindeki dağlara giderlerdi.Üçü de zayıf, çelimsiz gençlerdi. Yürüyerek 25 km uzaktaki tepelere tırmanmak zorundaydılar. Çoğu zaman ise bitkin düşüp yürüyemedikleri ve gidemedikleri olmuştur.

9 Ağustos 1944'te Alman ordusu ve onlarla işbirliği yapan askerler, Atina'nın Turguti semtini kuşatırlar. Bu işgal yıllarında, büyük bir nüfusa sahip olan mülteci kampı, önemli direniş merkezleri haline gelir. Turguti mahallesi de, o dönemde nüfusunun çoğunluğu (9 ila 12 bin) Ermeni olan bu yerlerden biri arasındaydı. Bu mahallede doğan Nazi karşıtı direniş gruplarının lider ve üyelerinin çoğu da Ermeni’ydi. Nazilerin direniş merkezlerini kuşatmak ve onlara karşı cezai tedbirler almak için yaptığı bu askeri operasyona yunanca "bloko" adı verildi. Tüm bir ilçe veya köy kuşatılır ve şüpheliler toplu olarak tutuklanır, bazıları vurulur, dövülür, hapsedilir ve  hatta Almanya'ya sürülürdü.

Bu günlerde, kuşatma ordusu sabah saat 5'te Turguti'deki hoparlörlerden 14 ile 60 yaş arasındaki tüm erkeklerin bir an önce ilçe meydanında toplanmaları gerektiği haberini verir. Dikran, arkadaşları Sarkis'in o günlerde zatürree olduğunu ve yüksek ateşle yatakta yattığını hatırlıyor. Askerler onu dışarı çıkmaya zorlar, ama onu ayakta tutmak imkansızdır. Anne ve babasının açıklamaları ve ricalar sonuçsuz kalır ve Sarkis evinin önünde öldürülür. Meydana getirilen erkekler arasında 19 yaşındaki Dikran ve 16 yaşındaki Jirayr da yer alır.

Meydanda herkes sıkı bir sorgulamaya tabi tutulur. Tehditlerle, dayaklarla, sövgülerle, direnişin her üyesi bir tanıdık veya tanıdıklarının isimlerini vermeye zorlanır. En çok şiddeti uygulayanlar yunan ajanlarıydı. Dikran da ağır bir şekilde dövülecek ve memur ona her türlü işkenceyi yapacaktı fakat Dikran, direniş üyelerini iyi tanımasına rağmen kimseye ihanet etmeyecekti. Dikran, ölesiye dövülür fakat sonunda serbest bırakılır ama evlerinin yanındaki kulübede yaşayan 28 yaşındaki kunduracı Haçik o kadar şanslı değildir. Sahte bir ihanet sonucunda sorgucular bu gencin direnişçi olduğuna karar verirler ve onu da meydanda kurşuna dizerler.

Ancak Haçik 'in cezası burada bitmez. Her direnişçinin evi ateşe verilmek zorundaydı, bu Nazi ordularının cezai ilkesiydi. Turguti semtinde ise kulübeler iç içe ve  yan yanaydı, dolayısıyla bir ev yandığında, birçok ev alev alabilir ve kül olabilirdi. Öyle ki Alman askerleri, Haçik'in ailesinin dışında kalan tüm komşu evlerin sakinlerinin de kulübelerini terk etmelerini emreder. Vartuhi, Hrayr ve Annik de onların arasındadır. Vartuhi sadece dikiş makinesini evden çıkarmayı başarır. Bızdigyan ailesinin evi ve içindeki tüm eşyalar ateşe verilir ve küle döner.

Meydanda toplanan 18-30 yaşları arasındaki erkekler, kente 15 kilometre uzaklıktaki kışlalara götürülerek hapsedilir. Dikran'ın anılarına göre, Turguti’den sürgün edilen ve hapsedilen erkeklerin toplam sayısı iki bin civarındaydı.Diğer kaynaklar bu sayıyı üç bin tutsağa çıkarıyor. Her kışlaya yaklaşık 400 mahkum yerleştirildi. Hainleri de kışlaya getirirler -hainin başı kimliği belli olmasın diye hep bir çuvalla örtülür- ve bu tutsaklar arasından direnişçileri bulmaya çalışırlar.

Birçoğunun direniş üyesi olduklarına dair hiçbir kanıtı olmamasına rağmen, mahkumlar haftalarca ve aylarca burada alıkonulurlar. Ama dahası vardı. Bunlardan sağlıklı olanları zorunlu işçi olarak çalışmak üzere Almanya'ya gönderilirdi.

Dikran, Almanya'ya gitme ihtimali yüzünden ne kadar çaresiz kaldığını ve gözünü yaralayarak gitmemek için çabaladığını anlatır. Sağlıklı olanların seçilip Almanya’ya götürüldüğünü bildiği için Dikran sağ gözünü yaralamaya çalışır. Parmağını kuma batırır ve gözünün iltihaplanması için elini üzerine götürür. Ama nafile. Seçme günü geldiğinde Dikran da sağlıklı kabul edilir. Dikran’in asıl endişesi ailesi olur. Akrabalarının kaderi ne olacaktı? Onsuz nasıl yaşamlarını idame ettireceklerdi? Orduda görev yapan bir doktor, Dikran'ın hikayesini öğrenir, ona sempati duyar ve ardından Dikran'ın göz travmasına sahip olduğuna dair bir sertifika hazırlar. Dikran serbest bırakılır ve kışlada dokuz gün kaldıktan sonra evine döner. Ancak Turguti tarafından tutuklananlar arasında yer alan amcası Sarkis Bızdigyan önce Haydari hapishanesine götürülür, orada yedi gün kalır ve ardından Almanya'ya gönderilerek savaşın sonuna dek zorunlu çalışmaya katılır.

Dikranların evi yanmıştı. Dikran anılarında, en çok babasının derlediği kitapların bu kül olmuş evde kaybolmuş olmasına üzüldüğünü söyler.

Evanjelik cemaati, Bızdigyan ailesine Turguti mahallesinde bulunan okulda ahşap bir oda sağlar. Savaş nedeniyle okul kapatılmıştır. Aynı zamanda Dikran ve Jirayr, yanmış kül olmuş evlerinin hemen yanında bulunan harap bir kulübenin tamiri için çalışmaya başlarlar. Burası gelecekteki evleri olacaktır. O günlerde Kızıl Haç, Yunanistan'ın kıtlık çeken halkına yiyecek dağıtıyordu. Bu uluslararası organizasyonun merkezlerinden biri Evanjelik okulu idi. Öğle yemeği burada hazırlanır ve Turguti mahallesinin çocuklarına dağıtılırdı. Vartuhi ise Kızıl Haç'ta aşçı olarak çalışmaya başlamıştı, bu durum aile için bir kurtuluş olur çünkü bu şekilde Bızdigyan ailesi de yiyeceklerden nasiplenir.

Ekim 1944'te Alman orduları Yunanistan'dan ayrılır. Ancak Dikran'ın çilesi burada bitmez. Yunanistan'da bir yanda diktatörler, diğer yanda sağcı güçler arasında iç savaş çıkar (εμφύλιος, enfilios, emphilios, kardeş kavgalar). Turguti'de çok sayıda komünist vardı, bu yüzden burası her zaman sağcı ordunun hedeflerinden biri olurdu. Bu genel atmosferde Dikran yanlışlıkla tutuklanır, sorguya çeken yunan memurlar onu, komünist olduğunu itiraf etmeye zorlarlar. Ardından, Ocak 1945'te, komünist olmakla suçlanan diğer birçok mahkumla birlikte bir İngiliz gemisiyle Mısır'ın Port Said adasına gönderildiler. Oradan, birçok Alman savaş esirinin de bulunduğu, dikenli tellerle çevrili bir gözaltı merkezi olan El-Taapa'ya (El Daaba) sürülürler. İngiliz ordusu, Nazi ve komünist olmakla suçlananları aynı hapishaneye kapatmıştı... Mısır'da üç ay tutuklu kalan Dikran, diğer birçok mahkum gibi, sonrasında Yunanistan'a geri gönderildi.

Atina'nın Turguti mahallesi. İki ayakkabıcı iş başında (Kaynak: Gerber, Hans. Griechenlandreise, Europahilfe. N.p., 1955. Print. Copyright: ETH-Bibliothek Zürich, Bildarchiv).
1955 yılında Atina'nın Turguti semtinden, günlük yaşama dair bir fotoğraf (Kaynak: Gerber, Hans. Griechenlandreise, Europahilfe. N.p., 1955. Print. Copyright: ETH-Bibliothek Zürich, Bildarchiv).

Burada, ailesini ve evini yeniden keşfedecekti. İnşaat işçisi olarak çalışmaya başlayacak. Bunun yanı sıra başka birçok iş de yapacaktı; yerel bir tüccarla çalışır, kargo taşır, bir arkadaşıyla iğne –iplik, sigara gibi diğer küçük ev eşyaları satardı.

1955 yılında Dikran, Bzdigyanların evinin yanında oturan, Turguti'ye ailesiyle yeni yerleşen Kristin ile evlenir.Kızın babası Yunan, annesi Ermeni’dir. Evlendikten sonra Kristin Bzdigyan soyadını resmen benimsemek için Yunan devlet yetkililerine başvurduğunda, Yunan vatandaşlığını elinden aldılar ve onun yerine, o dönemde Yunanistan'daki Ermenilerin çoğunluğunda olduğu gibi, ona da göçmen statüsü verirler. Dikran da ayni şekilde bu statüye sahipti.

Dikran ve Krsitin’in  iki kızı Atina'da doğar. 1964 yılında Dikran, birçok kuzeninin yerleştiği Kanada'ya göç eder.Yaklaşık bir yıl sonra eşi Kristin ve iki kızı da ona katılırlar. 1966'da Dikran'ın annesi Vartuhi de Kanada'ya gider ve hepsi Dikran'ın Montreal'deki evinde yaşamaya başlarlar. Kanada'da Dikran ve Kristin'in David adında bir oğulları olur.Dikran'ın kız kardeşi Annik, erkek kardeşleri Jirayr ve Hrayr da aileleriyle birlikte daha sonra buraya göç ederler.

* Bu yazının hazırlanmasındaki ana kaynak Dikran Bızdigyan'ın anılarıdır: Dikran Bızdigyan, Gyankis Huşerı, Montreal, 2012 (37 sayfa).

[1] Mark Mazower, Inside Hitler’s Greece: The Experience of Occupation, 1941-1944 [Hitler'in Yunanistan'ında. Meslek Deneyimi, 1941-1944], Yale University Press, New Haven/Londra, 1993, s.37.